23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, adını Hrant Dink’in 23 Nisan 1996’da Agos’ta yayımlanan o meşhur “23,5 Nisan” başlıklı köşe yazısından alıyor. Hafıza ve umut bu mekânda birleşiyor ve gerek sergiler gerekse atölyeler aracılığıyla acılarımızın yasını ve katmanlaşan travmaların kaydını bir müze ortamında birlikte tutmamıza olanak tanıyor.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden 15 koca yıl geçti. 19 Ocak’taki anma yıldönümüne sayılı gün kalmışken, bu cinayetin toplumsal bellekte bıraktığı iz halen güçlü, halen taze ama ruh halimiz halen güvercin tedirginliğinde.
Bu belleği ayakta tutan, anma pratiklerini dönüştüren örneklerden biri ise, Dink’in o güzel ve unutulmaz anısıyla bütünleştiğimiz, iki yıllık bir bellek ve vicdan mekânı.
23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, adını Hrant Dink’in 23 Nisan 1996’da Agos’ta yayımlanan o meşhur “23,5 Nisan” başlıklı köşe yazısından alıyor:
“23 Nisan nasıl daha bir coşkuyla yaşanır? 24 Nisan nasıl hafızalardan sildirilir? Bütün bunlar çözümsüz sorular değil aslında. 23 Nisan bütün çocukların olacaksa eğer ben derim Ermenistanlı çocukların da olsun bir biçimiyle. Çağırın onları da bu kutlamalara. Barıştırın çocukları birbirleriyle, tanıştırın. Sadece 23 Nisan da olmasın, 24 Nisan’ı da katın içine. Daha da uzasın o günler, bütün Nisan’ı katın, bütün baharı katın. Hadi siz beceremiyorsunuz diyelim, var olan kinler engel buna. Bırakın bari dünyayı çocuklara, onlar bu işi halleder, yeter ki engel olmayın siz.
Bir başka severim 23 Nisan’ları. Hem, bizim de hanımla evlendiğimiz gündür aynı zamanda. Gerdeğe girişimiz de 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan geceye rastlar. İlk çocuğumuza can verdiğimiz andır o. Ne 23, ne de 24 Nisan. 23,5 Nisan’dır belki de o an.”
İki yıl önce gençlerden öğrencilere azınlıklardan araştırmacılara, sanatçılara, yurtdışından gelen delegasyonlara dek çok geniş bir yelpazedeki ziyaretçilerine kapılarını açan 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, Avrupa Müze Forumu tarafından 1977 yılından beri verilen Avrupa Yılın En İyi Müzesi Ödülü’nün (EMYA) 2023 adayları arasında yer aldı.
Listede 33 aday var ve Mayıs ayında Barselona Tarih Müzesi’nde düzenlenecek olan Avrupa Müze Forumu konferansının ardından açıklanması öngörülen ödül farklı kategorilerde verilecek.
İstanbul’da Osmanbey’de Halaskargazi Caddesi üzerinde mimar-mühendis Rafael Alguadiş’in eseri olan Sebat Apartmanı’nın ilk katında, Agos gazetesinin eski yerinde konumlanan müzenin hedefi, anıların fiziksel bir mekânda yeniden yorumlanması, üzerine düşünülmesi ve çok katmanlı bir şekilde ders çıkarılması…
Hafıza ve umut bu mekânda birleşiyor ve gerek sergiler gerekse atölyeler aracılığıyla acılarımızın yasını ve katmanlaşan travmaların kaydını bir müze ortamında birlikte tutmamıza olanak tanıyor. Çünkü biz ancak birbirimizi vicdanlarımız ve kolektif belleklerimiz üzerinden iyileştirebiliriz. “Yaşasın halkların ve belleklerin kardeşliği” dedikçe dönüşebiliriz.
Bunun için kurulan ve hedefine yönelik bir toplumsallığı üreten mekânda, Dink’in yaşamı ve mücadelesi, Agos’un hikâyesi, cinayete giden süreç ve cinayet sonrası zarif ve çağdaş bir müzecilik anlayışı çerçevesinde ele alınıyor. Sergiler, atölyeler düzenleniyor, sanal ortamda da dünyanın dört bir yanından ziyaretçilerine kapılarını aralıyor. 2023 yılında da bu mekânda öğrenciler, gençler ve yetişkinlerle hafıza üzerine yeni atölyeler düzenlenecek.
Burası birçok açıdan sağlıklı bir diyalog, tanışma, anımsama, bellekleri tazeleme ve bugünü ve geleceği dayanışmayla inşa etme mekânı… Bellek tanrıçası Mnemosyne’nin izinde “hafıza küratörlüğü” belki de…
Öyle ki mekânın önemli bir etkileşim alanı olan ziyaretçi kartları panosuna, gerçek ziyaretçi de olsanız sanal da, her dilden not bırakabiliyorsunuz. “Her birimiz özgür olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz” yazan da var, “yaşasın hakların kardeşliği” yazan da, “her zaman kalbimizdesin ahparig” diyen de.
