Brüksel’de Sayfo anısına düzenledikleri resim sergisine dair gazetemize konuşan yazar Nurgül Çelebi, “Bu bir nevi açık bir çağrıdır: Süryanileri, Pontosları, Rumları ve Ermenileri, katliam mağdurlarını yeniden kazanmalıyız” dedi.
Bethnahrin’in (Mezopotamya) en eski ve yerleşik halklarından olan ve Hıristiyanlığı kabul eden ilk halk olan Süryaniler (Asuri-Arami-Keldani), 1915 yılında Sayfo yani “kılıç” diye adlandırdıkları Soykırıma maruz bırakıldı.
Süryaniler bu yıkımla nüfuslarının üçte ikisini kaybetti, 700 bin Süryani’den geriye yalnızca 200 bin kişi kaldı. Sayfo Süryani Soykırımı’nda yaklaşık 500 bin Süryani yok oldu, 300 bini katledildi, geriye kalan yaklaşık 200 bin kişiden de bir kısmı din değiştirip kimliğini kaybetti, bir kısmı da yaşadığı coğrafyadan göç etmek zorunda kaldı.
1915 Sayfo Süryani Soykırımı’nın yaşandığı bölgede Süryani nüfusu 200 bine düştü. Türkiye’de yaşayan Süryanilerin nüfusunun ise yaklaşık 35 bin civarında olduğu biliniyor. Soykırımın ardından zorunlu göçler, “Türkleştirme ve Müslümanlaştırma” politikalarıyla birçok Süryani kimliğini kaybetti, gözaltında veya “faili meçhul” cinayetlerle zorla kaybettirildi.
Yazar Nurgül Çelebi ile Brüksel’de Sayfo anısına düzenledikleri resim sergisi üzerine söyleşi yaptık.
Institut Mesopotamie de Bruxelles olarak Sayfo anısına bir resim sergisi düzenliyorsunuz. Sergi broşürlerinde bir incir ağacı dikkat çekiyor. Bunun sebebi nedir? Neden resim sergisinin adı/sembolü incir ağacı?
Sergimiz için incir ağacı oldukça önemli bir sembol. Zira bir öyküsü var. Bundan 12 yıl önce yayınlatış olduğum ilk iki romanım Yarına Dokunmak ve Aşka Dokunmak isimli kitaplarımın da seri adı aynı zamanda. Bu romanlarım, Süryani büyük ninem Zilfo’nun Sayfo dönemi yaşadıklarını da ele aldığım dram türünde kitaplar oldu ne yazık ki. Ne yazık ki diyorum zira böyle bir katliamın hiç yaşanmamış, yaşatılmamış olmasını dilerdim. İncir Ağası ise benim için Sayfo’nun en travmatik nesnesine dönüştü. 107 yıl önce Kerboran’da bir gecede öldürülmüş olan dört yüzden fazla insanımızın huzura kavuşamamış ruhlarını anımsatıyor. Öldürüldükten sonra dini usullerince defnedilmemiş olan insanların çürümeye yüz tuttuğunda bedenleri kokmasın diye üzerlerine dikilen incir ağaçlarını ifade ediyor. Acı ama gerçek… Buna benzer nice hikayeler duydum Sayfo dönemi yaşanmış olan. Benim için de kökleri öldürülen o insanlarımızın bedenine batan ve onların ruhuyla beslenen o incir ağaçları bir nevi sembole dönüştü. Köklerinin altında yatan yüzlerce insanın yaşadığı vahşetle dalları ağırlaşan, verdiği meyveler hüznün sarısına solan incir ağacı…
Sayfo’nun yeterince bilindiğini düşünüyor musunuz? Katliam hakkında yeterli bilgi ve belge var mı? Sayfo hakkında yazdığınız bu romanlar ilgi çekti mi?
Ne yazık ki, yaşatıldığı topraklarda bırakın bilinmeyi adı dahi duyulmuş değil diyebilirim. Diaspora Süryanilerinin girişimleri, yaptıkları etkinlikler ve Sayfo anıtları sayesinde Batı’da bilinirliği arttı elbette. Hatta çoğu Avrupa ülkesi Sayfo’yu soykırım olarak tanıdı. Ancak Türkiye’de bunu konuşmak dahi pek mümkün değil. Yazmış olduğum romanlar Sayfo Katliamı’nın yer aldığı ilk kitaplardı ve okurlarda aldığım geri bildirimler neredeyse bu katliamın hiç bilinmediğini göstermişti. Elbette 12 yıl içerisinde çok şey değişti. Bilinirliği arttı ancak henüz yeterli derecede bilindiğini sanmıyorum Sayfo’nun. Üzülerek söylüyorum ancak bu coğrafyanın en kadim toplumlarından biri olmalarına rağmen Süryanileri dahi bilmiyor çoğu insan. Birlikte yaşadıkları, alışveriş yaptıkları, komşu oldukları bu insanların kim olduğunu dahi bilmeyen bir toplum içinde yaşıyoruz. Dolayısıyla 107 yıl önce bu toplumun büyük bir katliama uğradığını bilmemelerini çok normal karşılıyorum.
Yazdığım romanlar beklenen ilgiyi gördü mü emin değilim. Zira Sayfo adının geçtiği ilk kitaplardı Türkiye’de. Ancak bu kitapları yazma maksadım ilgi odaklı değildi. Daha ziyade ninem Zilfo’ya duyduğum bir gönül borcuydu. Turabdin’i, Mezopotamya coğrafyasını hiç bilmeyen kişilere de ulaşabilmekti. Bir kişiye dahi ulaşmış olmak kafiydi elbette. Buna rağmen açıkçası bu güzel toplumu ve maruz kaldıkları haksızlığı daha fazla insana ulaştırabilmek ve farkındalık oluşturmak bir yazar olarak beni daha çok tatmin ederdi.
