100 yaşındaki “Anna Ana” mübadele günlerini, yeni yurtlarındaki hayatlarını ve yıllar sonra doğduğu yerlere gidişini anlattı.
İskender ÖZSOY
Ne günlermiş o günler, bile yazamayız.
O ‘Bile yazamadığımız’ günlerin gecesinde kabuslarla uyunurmuş meğer, her sabah yeniden doğulurmuş.
Bir büyük aydınlıkta bozulurmuş gecelerin kabusu.
Ortalık toz dumanmış.
Ve toz duman içinde ferman okunmazmış.
Ortalık toz duman olmadan önce, güllük gülistanlık olmasa bile hayat akıp gidiyormuş Sinasos’ta.
Ürgüp’ün Sinasos (Rumların ve Türklerin bir başka söyleyişiyle Sinason) beldesinde İzmir’in işgali ve Kurtuluş Savaşı sırasında hiçbir şey olmamış.
Hatta Ege ve Karadeniz’deki Rumların Yunanistan’a kaçış günlerinde bile.
O yıllarda Sinasos’ta Türklerin ve Rumların mahalleleri ayrıymış ama ilişkiler sıcak ve samimiymiş.
Paskalyalarda, bayramlara iki halk birbirlerini ziyaret eder, Müslümanlar Rumların yortularına parasıyla mum yaktırarak katılır; Rumlara “Benim için de dua edin” derlermiş.
Hıristiyanlar da Ramazan ve Kurban Bayramlarında şekerleriyle Türkleri ziyaret edermiş.
“Doğunun incisi” diye anılan Sinasos’un düzeni 30 Ocak 1923’te Yunanistan’la Türkiye arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’den sonra bozulayazmış.
O günden sonra ferman buyurulmuş büyük yerlerden.
Gidilecek.
Ve yüreklere düşen kor; ayrılık acısı.
Ne yaman acıdır o acı?
Bilebilir misiniz?
Yardan ayırıyordu felek binleri, günahsızları,
Yar memleketti, Sinasos’tu.
…
Sinasoslular mübadele olacağını 1923’ün temmuzunda “devlet”ten öğrenmiş.
Yola çıkışa kadar geçen bir yılda Sinasoslular kendilerini bir yandan ayrılığa alıştırırken bir yandan da hazırlıklarını yapmış.
Mübadele haberi alındıktan sonra hazırlıklar için kurulan komite üyeleri ve Sinason’un kanaat önderlerinden Serafim Rizos, kiliselerden ikonaları, kıymetli eşyaları ve evrakı toplamış; beldenin fotoğraflarını çekmiş, çektirmiş.
Kısacası Sinasos’un hafızasını kayıt altına alınmış.
AYRILIK GELİP ÇATINCA
Ve o gün.
Göç yolları görünmüştü.
O ayrılık günü gelip çatınca gözyaşlarıyla yola çıkılmış.
Sinasos’tan 1924’ün ağustos ayında at arabalarıyla başlayan dört günlük yolculukta Mersin’e varılıncaya kadar hiç zorluk çekilmemiş.
Rumlar, Türkler tarafından hırsızlara, soygunculara karşı korunarak Mersin Limanına kadar götürülmüş.
Mersin’den çıkış 2 Ekim 1924’te tamamlanmış.
Ve Yunanistan, bilinmezler ülkesi.
Çoğu Sinasoslunun adını bile bilmediği bir ülke ve o ülkede yeniden kurulmaya çalışılan yaşamlar.
Sinasos’tan “o ülke”ye gidenleri Mersin’den taşıyan gemi Pire’ye yakın bir liman olan Elefsina’ya bıraktı kader yolcularını.
Elefsina’da inenler daha sonra Yunanistan’ın Girit’ten sonra en büyük adası Evia’ya (Eğriboz) gönderildi.
…
Anna Lazopulu Papandreu’yu tanır mısınız?
O, Anadolu’nun bereketli topraklarında ulu bir çınarın kökleri kadar derine kök salmış yerli bir Rum’dur ve dahi Sinasosludur.
Ve henüz bebekken ailesiyle Eğriboz’daki Nea Sinasos’a zorunlu olarak iskan edilen Sinasos mübadillerinin son birinci kuşak tanıklarındadır; belki de sonuncusudur.
MÜBADELEDEN ÖNCE SİNASOS
Marangoz Nikos ve Elisavet Piseridu çiftinin yedi çocuğundan Anna Lazopulu Papandreu 1922 yılında Sinasos’ta doğmuş.
Şimdi “Anna Ana” anlatmaya başlayacak öyküsünü; aile büyüklerinden duydukları ve tanık olduklarıyla.
Ama bu röportajda onu hep birinci tekil şahıs olarak dinleyeceğiz.
Önce mübadelenin eşiğindeki Sinasos’ta hayat.