Başınızı biraz yana çevirdiğinizde, Dink’in o meşhur “Su çatlağını buldu” konuşmasını dinlemek de, Atlantis Uygarlığı Odası’nda antika bir piyanonun başında Dink’in Tuzla’daki Kamp Armen’de geçen çocukluğu, eşi Rakel ile tanışma hikâyelerini öğrenmek, vakıfların mülkiyet sorunlarını öğrenmek ve en kalbe dokunan videoları izlemek de…
Koridor’dan geçerken, 1996-2007 yılları arasında Türkiye tarihinden kesitler Agos’un haber ve manşetleriyle size eşlik ediyor.
Teneke bir baraka şeklindeki enstalasyon olarak tasarlanmış “Tırttava” odasında, erbaşlığa yükseltilmemiş olan Dink’in askerliği sırasında yaşadığı ayrımcılığa dair görüntüler, hikayeler paylaşılıyor. Öyle ki bu ayrımcılık Dink’i o dönemde hep ağlatırmış, hıçkırıkları duyulmasın diye de elindeki anahtarlığı teneke bir barakaya sürtmesine yol açınca çıkan ses de “tırttava” sesini çağrıştırırmış.
Tuvalet Korosu enstalasyonu, Dink’in 1980 darbesinin ardından gözaltına alındığında tuvaletten bozma bir hücrede maruz kaldığı işkence ve anti-demokratik uygulamaları yansıtıyor.
Güvercin Tedirginliği Odası, Dink’in 2004 yılından ölümüne dek yaşadığı hedef gösterilme sürecini, hakkında açılan 301 davalarını, “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehditlerini belleğimizde tüm gücüyle tazeliyor.
Büyükelçilik Kurma Projesi isimli enstalasyon ise, Almanyalı sanatçılar Horst Hoheisel ve Andreas Knitz’in Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine dikkat çekiyor ve 23,5’un daimi bir parçası.
Türkiye-Ermenistan sınırı 1993 yılından bu yana kapalı. Ara sıra “normalleşme” umudu pompalayan demeçlere rağmen diplomatik temaslar ve büyükelçilik/konsolosluk bağı yok. Dink ise tüm aydın sorumluluğuyla bu iki ülke arasındaki ilişkilerin diyalog yoluyla düzelmesi için çabalayan biriydi.
Müze etkileşimlerle o kadar besleniyor ki, sanal ortamda bir pano üzerinde “Sizinle hemfikir olmayan birinin ifade özgürlüğünü savunur muydunuz? Neden?” sorusuna ziyaretçilerin yanıtlarını özgürce yazmaları bekleniyor; bu etkileşimlerle müzenin katılımcılık alanı genişliyor. Sanat, hem bir iletişim, hem bir etkileşim, hem de bir öğrenme biçimi olarak araçsallaştırılıyor.
Ardından kendinizi bordo kilimiyle, ödülleriyle, Gomidas yağlıboya tablosuyla, Saroyan ve Mıntzuri portreleriyle, Hrant Dink’in çalışma odası karşılıyor. Her metrekaresine gizli hüznüyle…
Dink, tüm mekânda “ana anlatıcı” konumunda: Ziyaretçiler, 23,5’un hedeflerini aslında Dink’in sesinden dinleyebiliyorlar. Ama anlatıların satır aralarına süzüldüğünüzde Uğur Mumcu’dan Bahriye Üçok’a, Tahir Elçi’ye, Sabahattin Ali’ye ve daha nice kaybettiğimiz aydınımıza ve onlara özlemimize dair benzerlikler kurmak mümkün.
48 yaşına kadar kendisine hiç pasaport verilmemiş olan ve öldürülmeden 6 yıl önce ilk kez pasaportuna kavuşan Dink’le, zaman ve ülkeler ötesinde, söyleşiyor sanki insan o koltukların kenarına ilişerek…
Program koordinatörü Nayat Karaköse, “Hrant Dink kendi odasını dekore ederken birbiriyle çeşitli şekillerde ilişkilenen imgeler seçmişti. Hrant Dink’in odasındaki imgeler ve onların arasındaki ilişkiler ekseninde Ermeni kültür ve tarihine kapı aralamayı amaçlayan, hafıza mekânında her ay yapılmakta olan bu etkinliği çevrimiçine de taşıdık. Bu turda duvarda yer alan portreler, resimler üzerinden insan hikâyeleri ve Ermeni kültürüne dair anlatımlara odaklanıyoruz” diyor.
Odadaki objelere dokunabiliyorsunuz, o hüzün parmaklarınızdan kalbinize dek ulaşabiliyor. Dink’in samimiyeti gibi, ardından kalan odasındaki samimiyet de katılımcıya ulaşıyor. Her şey saf, her şey saydam, her şey insani…
Odayı çevreleyen balkonun tavanında ise Kamp Armen binası şeklindeki neon avize sürekli yanıp sönüyor; adeta Kamp Armen’in kilise yetimhanesindeki kalp atışları, nefes alıp verişleri gibi… Hissetmemiz için…
Geçen sene 13’üncüsü düzenlenen Uluslararası Hrant Dink Ödül Töreni’nde Ertan Tekin’in Anadolu kokan duduk’u, soprano Pervin Chakar’ın çevresine vicdan salan sesinin havada asılı kalan parçaları süzülüyor balkondan Dink’in çalışma masasına doğru. Rakel Dink’in eşinin ardından söylediği Ez ê herim welatê xwe’e soluk veriyor Chakar:
“Ağlamayın ey yoldaşlarım, vatanıma gideceğim;
Çok kalmak istemem, vatanıma gideceğim.