Resim serginizde de vurgu yaptığınız üzere Sayfo Soykırımı esnasında kadınların durumu ve kaderlerine ayrı bir alaka duyuyor ve ilgileniyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Elbette kadın olmanın, yürüttüğüm çalışmalarda ağırlığı kadınlara vermemde büyük bir etkisi var. Lakin İncir Ağacı resim sergisinin ana temasını bilhassa kadın üzerinden belirlemiş olmamın iki sebebi bulunuyor. Bunlardan ilki elbette Sayfo Katliamı’nda ailesini yitiren büyük ninem Zilfo… Onun yaşadığı travmayı, kaybı yüreğimde hissettim yıllarca. Şahit olduğu korkunç sahneler bazı gecelerimi kabusa çevirdi. Böylesine büyük bir acı yıllarca yüreğimde sancıdı anlatılma arzusuyla. Bu beni hem Zilfo’ya karşı hem de benzer acıyı yaşamış Süryani kadınlara karşı aşırı derecede hassaslaştırdı.
İkinci sebep ise Sayfo’da en büyük kaybı, acıyı kadınların yaşamış olduğunu anlamamdı. Zira erkekler öldürülerek bir nevi kurtuluyordu. Fakat kadınlar kocalarını, çocuklarını, kardeşlerini yitirmekle kalmıyor aynı zamanda alıkonuluyor, hiç bilmedikleri adamlarla evlenmek zorunda kalıyor ve ait oldukları kültürden, dinden koparılıp başka bir dine inanmaya zorlanıyordu. Bu sanırım kadınların daima en büyük acıyı çeken taraf olduğunu gösteren bir kanıt. O yüzden resim sergisinde kadının gözünden Sayfo’yu aktarmayı istedim. Ressamlarımızın da bilhassa kadın olmasına özen gösterdim.
Sergi broşüründe dikkat çekici bulduğum bir cümle var: “kanın yerine renklere boyamak tuvali…” Biraz bu cümleyi açabilir misiniz?
Bu cümleyi yazarken gerçekten samimiydim. Biz, intikam duygusuyla hareket etmiyoruz. Tüm istediğimiz sadece katliamda yaşananların bilinmesi ve samimi bir dille kabul edilip özür dilenmesi. Zira bu travmayı atlatmak için Süryanilerin gerçekten samimi bir özre ihtiyacı var. Nihayetinde kimse filmi başa sarıp katliamın yaşanmasını engelleyemiyor ya da ölenleri geri getiremiyor. Ancak dürüstlükle olanların kabulü ve kendi içine kapanmış olan bir toplumun tekrardan kazanılması atılacak olan samimi adımlara bağlı. Bunu önemsiyorum ve elbette Süryani toplumunun ölenlerini huzur içinde anabilecekleri bir anma günü olmasını da… Bu yüzden intikam duygusundan arınmış, kana değil rengarenk boyalara bulanmış tuvali hayal ediyorum.
Bu bir bakıma zeytin dalı uzatmak mı?
Barışın dili sağlam ve dayanıklı olmalı. Kolayca yıkılmamalı. Bu yüzden tüm darbelere, fırtınalara dayanıklı bir zeytin dalı elbette önemlidir. Ancak katliama uğrayan, mağdur edilen taraf olmalı zeytin dalı uzatılan, uzatan değil… Bu yüzden o zeytin dalını karşı tarafa cesaret vermek ve hatasını kabul edip o dalı uzatmaya teşvik etmek için tutan taraf olarak görüyorum kendimi. Bu bir nevi açık bir çağrıdır: Süryaniler (Asuri-Arami-Keldani), Pontosları, Rumları ve Ermenileri, katliam mağdurlarını yeniden kazanmalıyız.
Enstitünüz hakkında ve gelecekteki programlarınızla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?
Institut Mezopotamie de Bruxelles olarak Süryaniler başta olmak üzere tüm Mezopotamya halklarını temsil etme hedefiyle yola çıktık. Hem aydınlarımızı yetiştirmek hem de akademik alanda yapılacak çalışmaları maddi manevi desteklemek ve teşvik etmek için birçok projemizi hayata geçirmeye başladık. Bu projelerden ilki bir sanat etkinliği olan İncir Ağacı resim sergisidir. Bunun yanı sıra online seminerlerimiz, çeşitli çalıştaylarımız, edebiyat etkinliklerimiz, atölye çalışmalarımız ve kadın konferanslarımız da planlanmıştır. Örneğin, alanında uzman akademisyenler tarafından Sayfo’nun sosyolojik, dilsel, hukuki ve politik açılardan ele alınacağı bir online seminer hazırlıyoruz. Ayrıca Temmuz-Ağustos aylarında gerçekleştireceğimiz sertifikalı yaz seminerlerimiz hazır. Bu çalışmaların yanı sıra gastronomi alanında yapmayı planladığımız projeler, yayınevi kurma planı, çeşitli öğrenci değişim programları ve benzeri çok yönlü projelerimiz mevcut, yakında her birini hayata geçirmeyi hedefliyoruz.
Biz, enstitü ekibi olarak yok olmak üzere olan bir kültürü yeniden canlandırmaya ve yaşatmaya hazırız. Bu amaçla tüm topluluklarımızı bize katılmaya ve enstitümüze destek olmaya davet ediyoruz. Unutmayın! Güçlü ve dayanıklı zeytin dalı hayata tutunur… Ve biz bir zeytin ormanı kurmaya hazırız! Sizi de yanımızda olmaya, canımıza can katmaya davet ediyoruz.
İlk yorum yapan siz olun