İlter TURAN
Geride bıraktığımız hafta son birkaç yıldır süreklilik -hatta Joe Biden’ın iktidara gelmesiyle belki de hız- kazanan Türk-Amerikan ilişkilerindeki bozulmanın yeniden inşası açısından önem arz ediyor. İlişkilerdeki gerileme tek bir olay, kaynak veya kurumdan kaynaklanmayan, muhtelif faktörlerin bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan bir durum. Bunlardan en önemlisi Soğuk Savaş sonrasında dünya siyasetinde meydana gelen değişimler. ABD bu dönemde de NATO’daki ve daha genel olarak Batı dünyasındaki sorgulanmayan egemen konumunu sürdürmek isterken, rakip kutbun ortadan kalmış olması dolayısıyla camianın diğer üyeleri ABD’ye uymakta daha isteksiz davranmaya başladılar. Amerika’nın Irak’ı işgali buna bir örnek olarak verilebilir. Birçok müttefik işgali ne onaylamış ne de desteklemişti. Türk hükümetinin Amerika’ya olumlu cevap verme niyetleri de TBMM’de akamete uğradı. Ancak, bu olaydan sonra, başta Amerikan silahlı kuvvetleri olmak üzere, Amerikan kurumları nezdinde Türkiye güvenilir bir ortak olarak görülmekten uzaklaştı.
2009 yılından sonra, Türk hükümetinin ABD’nin Ortadoğu politikasının ana unsurunu teşkil eden Israil‘e dönük siyasetini değiştirmesinden sonra, iki ülke siyasetleri arasındaki ayrışma giderek daha belirgin hale geldi. Kısa bir süre içinde, İsrail ile bozulan ilişkiler ABD ile olan ilişkilere de olumsuz biçimde yansımıştır. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin iyi olduğu dönemlerde ABD’deki Musevi lobileri de Türkiye’ye olumlu yaklaşıyorlardı. Bu destek özellikle Rum ve Ermeni lobilerinin etkili olduğu Amerikan Kongresinde önemliydi, çünkü bunlardan daha da güçlü olan Musevi lobisi onların etkisini dengeliyordu. Türkiye Kongre’deki dostlarının desteğini kaybedince, halen de şiddetini koruyan hasmane tavırlarla karşı karşıya kaldı. Gaza’ya insani yardım götüren bir gemideki on Türk vatandaşının İsrail komandoları tarafından öldürülmesi sorunları daha da ağırlaştırdı. ABD’nin iki ülkeyi tekrar bir araya getirme girişimleri sonuçsuz kaldı; ancak kısa bir süre önce ilişkilerini düzeltmeye başladılar. Her ne kadar, ilişkilerin iyileşmeye devam edeceği beklenmekteyse de, gelişmenin nasıl seyredeceği ve Türk-Amerikan ilişkilerine nasıl yansıyacağı üzerinde tahminlerde bulunmak için vakit erken.
Türkiye’nin dış politikasını değiştirerek, bölgede kurulacak bir Sünni Blok’un önderi olma ümidini gütmesi ABD ile ilişkilerinde bir başka uyuşmazlık noktası oluşturdu. Türkiye’nin Suriye’ye müdahale ederek Esat’ın yerine Müslüman Kardeşleri yerleştirme projesi tamamen iflas etti. Süreç ilerledikçe, Türkiye’nin bir türlü gerçekleştiremediği askeri başarıyı elde etmek için radikal İslamcı gruplarla işbirliği yaptığından kuşku duyuldu. Bu durum, ABD’nin radikal İslamcılarla mücadele için Suriye Kürtleriyle işbirliğine yönelmesine zemin teşkil etti. Ancak, ABD’nin ortak seçtiği PYD/YPG Türkiye’de terrorist faaliyetler yürüten PKK ile bağlantılı. Amerikalılar Türkiye’ye YPG ile işbirliğinin geçici olduğunu konusunda güvence vermekle birlikte, Türkiye ABD’nin uzun süreden beri Kuzey Suriye’de, Türkiye ile ilişkileri de sorunlu olmasına kesin gözüyle bakılabilecek bir Kürt devleti kurmaya çalıştığını düşünüyor.
ABD’den Patriot füzesi alımında ortaya çıkan güçlükler sonucunda Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri satın alması ilişkilerin bozulmasının bir başka nedeni. Bu alışverişe tepki olarak Amerikan hükümeti Türkiye’yi F-35 programından çıkarmış, Kongre ise ülkemizi Amerika’nın hasımlarına silah satışını yasaklayan CAATSA hükümlerine tabi kılmıştı. Türkiye, tepkiler karşısında füzeleri NATO sistemiyle irtibatlandırmayacağını açıklamış, montajını bile yapmayabileceğini bildirmişse de, Amerikalılar silahların Türkiye dışına çıkarılmasında ısrar etti. Özgürlüğünü, inandırıcılığını ve prestijini korumak gibi saiklerle, Türkiye’nin bu talebi karşılamaması anlayışla karşılanması gereken bir durum.
İlişkilerde rahatsızlığa yol açan muhtelif başka sorunlar da bulunuyor. Örneğin ABD 2016 yılında Türkiye’de askeri darbe girişimi düzenleyen tarikat lideri Fethullah Gülen ve avanesine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Türk hükümeti Amerikan hükümetinin Gülen’in planlarını bildiğinden ve desteklemiş olabileceğinden kuşku duyuyor. Türkiye’ye iade edilmesi konusunda girişimler şimdiye kadar sonuç vermedi. Bunun yanında, İran’a ticaret ambargosunu deldiği ileri sürülen Türk devlet bankalarının davaları da ABD mahkemelerinde halen devam ediyor.
Uluslararası ortamda Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin tetiklediği ani dönüşüm Türkiye’nin ABD, NATO ve AB ile yürüttüğü ilişkilerin çerçevesinin yeniden tanımlanmasına yol açtı. Artık NATO’nun Batı savunmasının vazgeçilmez bir aracı olduğu ve Türkiye’nin de ittifakın vazgeçilmez bir üyesi olduğu düşüncesi yeniden kabul görüyor. Dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerin dostane ve işbirliğini öngören bir çerçeveye oturtulması gerekiyor. Bu memnuniyet verici bir gelişme olmakla birlikte, uygulanmasının ne kadar kolay olacağı tartışmaya açık. Bay Biden Türkiye’ye dostane yaklaşan biri değil. Amerikan Kongresinde, savunma ve dış işleri bürokrasilerinde de Türkiye dostu camia kalmadı. Buna karşılık, Türkiye’de kamuoyu ABD’yi ülkenin bir numaralı düşmanı gördüğünü ifade ediyor. Sonuç: İlişkiyi yeniden inşa etmek kolay olmayacak. Yoğun gayretlere ve sabırlı olmaya ihtiyaç var. Sonucu da kimse garanti edemez.
İlk yorum yapan siz olun