Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Ayasofya: “Kutsal Bilgelik”, Yunanca: Ἁγία Σοφία, Latince: Agia Sofia, Kutsal Bilgelik Kilisesi olarak bilinirken Türkçe: Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi olarak isimlendirilir.
Ayasofya’nın zemin planı:
1- Sıbyan mektebi, 2- Şadırvan, 3- Muvakkithane, 4- Mütevelliler dairesi, 5- Şehzadeler Türbesi, 6- III. Murad Türbesi, 7-II. Selim Türbesi, 8- III. Mehmed Türbesi, 9- Sebil, 10-Mermer sarnıç, 11- Türk payanda duvarları, 12- Kütüphane, 13- Vaftizhane (günümüzde Sultan Mustafa ve Sultan İbrahim Türbesi), 14- Sebil, 15- Minareler, 16- Omphalion (imparatorların taç giydiği yer ortadaki dairevi yer)
Omphalion
17- İkinci Ayasofya kalıntıları, 18-Ayasofya Medresesi (günümüzde mevcut değil), 19- Ayasofya İmareti (günümüzde mevcut değil), 20- İmaret Kapısı, 21- Mihrap, 22- Hünkar mahfili, 23- Minber, 24- Müezzin mahfili, 25- IV. Murad’ın yaptırdığı mermer kürsü, 26- Bergama’dan getirilen küpler, 27- Terleyen sütun, 28- Üst kata çıkan yokuş, 29- Alt kata iniş bayırı, 30- Hazine dairesi.
Bizans İmparatoru I. Justinyan tarafından, MS 532-537 yıllarında ilk Ayasofya’nın yerinde yapılan 3. kilisedir.
Aslı ise putperset Artemis tapınağıydı.
Aya Sofya adı, Nasıralı Hz.İsa’ya atfen “Kutsal Bilgelik” ya da “İlahî Bilgelik” anlamına gelmekte olup, Hristiyan ilahiyatında Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır.
23 Aralık 532’de inşaatı başlayan eser 27 Aralık 537’de tamamlandı.
Kilisenin açılışını İmparator Justinianus ve Patrik Eutychius büyük bir törenle birlikte yaptılar.
Ayasofya, o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman’ın Tapınağı’ndan daha büyük olduğundan İmparator I. Justinianus (Jüstinyen) halka yaptığı açılış konuşmasında, “Ey Süleyman! Seni yendim” demiştir.
Menkıbeye göre, Justinianus inşa ettireceği kiliseye ilişkin hazırlanan taslakların hiçbirini beğenmez.
Gece-gündüz yeni planlar çizen mimar İsodoros, rüyasında gördüğü şimdiki planı çizmiş ve imparator Jüstinyan bu planı beğenerek inşa ettirmiştir.
Aydın’lı 2 mimar, Milet-Balat (Didimli) İsidoros ve Trallesli (Efeler) Antemius’un başmimarlığı altında yapımına başlandı.
Ortakubbe yüksekliği 55, 60 metredir.
Ortakubbe çapı ise kuzey güney doğrultusunda 31,87 metre, doğu batı doğrultusunda ise 30,86 metredir.
(Bozulma ve tamir yüzünden kürevi kubbe yayvanlaşmıştır.)
Ayasofya, tarih boyunca isyan, savaş ve tabii afetler yüzünden sık sık tahrip olmuştur.
Ayasofya en büyük yıkımlardan birini 1204’te 4. Haçlı Seferi’nde Haçlılar tüm şehirle birlikte Ayasofya’yı da yakıp yağmalamıştır.
İstanbul’da 1204’den 1261 yılına kadar süren Latin işgali müddetince Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürüldü.
1054 yılında Patrik I. Mihail’in Papa IX. Leo tarafından aforoz edilmesiyle Hristiyanlık tarihindeki en önemli olaylardan biri olan Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kiliseleri birbirinden ayrıldı.
1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından camiye dönüştürüldükten sonra insan figürlü mozaiklerin üstü ince bir sıvayla örtülerek yüzyıllarca her türlü tahripten korunmuş halde bugün turistlerce seyredilebilmektedir.
İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır.
Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde bir kez (7 Mayıs 558 tarihinde) çökmüş, Osmanlı başmimarı Mimar Sinan’ın binaya dışpayandalar eklemesinden itibaren bugüne kadar hiç çökmemiştir.
“İnşaat sırasında duvarlarda tuğladan ziyade harç kullanılmış, kubbe yapı üzerine kondurulduğunda kubbenin ağırlığı, alt kısmı nemli kalmış harçla oluşturulan duvarların dışa doğru bükülmesine yol açmıştı.
558 depreminde yıkıldıktan sonra yeniden yapılan ana kubbenin yapımı sırasında genç mimar İsidorus, kubbeyi taşıyabilmeleri için önce duvarları yeniden dikleştirmiş fakat bütün hassas çalışmalara rağmen kubbenin ağırlığı yüzyıllarca bir problem olmaya devam etmiştir.
Kubbenin ağırlık baskısı binayı bir çiçeğin açılması gibi dört yandan dışa doğru açılmaya zorluyordu.
Aysofya’yı yıkıma sürükleyen bu sorun binaya Mimar Sinan’ın dıştan istinat payandaları eklemesiyle çözüldü.
Osmanlı döneminde mimarlar, bir binada kayma olup olmadığını anlamak için ya yapımı sırasında elle döndürülebilecek küçük bir dikey sütun ekler, ya da duvardaki 20-30 santimetrelik iki sabit nokta arasına cam yerleştirirlerdi.
Sütun, artık döndürülemediğinde veya söz konusu cam çatladığında binada kaymanın belli bir dereceye geldiği anlaşılmış olurdu.
Ayasofya’nın üst kat duvarlarında ikinci yöntemin izleri hâlen görülebilir.
Döndürülen sütun ise Topkapı Sarayı’nın harem bölümünde mevcuttur.” (Vikipedi)
Ayasofya diğer katedrallere (başpiskoposluk kiliseleri) kıyasla şu özellikleriyle ayırt edilir:
– Dünyanın en eski katedralidir.
-Yaklaşık bin yıl boyunca (1520’de İspanya Sevilla Katedrali’ne kadar) dünyanın en büyük katedrali unvanına sahipti.
– Günümüzde yüzölçümü bakımından dünyada dördüncü sırada gelmektedir.
– Dünyanın en hızlı (5 yılda) inşa edilmiş katedralidir.
– Dünyanın en uzun süreyle (15 yüzyıl) ibadet yeri olmuş yapılarından biridir.
– Anakubbesi; “eski katedral” kubbeleri arasında çap olarak dördüncü büyük kubbe sayılmaktadır.
– Ayasofya mimari yönden orta nef denilen büyük bir orta mekân, kuzey ve güneyde yer alan iki yan nef, doğu ucunda yer alan absis ve batı kısmında kapıların yer aldığı iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir.
7.500 m2’lik bir yüzölçüme sahip Ayasofya iki katlı bir yapıdır.
Ana salona açılan ortadaki ana kapıya, yalnızca imparator girip/çıktığından “imparator kapısı” adı verilir.
Bu kapının üst kısmındaki duvarda 9. yüzyıldan kalma bir mozaik bulunur.
Bu mozaikte ortada Hz. İsa, sağ madalyonda Cebrâil, sol madalyonda Meryem görülür. Sol alt kısımda görülen sakallı kişi Bizans imparatoru VI. Leon’dur.
İsa’nın elindeki Kitâb-ı Mukaddes’te Yuhanna İncili’ndeki bir sözü yazılıdır: “Size selam olsun! Ben evrenin nuruyum.”
***
Ayasofya’nın doğu orta kısmı ucu dışarı taşkın durumda olup üstü yarım kubbeyle örtülü bir apsisle (Kudüs yönünü gösteren niş (mihrap benzeri) son bulur.
Ayasofya, eski Doğu Ortodoks kiliseleri gibi geleneksel olarak Kudüs’e yönelik olarak inşa edilmiş, diğer kiliselerde olduğu gibi tam olarak Kudüs yönünü göstermekteydi.
İstanbul’a nazaran Kudüs ile Mekke yönü arasında az bir fark (birkaç derecelik) bir fark bulunmaktadır.
Bu yüzden İstanbul’da camiye çevrilen kiliselerde kıble yönünü göstermek üzere kilisenin apsisin içine yapılan mihrap absisin iyice sağına inşa edilirdi.
Fakat Ayasofya’da mihrap apsisin çok sağına değil, bitişik olarak hafifçe sağına inşa edilmiştir.
Çünkü Ayasofya binası tam olarak olması gereken yönde değildir, yani hafifçe Mekke yönüne doğru bir kayma göstermektedir. Bu bir yapım hatası olabileceği gibi, zelzelelerden dolayı zamanla sağa doğru kaydığı da düşünülmektedir.
