İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Laikçilerin yegâne zırhı, annelerinin örtüsü!

***Metinde yer alan görüşle yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Zekeriya Say

YÖK eski başkanlarından Erdoğan Teziç, üniversitelerde uyguladığı başörtüsü yasağını savunmak için, “Benim annem mütedeyyindi, başörtülüydü” demişti.

Şimdilerde Sözcü gazetesinde kalem oynatan Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden ise sırf başörtüsünün İslamiyet ile hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyebilmek için, “Benim annemin de başı örtülü” zırhına bürünmüştü.

367 garabetinin mucidi olan ve AK Parti’deki başörtülü kurucuların üyelikten çıkarılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuran dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu da, “Benim annem de başörtülü” deme pişkinliğinde bulunmuştu.

Yargıtay eski Başkanı Eraslan Özkaya, ‘‘Kamusal alan olan mahkeme salonuna siyasal bir simge olan türbanla girilemez” dedikten sonra, “Annem de başörtülü” söyleminin arkasına sığınmıştı.

Başörtüsüne özgürlük getiren Anayasa değişikliği için yapılan tarihi oylama 411 oyla Meclis’ten geçtikten sonra Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığı Hürriyet gazetesinde, “411 el kaosa kalktı” manşetini atan ve 28 Şubat sürecinde vesayetçilerin borazanlığını yapan Ertuğrul Özkök de  “Annem başörtülüydü” diyenlerden…

Küçük yaşta annesini kaybettiği için “öksüz” kalan ve babasının evlendiği bir Ermeni kadın tarafından büyütülen Bekir Coşkun da her başı sıkıştığında “ikiyüzlülük” edip; “Benim ablamın ve annemin başı örtülü. Benim ailemde bir sürü türbanlı var” diyerek, kıvırmanın yollarını aradı.

Uzun yıllar başörtüsüne karşı amansız bir mücadele veren Radikal gazetesinde çalışan Cüneyt Özdemir de, “Ben dindar bir ailede büyümüş, annesinin başı örtülü olan bir gazeteciyim” diyenler arasında yer alıyor.

İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak da, “Annemiz ve ablalarımız gibi başını bağlayan Anadolu kadınının gerçek örtüsü olan başörtüsüne kimsenin söyleyeceği bir şey yoktur. Kimse de söylemez” dedikten sonra başörtüsüne “siyasi simge” iftirası atmıştı.

Başörtülülere “Nankör köpek” diye küfreden CHP Tekirdağ Gençlik Kolları Başkanı Önay Taşdelen de, “Benim annem de başörtülü” diyerek, rezaletini perdelemeye çalışmıştı.

Bir ara “Prof” diye pazarlanan, sonrasında ise alelade bir “kütüphane çalışanı” olduğu ortaya çıkan Muazzez İlmiye Çığ ise, “Başörtüsünü Sümerli tapınak fahişeleri kullanırdı” dedikten çok sonraları annesinin de örtülü olduğu itiraf etmişti.

86’sında bikini giyip kamera önüne çıkan, “Benim için dünyaya inmiş son kitap Nutuk’tur” diyen, “papaz okulu” Robert Koleji mezunu Gülriz Sururi de; “Başörtüsü takmak, üşürken bere giymek ya da kalpak giymek gibi bir şeydi” demeden önce, büyükannesinin başörtüsünden bahsetmişti.

Başörtülülere kan kusturan 28 Şubat’ın ceberut paşalarından Çevik Bir bile “Darbeyi ben yapmadım, İsmail Hakkı Karadayı yaptı” diyebilmek için “Benim annem de türbanlıydı” mavalını okumuştu.

Sadede gelecek olursak…

Türkiye’de bir laikçi, eğer Müslümanların kutsalına küfretmeyi kafasına koymuşsa, önce annesinin örtüsünden, babaannesinin seccadesinden bahseder, sonra da gözümüzün içine baka baka mukaddesatımıza küfrederdi.

İşte bu ‘Eski Türkiye artığı” fosilleşmiş kafanın son temsilcilerinden biri olan Müjdat Gezen de yaklaşık bir asırdan beri kesintisiz şekilde Müslümanlara küfreden Cumhuriyet gazete(!)sinde yazdığı ilk yazısında, annesinin seccadesinden bahsetti. Bununla yetinmedi.

Çocukluğunun, Fatih’teki Hırka-i Şerif’te geçtiği, iki camilerinin olduğunu anlattı.

Tam da mukaddes çağrının evrensel dili olan Ezan-ı Muhammedî’nin Arapça olarak okunmasının yasaklanışının 90. yıldönümüne denk gelen yazıda, Arapça ezan yasağı, CHP’nin tek parti diktatörlüğü döneminde uygulanmamış ve tam 18 yıl sürmemiş gibi, Ezan-ı Muhammedi’yi duvardaki bir kişinin resmine borçlu olduğumuzu söyledi.

Eğer resimdeki kişi, 16 Haziran 1950’de ezanı aslına rücu ettiren ve bu hamlesinin bedelini 27 Mayıs darbesinin ardından canı ile ödeyen Adnan Menderes ise eyvallah…

Değilse çok fena..  Zira aksi bir iddia, hezeyandan öteye gitmez!..

Bu arada, unutmadan hatırlatalım…

Kaleme aldığı ilk yazısında dine saygılıymış görüntüsü çizen Müjdat Gezen, kendi ifadesiyle, laikçi azgınların “baş yol gösterenlerinden” birisidir.

Cennetmekân Sultan 2. Abdülhamid Han’ın torunu, evli ve anne olan Nilhan Osmanoğlu’nun iffetine dil uzatacak kadar pespayeleşmiştir…

Şakşakçıları tarafından “usta sanatçı” diye pazarlansa da  “dümbelekçi” tiplemesi Darbukatör Bayram ile özdeşleşen…

Sahnelediği “Muzurevi” adlı oyunu çalıntı olduğu Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce tescillenen…

Ev arkadaşı olan ateist yazar Aziz Nesin bile gördüğünde; “Rezalet, sakın yayınlama bunu” dediği halde, kauçuk maskelerle “Homoti” adlı sapkın uzaylı homo filmi çeken…

Henüz 10-12 yaşındayken, hastalanan ilkokul öğretmeni yerine geçici olarak derslerine giren “Kadriye Hanım” adlı öğretmenine asılan…

Kendisinden 22 yaş küçük olan ve kendi ifadesiyle “hısmım” dediği Leyla Hanımla evlenmek istediğinde, annesinin; ‘‘Terbiyesiz, sen sübyancı mısın?’’ tepkisiyle karşılaşacak kadar problemli biri olan Müjdat Gezen, her ne kadar, “Annem ölene dek namaz kıldı. Benim dedem müderris ve hacı idi” dese de… 

Hayatı boyunca samimi Müslümanların hasımı oldu.

Ümmetin çocuklarına ‘kindar nesil’ diyecek kadar bayağılaşan Gezen, “başörtülü bir hâkime kendimi yargılattırmam” diyerek, yıllar önce aslında kim olduğunu çok iyi özetledi!.

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/zekeriya-say/laikcilerin-yegane-zirhi-annelerinin-ortusu-38125.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın