Karşılıklı özel temsilcilerin atanmasıyla Ermenistan ve Türkiye arasında başlayan diyalog süreci konusunda Ermeni Haber Ajansı Türkiye’deki siyasi çerçevelerinden farklı isimlerle, sivil toplumu temsil eden şahıslarla röportajlar gerçekleştirecek.
Türkiye’deki siyasi çerçevelerin ve genel olarak toplumun bu konuda ne düşündüklerini okuyucularımızın dikkatine sunmaya çalışacağız.
Bu röportajı CHP üyesi, uzun yıllar hakimlik yapan Mithat Ali Kabaali ile gerçekleştirdik. Mithat Bey bu soruların cevaplarında kişisel yaklaşımını sunduğunu ve bunun üye olduğu Partisi’nin resmi görüşü gibi algılanmaması gerektiğini belirtti.
Mithat Ali Kabaali 1965 yılında Antakya’da doğdu.
1986 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden derece ile mezun olduktan sonra 1987 yılında yapılan Hakimlik sınavını birincilikle kazandı ve stajını Antakya’da tamamladı.
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsünde Yüksek Lisansını yine birincilikle bitirdi ve Master of Science ( M. Sc. ) ünvanını aldı.
1990 yılında Diyarbakır’ın Hani İlçesine hakim olarak atandı.
2006 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 2006 yılında ” Basın Özgürlüğü ” ödülüne layık görüldü.
15.03.2011 tarihinde 23 yıllık yargıç iken istifa ederek siyasete girdi.
Bir dönem Cumhuriyet Halk Parti Genel Merkezinde Parti Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanı olarak görev yaptı.
Halen aynı Partide aktif siyasete devam etmektedir.
– Türkiye’deki farklı siyasi güçlerin Ermenistan ile ilişkiler konusunda farklı tutumları var. Partinizin yaklaşımının diğer güçlerin yaklaşımlarından farkı nedir sizce?
– Öncelikle belirtmem gerekli olan husus; Partide resmi herhangi bir görevimin bulunmaması sebebi ile burada beyan ettiğim fikirlerin tamamen şahsi / kendime ait kişisel düşünceler olduğu ve parti ile hiçbir bağının bulunmadığıdır.
Türk kamuoyu geleneksel olarak 1. Dünya savaşının patlak vermesi ile birlikte 1914 yılında ilk olarak Zeytun’da başlayıp daha sonra Osmanlı İmparatorluğunun diğer bölgelerine sıçrayan Ermeni isyanları sırasında ; İmparatorluğun farklı etnik köken ve dini inanca sahip mensupları arasında başgösteren çatışmalar üzerine iç güvenlik gerekçesi ile zorunlu bir “ Tehcir “ uygulamasına gidildiğini uygulama sırasında büyük acılar yaşanmasına karşın o günün savaş koşulları dikkate alındığında bunun makul / ölçülü bir tedbir olduğu inancındadır.
Geçmişte “Millet-i Sadıka “ olarak adlandırılan ve Devlet-i Aliyye olarak kutsanan Osmanlı İmparatorluğunda da önemli görevlere atanan Ermeni’lerin dış güçlerle işbirliği yaparak Türk’leri arkadan vurdukları yönündeki söylem o tarihten bu günümüze dek milliyetçi siyaset adamları tarafından kullanılagelmiş ve kendine bir hayli taraftar da bulmuştur.
Bir dönem Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı personeline yapılan suikastlar bu taraftarlığın daha da keskinleşmesine sebebiyet vermiştir.
Buna karşın okuma alışkanlığının artması ile olsa gerek işbirlikçi – isyancı Ermeni ile bu işlere karışmayan sıradan Ermeni arasında neden bir ayrım gözetilmediği ? verilmesi gereken ceza varsa bunun neden sadece suçlu Ermeniye kesilmediği soruları son dönemlerde kafaları karıştırmaktadır.
Partide görev aldığım süre zarfında yaptığım saha çalışmaları sırasında bizzat gözlemlediğim üzere Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti arasında geçmişte yaşananlarla günümüzde olup bitenler hakkında Partimiz mensuplarının düşüncesi homojen yani aynı ( türdeş ) değildir.