Cebrâil’in parmağıyla Ayasofya’yı Kabe yönünde çevirdiği inancı, bu dikkat çekici gerçekten kaynaklanır.
Ortapencere altkısmı apsis, az sağı ise mihraptır.
Ve rahmetli Adnan Menderes’in yerine koydurttuğu 7,5 m çaplı Allah (cc), Muhmmed (asv) levhaları 1951.
Apsis duvarlarında Kur’an ayetleri yazılı dairevi çerçeveler içinde Allah, Muhammed, Ebubekir Ömer, Osman, Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılı olan sekiz yeşil daire bulunur.
Bu levhaların ahşaptan yapılan çok daha büyükleri de ana nefin (ana salonun) iç mekânını kuşatacak şekilde asılmışlardır.
Bu isimler 7,5 m yarıçapında olan bu 8 dev panoya hat sanatı tarzında yazılmış, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin (1801-1877) eserleridir.
1930’lu yıllarda restorasyon çalışmaları bahanesiyle yerlerinden indirilen bu panolar 1951’de Adnan Menderes tarafından yeniden yerlerine yerleştirilmştir.
Deisis (şefaat) Mozaiği: Sağ-güney üstkat bölümde.
Bu mozaikte ortada İsa, sağında Meryemana ve solunda Vaftizci Yahya görülmekte ve mahşer günü Meryemana ve Vaftizci Yahya, Kainatın Efendisi (pantakrator) İsa’dan insanlığı bağışlaması için niyazda (yakarışta) bulunmaktadır!
Bu mozaiğin bir özelliği, İsa’nın yüzünün sağ ve sol yarılarının birbirlerinden farklı olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Bu fark, sağ ve sol gözlerde de görülür.
13. yüzyılda (1261) yapılan bu mozaik tabloda sanatçı, İsa’nın yüz kısmına öyle bir özellik kazandırmıştır ki mozaikten Kudüs yönüne doğru 10-15 metre kadar yürüdükten sonra, geri dönüp bakıldığında hem İsa’nın yüzünün iki yarısı simetrik (bakışımlı) hale gelir, hem de İsa’nın gözleri o konumdaki kişiye bakar bir vaziyet alır.
İkonaklazma/Putkırıcılık Dönemi
9.yüzyılda İsa resminin tahrip edilişi
Bizans İmparatorluğu’nda ikon/kutsal resimlerin tahrip edildiği ve ikonlarla ilişkili her türlü dinî resmin/simanın yasaklandığı dönemdir.
Bizans ikonoklazmasının ilk devresi, III. Leon’un 726 yılında Halk Kapısı üzerinde bulunan İsa heykelini indirmesi ile başlayıp 787’de bitmiştir.
İkinci devre ise 814’te V. Leon tarafından yine Halk Kapısı’ndaki İsa’nın yerinden indirilmesi ile başlayıp, 843’te yine bir konsilin ikonoklazm karşıtı kararları ile sona ermiştir. (90 yıl kadar sürmüştür).
726’da III. Leo’nun emriyle, tüm ikona ve heykeller Ayasofya’dan kaldırılmıştır.
Ayasofya’da bugün görülen, suret/çehre tasvirli mozaiklerin hepsi ikonoklazma dönemi sonrasında yapılan mozaiklerdir. Bununla birlikte Ayasofya’da suret tasviri içermeyen mozaiklerden az bir kısmı 6. yüzyılda yapılan ilk mozaiklerdir.
İkonlar/ kutsal resimler; zamanla çığırından çıkıp bir zenginlik gösterişi haline gelmiş, mücevherle süslenmiştir.
Ayrıca şifa verici, bela savıcı şeklinde dinin parçası olarak algılanmıştır.
Manastırların vergi muafiyeti, keşişliğin dejenere olması gibi sebeplerle beraber; dini açıdan en önemli sebep; İslam’ın suret ve heykel yasaklarının, doğu hıristiyanlarını derinden etkilemesi olarak görülebilir.
Çünkü; ilk ikonkırıcılık müslümanlarla sınırdaş olan doğu ve güney kiliselerinde görülmüş, Batı/Roma hıristiyanlığı ile Doğu Hıristiyanlığı kopmuş, bu kopmaların siyasi ve dini sonuçları da olmuştur.
Kaynak: Ayasofya-1 – Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Kaynak: Ayasofya-1 – Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
İlk yorum yapan siz olun