Burada halim hal değil; acım, derdim çok yaman.
Gurbetlik çok acı, vatanıma gideceğim.”
Vicdan muhasebesi burada da bitmiyor. “Hrant Dink’le söyleşi yapsaydınız ona ne sorardınız?” diye soruluyor müzenin etkileşim panosunda. Aklınızdaki sorular birbiri ardı sıra yarışa giriyor, boğazınız düğümleniyor, bu odada Dink’e yaşatılan psikolojik şiddetin ve ölüm tehditlerinin düzeyini anımsıyorsunuz.
Zaten mekân, görsel ve işitsel uyaranları etkileşimsel bir şekilde kullanarak cevaptan çok, soru sorduruyor. Videoların çoğu sorularla başlıyor ve yanıtları da Dink’in kendisi veriyor. Sonra “görünmez mikrofonlar” ziyaretçilere çevriliyor ve gerek panolar, gerek videolarla aslında mekânla bağ kurmaları sağlanıyor.
Bellek müzesinde her ay düzenli olarak rehberli turların yanı sıra, ‘Hrant Dink’in Çalışma Odasından Ermeni Kültür ve Tarihine Bakış’ isimli özel bir turda Hrant Dink’in çalışma odası, mobilyalar ve kitaplar kadar duvarlara asılı resimler, fotoğraflar ve süs eşyaları inceleniyor.
“Katımcılık” ve ziyaretçilerin bellek süreçlerine aktif bir şekilde dahil olması, 23,5’un en ayırt edici özeliklerinden birisi. Mekân kurulmadan önce yaklaşık 5 yıl boyunca Avrupa’dan Güney Amerika’ya dek seksenin üzerinde farklı bellek mekanları ve travmatik geçmişlerle yüzleşilen müzeleri mercek altına alan ekip, bu tür mekanların katılımcılık boyutunun gücünün mekânın etkisini de belirlediğini görmüş.
Karaköse, “Hafıza mekânlarının ele aldıkları birçok mesele ve savundukları birçok değer aslında ziyaretçilerin bizzat deneyimledikleri, onları dertlendiren ve onların değerlerini şekillendiren olgular” diyor.
Ayrımcılıktan hak ihlallerine, adalete, eşit vatandaşlık taleplerine dek tüm bu deneyimlerin belleğe aktarımında katılımcılığı sağlamak, ziyaretçilere panolar, diyalog toplantıları ve atölyeler üzerinden söz hakkı tanımak, bu mekânı sosyolojik olarak ayakta tutuyor. Çünkü bu meseleler aslında hepimizin meselesi, bu dertler hepimizin derdi.
Örneğin 23,5’ta ziyaretçilerin yaşanmış deneyimlerini, ayrımcılık ve hak ihlalleriyle ilgili yaşadıklarını anlatabildikleri veya günümüze dair fikirlerini paylaşabilecekleri bir video ekranı var. Eğer izin verirlerse bu konuşmaları kaydediyorlar ve daimî serginin parçası haline geliyorlar, mekânla etkileşime geçerken kendilerine de bir ifade alanı açmış oluyorlar.
Tırttava odasında interaktif videolarda ziyaretçilerin kendi başlarından geçen ayrımcılık hikayelerini paylaşmaları ve diğer ziyaretçilerin kaydettiği videoları izlemek mümkün. “Yalnız değilsiniz” demenin ne güzel bir yolu, değil mi?
“Hiç tanımadığımız birisinin hikayesi, yaşadığı hak ihlallerine karşı ürettiği çözümler ve mücadelesi bizim devamız oluyor, iyileşmemize, güçlenmemize vesile oluyor,” diye açıklıyor bunu Karaköse.
Tıpkı 23,5’un girişinde ve çıkışında -aslında tüm ziyaret boyunca bir anlatıcı olarak bizlere eşlik etmiş olan- Hrant Dink’in o sözlerinin ziyaretçileri kucaklaması gibi: “Bizler yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık”.
23,5, acılarımızı birlikte sağaltarak dönüşme çabamızda belleğimizin bir parçası olmaya, tüm sistemli baskı ve unutturma politikalarına meydan okumaya, kamusal vicdanı güçlendirmeye, hakikatle yüzleştirmeye, Batılı standartlarda bir empati mekânı olarak cehennemi cennete çevirmeye talip…
Burası, 145 metrekareye sığmayan yenilikçi ve yaratıcı bir umut mekânı… Burası, tüm acılara rağmen, acı üzerinden duygudaşlık kurarak yücelttikleri umudu yitirmeyenlerin sığınağı… Burası, travmatik bir geçmişle başa çıkabilmek, sağlıklı bir geleceğe tutunmak için yaratıcı yolların arandığı bir buluşma adresi…
İlk yorum yapan siz olun