Bir kısım üyemiz yukarıda belirtilen düşünceye iştirak etmekte ancak bir kısmı da yaşanan acı olaylarla ilgili tarafsız bir çalışma yapılması gerektiğini düşünmektedir.
Bizzat Parti Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu 24.04.2021 tarihinde konuk olduğu Tele- 1 TV programında 1915 yılında yaşanan olaylarla ilgili olarak;
“Geçmişte acılar yaşandı mı ? Evet yaşandı , bunu inkar eden yok. Peki bunu incelemesi gereken kim ? Tarihçiler. Türkiye bu konuda hazır mı ? Evet hazır. Hatta Ermenistan’a çağrı yapıldı siz de açın arşivlerinizi , bağımsız tarihçiler gelsinler baksınlar olayı incelesinler“ diyerek bu konuda çalışma yapılması için açık çağrıda bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyetini kuranların kurduğu partinin sade üyesi sıfatı ile ; sorunuza yanıt olarak söylemek istediğim bugüne kadar bu konularda sessiz kalan yahut bilinen söylemi tekrar eden tutum yerine artık Partinin geçmişte yaşananların açığa çıkartılması konusunda ortaya bir irade koymasıdır. Diğer güçlerin konuya yaklaşımlarını kendilerinden sormanız gerekmektedir.
– Bildiğimiz gibi, geçmişte Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkileri ön koşulsuz normalleştirmeye yönelik girişimler oldu, ancak başarılı olamadı. Sizce Türkiye, süreçte yeniden bir çıkmaza girmemek için hangi adımları atmalıdır?
– Bilindiği üzere Ermeni’lerle ilk temas Türkiye Cumhuriyetinin öncülü olan TBMM Hükümeti ile aralarında [1917 yılında bağımsızlığa kavuşan] Ermenistan Demokratik Cumhuriyetinin de bulunduğu 3 Sovyet Cumhuriyeti ile 1921 tarihinde imzalanan Kars Antlaşması ile gerçekleşmiştir.
1991 yılına kadar birlik çerçevesinde yürütülen ilişkiler aynı yıl Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine ilan edilen Ermenistan Cumhuriyetini tanıma ile sürdürülmüş ancak 1993 yılında Kelbecer’in işgali üzerine Türkiye Cumhuriyeti , Ermenistan’a karşı izolasyon politikasıbaşlatmıştır.
AKP tarafından 2002 yılında kurulan 58. Hükümetten itibaren o ana kadar oldukça sıkı ve etkili şekilde uygulanan bu dış politika yumuşatılmış 2007 yılında İsviçre’nin de arabuluculuğunda başlatılan süreç 2009 tarihinde “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” protokollerinin imzalanması ile sonuçlanmıştır. Böylece iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin önü açılmıştır.
Ermenistan Cumhuriyetinin “önkoşulsuz“ Türkiye Cumhuriyetinin ise imzadan sonra işgal edilen toprakların boşaltılması “önkoşulu“na bağlı tuttuğu protokoller İki ülkenin parlamentosunda onaylanmalarının ardından yürürlüğe girecekleri kabul edilmişken dava üzerine taşındığı Ermenistan Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin durdurma kararı ile hayata geçirilememiştir.
Bu arada AKP tarafından kurulan 61. Hükümet döneminde 27.08.2011 tarihinde büyük bir cesaretle kamuoyunda “ Cemaat Mallarının İadesi “ adı ile anılan yasa değişikliği ile Vakıflar Kanunu değiştirilmiş ve aralarında Ermenilerin de olduğu azınlıklara ait malların iadesinin yolu açılmıştır.
2013 yılında zamanın Dışişleri Bakanı sayın Ahmet DAVUTOĞLU’nun “Komşularla Sıfır Sorun” politikası gereğince ilişkilerin normalleştirilmesi için çaba sarfedilmiş ancak sonuç alınamamıştır.
