Mehmet KARABEL
Kaç yaşında olursa olsun…
İnsanoğlunun öldüğü gün…
Hiç doğduğu güne rastlar mı?
Belki, milyonda bir…
O da büyük tesadüf…
Aynen…
Bu hikayenin kahramanı gibi…
***
Tam 97 yıl önce bugün…
Kendi sesleniş biçimi ile “Diyarıbekir”de dünyaya geldi…
Ailesi Ermeni asıllıydı…
O’na “Samuel Agop Uluçyan” adını yakıştırdılar ama…
Herkes O’nu “Samo” diye çağırıyordu…
Yöredeki…
Süryani ve Keldani gibi gayrimüslim ailelerin…
Yaptığı gibi “puşicilik / ipek dokumacılığı” ile geçiniyorlardı…
İlkokulu anca tamamlayabildi…
Hep baba mesleği ile hayatını kazanmaya çalıştı…
Hazin sesli, ufak tefek delikanlıydı…
Diyarbakır Musiki Cemiyeti’nde türkü söylerken…
Acıklı, içe dokunan sesi ile herkesi büyülüyordu…
Gözlerinin feri hep parlaklılığını korurdu…
***
Serde delikanlılık var ya…
“Şimdi aşk zamanıdır, aşk ömrün baharıdır…” derler ya…
Bizim ufak tefek “Samo” da vurulur mahalleden bir kıza…
Güzeller güzelinin adı Gül’dür…
Bir rivayete göre hükümet tabibinin kızıdır…
Samo, her akşam el ayak çekildikten sonra…
Sevdiği kızın evine gider…
Ahşap kapının kocaman anahtar deliğinden…
Kısık sesle seslenirmiş:
“Güüül, Güül, Gül…” diye…
Avlunun tarafından sese yanıt gelir; “Efendim” diye…
Samo bi’daha seslenir:
“Nefesini, sesini, soluğunu üfle Gül… Ciğerlerim bayram etsin… Bak, ağzımı dayamışım kilidin deliğine, hadi…”
Gül’ünün nefesini ciğerine çeken Samo…
O gecelik “gıdasını” alır; evine döner…
Her büyük ama “imkansız aşk”ta olduğu gibi…
Sevdalı kalpler asla birleşemez…
Samo da…
Dudağında Gül için bestelediği…
“Bir Gül için terk ettim
Ben Diyarıbekir’i
Yeter bu cilve, naz
Yeter ağlatma beni” türküsü ile…
Doğduğu, büyüdüğü kenti terk ederek…
Taşı-toprağı altın İstanbul’a gelir…
***
İstanbul’a göçen herkes gibi…
Hemşehrilerini bulup onlarla aynı evde kalmaya başlar…
Tıpkı kendisi gibi “esas isimlerini” kullanmayan bu hemşehrileri…
Yeşilçam’ın Ermeni asıllı emektarları…
Danyal Topatan ile Vahi Öz’den başkası değildir…
Nedendir, bilinmez ama…
“Samo” da, Ermeni olarak bilinmesini istemez…
Bir dokuma fabrikasında çalışmaya başlar…
Bir türlü Gül’ü unutamaz…
Kahreden aşkını şarkılara döker:
“Bir Gül gibi kıvraktır,
Bülbül gibi şakraktır…
Aşk bana ıstıraptır,
Yeter ağlatma beni…”
Fabrika işçisi “Samo” Allah vergisi üretken bir bestecidir…
Tam o yıllarda…
Yeni yeni ünlenmeye başlayan Zeki Müren…
Samo’nun…
“Bir Dilbere Müptelâdır Gönlüm” şarkısını ister…
Radyoda seslendirir…
O gencecik dokuma işçisinin besteleri…
Yavaş yavaş dillerde dolaşmaya başlar…
Bir gün…
Yine hemşehrisi olan film yapımcı Mümtaz Alpaslan’la tanışır…
Samo’dan, yeni filminin müziğini yapmasını istedi…
Sonra, gözlerini Samo’ya diker…
“Filmde küçük bir rol var, oynar mısın?” diye sorar…
İşte o gün…
Samo’nun hayatı değişir…
***
İlk filmi “Kara Davut”ta, 68 yıl önce…
Cüneyt Gökçer, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur’la oynar…
Sanatçı ruhu…
Samo’yu coşturmuştur…
Afişlerdeki adı; bir anda “Sami” oluverir…
Türk Sineması’nın unutulmaz komedi karakterleri arasına girer…
44 yıl boyunca 1000’dan fazla filmde rolünün hakkını verir…
Son filmi…
1997’de çevirdiği “Bitmeyen Bekleyiş” olur…
Bi’daha O’nu setlere çağırmazlar…
72 yaşında, zar zor, üstüne para vererek emekli olur…
***
Ermeni asıllı olduğunu hiç unutmadı ama…
Hep sakladı…
Vefatından yedi yıl önce kendisiyle yapılan röportajda…
Gazeteciden utana-sıkıla şunu rica etti:
“Öleyim ondan sonra yaz Ermeni olduğumu…”
***
Çok yönlü bir sinema emekçisiydi…
Ancaaak…
Ne güfte yazmayı ne de beste yapmayı bırakmadı…
“Derdimi Kimlere Desem” eserini…
Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses…
Albümlerine koydular…
Sayısız filmin müziklerini yaparken…
O filmlerin komedi karakterlerine can verdi…
Besteleri şahaneydi…
Hep filmlerden hatırladığımız o “komik adam”ın…
Yazıp, bestelediğini bilmeden…
Dinledik o duygu dolu şarkıları…
***
Son filminden sonra…
Birçok Yeşilçam emekçisi gibi…
Unutuldu…
Sete çağıran olmadı, şarkılarını kapıda bekleyenler kayboldu…
Delikanlı iken aşık olduğu Diyarbakırlı Gül’e…
Bi’türlü kavuşamadığı için olsa gerek…
Hiç evlenmedi; hep yalnız yaşadı…
Birkaç dostunun gayretiyle…
Huzurevine taşınmak zorunda kaldı…
Kendisiyle ilgili gazete kupürlerini hep ceplerinde taşıdı…
Şeker ve tansiyon hastasıydı…
Takvimler, 22 Ağustos 2002’yi gösterirken…
Akşam saatlerinde fenalaştı…
Hastaneye kaldırdılar ama kurtaramadılar…
Mezar taşının üstündeki…
“Duyan ağlar, gören ağlar, böyle bahtı karalıya” satırları ise…
Yıllar önce yazdığı bir şarkının sözleriydi…
***
22 Haziran 1925’te doğan…
22 Haziran 2002’de…
Hayata gözlerini yuman…
Yeşilçam’ın gelmiş geçmiş en usta oyuncularından…
Sami Hazinses’in acıklı öyküsü burada sona eriyor…
Filmlerde hep iyi insanı oynadı…
Hep ağlamaklı bir yüzü vardı…
Hiç dikkat ettiniz mi?
Komikken bile hüzünlüydü…
Her gece TV’lerin naftalinli kuşaklarında izlediğiniz…
Neredeyse 10 Yeşilçam filminin…
Garanti yedi tanesine terini akıtmış…
Sami Hazinses’nin…
Soyadına yakıştırdığı “hazin” yaşamı…
Sorarım size…
Bugün yaşayan bi’tane dizi oyuncusu var mı?
Nokta…
Sonsöz: “Sakın acında kaybolma… Bil ki, çektiğin acı bir gün dermanın olacak… / Hz. Mevlana…”
https://www.egedesonsoz.com/yazar/ermeni-oldugumu-olunce-yaz-n-olur/17062
İlk yorum yapan siz olun