Savaş Özbey
2 bin yıllık bir ören yerinde yatsanız, gece uyuyabilir misiniz? Hatay’da “dünyada görülmesi gereken 52 yerden biri” ilan edilen The Museum Hotel Antakya’da bir gece geçirdim. Odanızdan baktığınızda eski caddeleri, tarihi evleri, mozaikleri görüyorsunuz. Hayal gücünü fazla çalıştırıp odasında lahit gördüğünü iddia eden bile var.
Hatay, Roma İmparatorluğu’nun üçüncü büyük kentiymiş ve o dönem yaklaşık 500 bin nüfusu varmış. Bu ne demek? Yollar, caddeler, evler, dükkânlar, saraylar, zenginlere ait malikâneler…
Bugün bunların hepsi Antakya şehrinin altında yatıyor. Dolayısıyla nereyi kazsanız altından Roma ve öncesine ait kalıntılar fışkırıyor.
The New York Times tarafından “Dünyada görülmesi gereken 52 yerden biri” ilan edilen The Museum Hotel Antakya’nın hikâyesi de böyle başlıyor.
Şehrin ileri gelenlerinden Asfaroğlu ailesi, bundan 13 yıl önce daha önce demir deposu olarak kullandıkları 17 dönüm araziye büyük bir otel yapmaya karar veriyor.
Lüks otel için ünlü mimar Emre Arolat’la anlaşıyorlar. Fakat temel çalışmaları için çukurlar açtıklarında arazinin her yanında tarihi eserlerle karşılaşıyorlar. En eskisi 2300 yıl öncesine giden, farklı dönemlere ait, üst üste birikmiş katmanlar…
Dünyanın en büyük tek parça mozaiği… İki tarafında cam ve demir atölyeleri bulunan bir cadde… Zengin olduğu anlaşılan birine ait saray yavrusu… İlgili yerlere haber vermişler ve otel projesi durmuş haliyle.
Ailenin sponsorluğunda 10 yıl sürecek hummalı bir kazı çalışması başlamış. Bütün eserler ortaya çıkarılmış.
Ama her bir yeni eser keşfedildiğinde yapılacak otelin projesi yeniden değişmiş. Tam 17 kere.
Mimar Emre Arolat yaptığı en zor proje olduğunu söylüyor. Sonunda çalışmalar tamamlandığında eserlere zarar vermeyecek şekilde yerleştirilen çelik kolonların üzerine otel inşa edilmiş.
Kalıntıların bulunduğu alt taraf müzeye dönüştürülerek devlete teslim edilmiş. İsteyen biletini alıp gezebiliyor.
Üst taraftaki The Museum Hotel Antakya ise odalarından aşağı baktığınızda 2000 yıllık sütunları, mozaikleri, kuyuları ve diğer kalıntıları görebildiğiniz bir otel. Yani buranın “dünyanın en ilginç 52 yerinden biri seçilmesi” boşuna değil.
Otelde kaldığınızda aynı zamanda bir müzenin içinde uyumuş oluyorsunuz. Aşağıdaki kalıntılara bakıp o dönemin insanlarını, gündelik hayatını hayal ediyorsunuz.
Altınızda bir Roma şehri… Hem açıkhava ama hem de kapalı alan. Gece ışıklandırıldığında inanılmaz bir görüntü oluşuyor.
Antakya’da başka ne yapılır?
◊ Müslüman, Hristiyan ve Musevilerin yüzyıllardır bir arada yaşadığı bir kent burası. Hatta Medeniyetler Korosu adında ortak bir koroları var. Dünyanın ilk mağara kilisesi St. Pierre, Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi, kilise hacı ve cami minaresini aynı karede buluşturan Katolik Kilisesi gibi yerleri ziyaret edebilirsiniz.
◊ Çarşıdaki İbrahim Usta için Türkiye’nin en iyi humusçusu deniyor. Bence tahini de bir o kadar güzel. Salaş dükkânında hızlıca tatlarına bakabilirsiniz. Bir başka uğrak noktası da Affan Kahvesi. Çay bardağında servis ettikleri süvari adı verilen kahvesi ve gülsuyuyla yapılan haytalı adlı bir tatlısıyla meşhur. Kahveyi için, tatlıyı boşverin. Su muhallebisi gibi tatsız, mânasız bir şey.
◊ Yemek, yemek, yemek… Türk, Orta Doğu ve Lübnan mutfağına ait o kadar çok lezzet tadıyorsunuz ki bir süre sonra iki saatte bir acıkmaya başladığınızı fark ediyorsunuz. Herkesin favorisi ayrı: Konak, Neyzen, Melek Konağı… Benimki Mualla. Sırf ekmeği için bile tekrar giderim.
◊ Uykusu geç gelen şehirlerden Antakya. Dünyanın gece meşalelerle aydınlatılan ilk caddesi Kurtuluş (Herod) Caddesi ve onun bağlandığı Saray Caddesi civarında Bodrum’u andıran labirent gibi dar sokaklar var. Bu sokaklarda Barudi, Nevizade, Cahidem gibi onlarca kafe, meyhane ve bar sıralı. Canlı müzik acayip revaçta.
◊ Merkez dışındaki destinasyonlar arasında Antakyalıların yazlıklarının yer aldığı ve ortasında çay geçen Arsuz sahiliyle dünyanın en uzun ikinci kum plajına sahip Samandağ var. Ama Hatay coğrafyasının keyfini sürüp, neresinde ne yaptığınızın tam bilincine varmak için önce Antakya Arkeoloji Müzesi’ni gezmelisiniz, çok başarılı düzenlenmiş, genç ve yakışıklı bir müze.
Atatürk’ün bize son hediyesi
Hatay I. Dünya Savaşı sonrasında Suriye birlikte Fransızların elinde kalmıştı. Atatürk, Hatay’ın da kurtarılıp anavatana katılması için çalışmalara başladı. “Hatay benim şahsi meselem” demişti bu konuda. Ne kadar kararlı olduğumuzu göstermek için ağır hasta olduğu halde sınır birliklerini teftişe gitti, gerekirse savaşmayı bile göze aldığımız mesajını verdi Fransızlara. Sonuçta 2 Eylül 1938’de bağımsız Hatay Devleti kuruldu.
Ama Atatürk’ün ömrü, Hatay’ın tek kurşun atmadan Türkiye’ye katılışını görmeye vefa etmedi. Hatay Devleti o vefat ettikten yaklaşık yedi ay sonra meclis kararıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldı.
İşte Suriye’nin bugün bile içine sindiremeyip haritalarda kendi sınırları dahilinde gösterdiği Hatay gerçeği…
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/savas-ozbey/muzede-bir-gece-42183139
İlk yorum yapan siz olun