İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Modern Antakya’nın Mimarı: Vilyam Azaroğlu

Vilyam Azaroğlu, Cumhuriyet Antakyası’na yaptığı villalar, apartmanlar, oteller ve dini yapılarla damgasını vurmuş bir mimar. Onun mimari kariyerini takip etmek bir anlamda Antakya’da yıllar içindeki sosyo-ekonomik değişimin izlerine dair önemli ipuçları bulmak anlamına geliyor. Kendisi de Antakyalı bir mimar olan Şerif Süveydan, iki bölüm halinde yayınlayacağımız yazısında tam olarak bunu yapıyor. İlk bölümde, Azaroğlu’nun bıraktığı izlerin peşinden gitmeye nasıl başladığını anlatan ve Vilyam Bey’i tanıtan Süveydan, ikinci bölümde Azaroğlu’nun kariyerinin doruk noktasında yaptığı apartmanların ve dini yapıların izinden çok az insanın bildiği bir Antakya hikayesi anlatıyor. Süveydan’ın Azaroğlu Arşivi’nden ve Antakya Katolik Kilisesi Arşivi’nden elde ettiği eşsiz fotoğrafların eşlik ettiği bu yazı vesilesiyle, biz de Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’nin eski başkanlarından Vilyam Azaroğlu’nu ölümünün ikinci yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Vilyam Azaroğlu adını ilk ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum, ara sıra 1980’lerde henüz ben çocukken büyüklerin sohbetlerinde bu isim kulağıma çalınıyordu: “O bina mı, ha onu Vilyam Bey yapmıştı”, “Evet, o Vilyam’ın binası”, “Sağ olsun, Mösyö Vilyam çok güzel yaptı o binayı”. Özel isimden çok sanki bir markayı veya özel bir üslubu tarif ediyordu. Antakya’da Kışlasaray Mahallesi’ndeki pek çok apartman bu markayla anılıyordu. Mimarlık okumaya başladıktan sonra çocukluğumdan beri aşina olduğum, içinde yaşadığım bu binaların mimari özellikleri günlük yaşantımın bulutsu bir arka plan imgesi olmaktan çıkıp daha ayırt edilebilir hale gelmeye başlamıştı. Geniş balkonlara açılan karo mozaikle kaplı ferah odalar, geometrik desenli boyalı demir lamalı ve üzeri ahşap küpeşteyle biten balkon korkulukları, vasistaslı pencereleri gölgeleyen zarif söveler, yine vasistaslı ve buzlu camlı ahşap iç kapılar… Bu ve benzeri incelikli detaylarla örülmüş mekanlar çocukluk anılarımın büyük kısmının fonunu oluşturuyordu.

Bir süre sonra apartmanları üsluplarından ben de ayırt etmeye başlamıştım: Sanırım bu da Vilyam Bey’in binası, evet şu da, şuradaki de mutlaka onun olmalı. Hangi binanın Vilyam Bey’e ait olabileceği hakkında fikir yürütmek hoş bir egzersiz olmuştu. Mesleki gözle yapılan daha bilinçli tanışıklıktan 10 yıl kadar sonra, Vilyam Bey’le bir bayram ziyaretinde gerçekten tanışma şansını da bulmuş, Paris’te mimarlık eğitimi aldığını, Antakya ve yakın çevresinde yüzlerce binanın proje ve inşaatını tamamladığını öğrenmiştim. Maalesef, yaşı bir hayli ilerlemiş olduğu için bu binaların hikayesini kendisinden uzun uzun dinleyememiştik.

Bu karşılaşmadan 10 yıl kadar sonra Antakya’ya yine bayram ziyareti için geldiğimde çocukluk arkadaşlarımdan birinin oturduğu apartmanın hemen yanındaki aynı üsluptaki binanın yıkılmış olduğunu gördüm. Yanındaki arkadaşımın oturduğu Yener Apartmanı neyse ki hala ayaktaydı ama yandaki komşusunun yokluğunda sanki sakatlanmış gibi görünüyordu. Oysa şimdi karşımda duran apartmanın parka bakan balkonunda arkadaşımla oyun oynadığımız o hayal kadar güzel yaz günü hafızamda hala canlıydı. Çocukların kendi arasında Küçük Park (şimdi adı Yunus Emre Parkı olmuş) dediği ve yetişkin gözüyle gerçekten de küçük olan o parkın yeşilliğine bakan iki zarif binadan biri yoktu. Diğeri ise iki yanında yükselen yeni komşularının dev cüssesi arasında sıkışmış küçük bir mücevher gibi duruyordu.


Nehna

Yorumlar kapatıldı.