Başarılı insanların ortak özelliği nedir? Çok çalışkan olmaları mı, çok zeki olmaları mı? Veya iki yeteneğe birden sahip olmaları mı?
İş insanı Bülent Eczacıbaşı iş deneyimlerini aktardığı “Aklımızda Bulunsun”adlı kitabında bu soruyu da tartışıyor
Ünlü bilgin Charles Darwin günde 5-6 saat çalışır, vaktinin geri kalan kısmını gezerek, mektup yazarak, eğlenerek geçirirmiş. Ama malum, dünyayı sarsan 19 kitap yazmış, tarihe geçmiş bir isimdir. Einstein’ın da öyle pek çalışkan olmadığı söylenir. Zekâ da tek başına başarı anahtarı değildir.
Nitekim çok zeki ve çok çalışkan bazı insanlar hayat yollarında hiçbir baltaya sap olamadan kaybolup gitmiştir. Peki, çalışkanlık ve zeka tek başlarına veya birlikte baş etken değilse hayatta başarının sırrı nedir?
Kitapta başarının anahtarının “azim” olduğu yargısına varılıyor.
Hedefe doğru kararlıkla yürümek, başarısızlıklardan yılmamak, ne olursa olsun mücadeleye devam etmek, sabırla azimle hedefin peşinden koşmak. Sır buradadır.
Peki, insanları azimle bir hedefin peşinden koşmaya yönelten nedir?
Bülent Bey’e göre o da “tutku”dur. Bir işin, bir projenin, bir amacın gerçekleşmesi için azimle çabalayanlar bu enerjiyi tutkularından alırlar. Merak ve tutku yoksa itici güç yok demektir.
Kitapta bu bölüm, Albert Einstein’ın şu sözleriyle noktalanıyor:
“Özel bir yeteneğim yok. Tutkulu derecede meraklıyım, o kadar.”
KAHVE
UNESCO 2013 yılında “5 Aralık” tarihini tüm dünyada “Türk Kahvesi Günü”ilan etmişti. Bu yıl Türk Kahvesi Günü ABD’de de kutlanıyor. New York Belediye Başkanı Eric Adams’ın da girişimiyle kentin ünlü meydanı Times Square’de kutlama yapılacak. Nasdaq Tower önünde meraklılara Türk kahvesi sunulacak.
Markamıza sahip çıkmamız önem taşıyor. Çünkü Türk kahvesi de yavaş yavaş elden gidiyor. Yunanistan’da ve çoğu Avrupa ülkesinde adı artık Yunan kahvesidir. Ermeni lokantalarında Ermeni kahvesi diye sunulur. Bu arada naçizane fikir, Viyana’da da bir tanıtım yapılmalı. Geleneklere uygun Türk kahvesini Türkiye’de bulamaz ama Viyana kahvelerinde içebilirsiniz. Orada kahve tepsi içinde, yanında bir bardak su, pirinç şekerlikte iki kesme şekerle birlikte gelir. Bazen küçük bir lokum eklenir. Çocukluğumuzda bizim kahvelerde de ikram böyleydi. Osmanlı’da öyleydi.
YAZARIN KÂBUSU
Ünlü yazar George Orwell’in “Kitaplar ve Sigaralar” adıyla piyasaya çıkan (Can Yayınları) kitabında İkinci Dünya Savaşı sonrasında verdiği bazı konferansların metinleri yer alıyor.
1947 yılındaki “Edebiyatın önlenişi” başlıklı konferansında Orwell, başta Rusya olmak üzere totaliter rejimlerde gazeteci ve özellikle edebiyatçıların konumunu ele alıyor. Diyor ki:
“Yaratıcı yazar, bakış acısına göre hakikat olan öznel duygularını saptırmak zorunda kaldığından özgür değildir. Yazar, kendi zihninin doğal manzarasını yanlış bir şekilde sunamaz; sevmediği şeyi sevdiğini, inanmadığı şeye inandığını ikna edici bir şekilde söyleyemez.
Bunu yapmaya mecbur kalmasının nihai sonucu yaratıcı yetilerini yitirmek olacaktır. Sorunu tartışmalı konulardan uzak durmakla çözmesi de mümkün olmaz. Özellikle de bizimki gibi siyasi bağlılıkların, korkuların ve nefretlerin dolaysız bir şekilde herkesin bilincinin yüzeye yakın olduğu bir çağda gerçekten apolitik edebiyat diye bir şey olamaz. Tek bir tabu bile zihni her yönüyle felce uğratabilir, çünkü özgürce peşinden gidilen her düşüncenin yasak düşünceye varma ihtimali vardır, bundan dolayı totalitarizm atmosferi her türlü düz yazı yazarı için ölümcüldür.”
BALIKÇI
Ünlü yazar John Steinbeck, balıkçılığın Amerikan politikasındaki önemini şöyle anlatır:
– Hiçbir aday önce bir balık yakalayıp onunla bir fotoğraf çektirmeden herhangi bir mevki için seçim yarışına girmeyi aklından bile geçiremez. Balıkçı olmayan biri başkan seçilemez.
Neden böyleymiş. Çünkü balığa zeki ve savaşçı niteliği atfedilir, aday sonunda onu yenerek kendisinin daha zeki ve güçlü olduğunu gösterirmiş.
Bizde böyle bir şey yok.
Hiçbir aday ne tuttuğu balıkla ne avladığı yaban domuzuyla güç gösterisi yapar.
Ya nasıl yapar?
Siyasi partide yükselmek istiyorsa genel başkanla fotoğraf çektirir. Bu fotoğraf yükselmenin yolunu açabilir.
Eğer ülkede liderliğe adaysa. O zaman ABD Başkanı’yla resim çektirmesi iyi olur.
Menderes’ler, Demirel’ler hep yola böyle çıktılar.
Balık tutmak gibi şansa dayalı uzun işlerle uğraşamayız!
SÜNGER
Kuraklık İstanbul ve Marmara’nın kapısını çalıyor. Geçen yıl bu vakitler İstanbul barajlarında doluluk oranı yüzde 41 dolayında iken, bu oran yüzde 34’e düşmüş. Son bir haftada kente biraz yağmur düştü. Ama çoğu yol kenarlarındaki beton oluklardan denize aktı gitti. Batı dünyası şimdi yağan yağmuru kaybetmemenin yollarını araştırıyor. Bu bağlamda sünger şehir kavramı ortaya atıldı. Amaç, yağan yağmurun betonların üzerinden kayıp denize akması yerine yer altına sevk edilmesini sağlamak. Şehirlerin, daha çok toprak alan bırakılarak suyu emmesi için düzenlemeler düşünülüyor. Bizde var mı böyle çalışmalar?
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/melih-asik/basarinin-sirri-6864466?sessionid=3
İlk yorum yapan siz olun