“Erkeklerin çoğu Sinasos dışında; İstanbul veya başka yerlerde çalışırdı. Bazıları iki üç yılda bir, bazıları daha seyrek köye, ailelerini görmeye gelirdi. Gelir gelmez de önce Aziz Nikolas Kilisesi’ne uğrar adaklarını teslim edip evlerine öyle giderlerdi. İyi kazançları olanlar kıymetli gümüş eşyalar getirirlerdi kiliseye. Erkekler ticaretle uğraşırdı. Bakkallık, havyar ticareti ve balık tuzlama işleri bizimkilerin elindeydi. Tuzlu balık, zeytin ve zeytinyağı makbule geçerdi. O yüzden zengin mevlitlerinde yarım dilim ekmek üstünde bir tuzlu balık ve iki zeytin dağıtılırdı. Koyunlar kesildiğinde yıllık yağ kuyruklardan alınır, etler de kavurma olurdu. Yazın sebze ve meyve kurutulurdu. Üzümden pekmez ve reçel yapılırdı. Yiyecekler bozulmasın diye serin kaya oyuklarında muhafaza edilirdi. Türkler bahçelerimize bakar, Paskalya Bayramı’nda onlara kırmızı yumurta ve paskalya çöreği verirdik. Serafim Rizos ailesinin komşusuyduk. Ablalarım, Rizos’un benden biraz büyük olan oğlunu gezdirirlermiş.”
“Doğunun incisi” Sinasos’un güzel günlerinin altüst olacağı günler gelip çatmıştır.
Türkiye’yle Yunanistan arsında imzalanan mübadele sözleşmesine göre terk edeceklerdir binlerce yıllık yurtlarını.
Kapadokya’nın en özgün köyüne ayrılık haberi 1923’ün temmuzunda ulaşır.
Anna Lazopulu Papandreu anlatıyor:
YENİ MEMLEKETTE HAYAT
“Sinasos’tan kağnılarla ayrılırken geçtiğimiz her yerde Türkler bizi ağlayarak uğurladı. Yanımıza yolda yememiz için ekmek ve sepetlerle çeşitli meyveler verdiler. Mersin’e kadar gittik. Gemiye bindik. Gemi çok kalabalıktı. Mersin’e başka bölgelerden gelenler de vardı. Bazıları hayvanlarını da getirmişlerdi. Her taraf pislik içindeydi. Bir ara fırtınaya yakalandık. Geminin batmasından korkulduğu için sandıkları denize attılar. Gemide Ürgüp’ten kaçırılan Aziz Yannis’in naaşı da vardı. Güç bela Elefsina Limanına geldik. Karantinada kaldık bir süre. Sonra Evia Adası’nın kuzeyinde bir köye geldik. Bir tepenin yamacında kurulan çadırlarda yaşamaya başladık. Suyu olmayan bir yerdi. O kışı çadırlarda geçirdik. Kış çok ağırdı. Çok ölen oldu o kışta, kıyamette. Sonra önderimiz Serafim Rizos okulları zorla açtırdı ve bir süre de okullarda yaşadık…”
Sonrası?
Sonrasını, yani yeni bir ülkede, yeniden kurulan yaşamları şöyle anlattı Papandreu:
“Babam marangoz olduğu için bize verilen arsada bir baraka yaptı. Herkes iyi kötü barakalar yaptı ve zamanla Nea Sinasos (Yeni Sinasos) kuruldu. Köyün ilk yıllarında sıtmadan ve sefaletten çok ölen olmuştu. Köyde önce okul ve kilise yapıldı. Aziz Nikolas Kilisesi’ne memleketten getirilen kutsal eşyaları yerleştirildi. Müze gibi. Gümüş şamdanlar, buhurdanlıklar, inciller ve aziz ikonaları. Bugün kilisenin temellerinde Sinasos’taki Aziz Konstantin ve Eleni Kilisesi’nden getirilen Nikolakis ve Evsevia Rizos un kemikleri var. Okul ilk zamanlar küçük, iki göz kerpiç bir yapıydı. Ben orada okudum. Sonraları tepede yeni okul yapıldı. Memleketten getirilen duvar saati şimdi orada. Bazı eski mühürler, kıyafetler ve kitaplar da orada. Anne ve babamızı çok erken kaybettik. Ben sekiz yaşındaydım. Abilerimden Kosmas evlendi. Eşi Anastu (Anastasia) bana annelik yaptı. Sinasos’ta bir kıza aşık olan Türk kaçarak bizimle gelmişti. Burada evlenip çoluk çocuk sahibi oldu. Ama Türklerle evlenip Sinasos’ta kalan kızlar da vardı.”
BARIŞ VE HUZUR
İşte geldik röportajın sonuna.
O zorlu günlerin çemberinden geçen Anna Lazopulu Papandreu bugün Nea Sinasos’ta çocuk ve torunlarıyla asude bir hayat sürüyor.
Ancak doğduğu ve yıllar sonra gidip gördüğü Sinasos’u ve orada kendisine karşı gösterilen sıcak ilgiyi unutamamış.
Şöyle diyor Anna Hanım:
“Sinasos’a iki kere gittim. Atalarımın memleketini yeniden görebildim. Bizi çok sıcak karşıladılar. Sağ olsunlar, çok güzel anılarım var. Bana sevgi ve saygı gösterilerinde bulundular, unutamam. Hâlâ bana hediye ve selam gönderiyorlar, unutmuyoruz birbirimizi. Çocuklarım, torunlarım hep gidip geliyor. Oradan da dostlar geliyor. Bu böyle devam edecek, inanıyorum. Ne isteriz ki, barış ve huzur içinde yaşamaktan başka.”
………….
Bu röportaj için Despoina Bougioukmanou‘ya teşekkür ederim.
https://www.evrensel.net/haber/474036/nea-sinasosta-son-sinasoslu
İlk yorum yapan siz olun