Sonuç alınamamasının en önemli nedeni Azerbaycan Cumhuriyeti faktörüdür.
Gerek Türkiye ve gerekse Azerbaycan tarafından haklı gerekçelerle kardeş devlet olarak tanımlanan ve “ Bir millet iki devlet “ olarak tarif edilen bu iki ülke arasındaki ilişki Ermenistan Cumhuriyeti ile olan ilişkiyi doğrudan etkilemektedir.
Azerbaycan Cumhuriyeti yukarıda özet olarak belirtilen ve 2007 yılından itibaren sürdürülen temaslardan duyduğu rahatsızlığı her platformda öne sürmüş ve bunun sona erdirilmesi için ekonomik [ doğalgaz dampingine son verme ve siyasi [İsrail ile ilişki kurma ] hamleleri yapmaktan da geri kalmamıştır.
Bu hatırlatmanın ardından sorunuza gelince 2020 tarihinde yaşanan ve “Dağlık Karabağ Savaşı” olarak adlandırılan çarpışma sonrasında Ermenistan & Azerbaycan arasında varılan uzlaşma gereğince önceden işgal edilen yerlerin iade olunduğunun her iki tarafça da hukuken kabul edilmesi karşısında 2009 yılında imzalanan protokollerin hayata geçirilmesi için Türkiye Cumhuriyetinin önkoşul olarak öne sürdüğü işgal olgusu sona erdiğinden Kanaatimce görüşmelerin Türkiye Cumhuriyeti açısından yeniden başlatılmasında bir sorun bulunmamaktadır.
Arap dünyasında “ Mısır’sız savaş Suriye’siz barış olmaz “ şeklinde ; yaşananlardan sonra deneyimlenmiş iki ülkenin coğrafi ağırlığını gayet güzel ifade eden bir kavram bulunmaktadır. Kanaatimce bu söz Kafkasya’ya uyarlanacak olursa “ Azerbaycan’sız barış olamayacağı “ için yeni arayışlarda sürecin tekraren bir çıkmaza girmemesi adına görüşmelere Azerbaycan Cumhuriyetinin de katılması uygun olacaktır.
– Sizce Türkiye’de bu konuda toplumun algısı, özellikle 44 günlük Karabağ savaşından sonra ne gibi değişikliklere uğradı, yani Ermenistan ile daha iyi ilişkiler için kamuoyunda bir talep var mı?
– Yukarıdaki ikinci paragrafta Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkinin niteliği ve derinliği hakkında açıklamalar yaptım.
Türk kamuoyu genel olarak işgal altındaki topraklarını geri almak için Azerbaycan Cumhuriyeti tarafından başlatılan harekata destek vermiştir. Savaş sırasında Ermeni askerlerinin sosyal medyada yaptığı bir takım kötü / iç bulandırıcı paylaşımlar da bu desteğin artmasına katkıda bulunmuştur.
Türk kamuoyu Rusya Federasyonunun aracılığı ile varılan ateşkesten memnun olup şimdiki beklentisi varılan uzlaşma hükümlerine uyulması ve bunun devamıdır.
Yaşananları soğukkanlılıkla değerlendirebilen kişiler Savaş sonrası varılan uzlaşma ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nin istediklerine kavuştuğunu ve artık ortada bir barış bulunduğuna göre buna uygun davranılmasını yani Ermenistan Cumhuriyeti ile ilişkilerin normelleşmesi gerektiğine inanmaktadır.
– Özellikle Ermeni Soykırımı konusunu da ele aldığımızda, Ermenistan ile Türkiye arasındaki diyalog sürecinden beklentileriniz nelerdir? Bir politikacı olarak Ermenistan ile ilişkilerin önemi sizin için nedir?
– Öncelikle gerek eski de olsa bir yargıç ve gerekse bir politikacı olarak 1915’te yaşanan olayların tüm yönleri ile açığa çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun sağlıklı yolunun da her iki tarafın aynı masada buluşmasında yattığına inanıyorum. Her iki tarafta bu inançta samimi politikacılar olduğu takdirde yolun düşünüldüğünden çok daha kolay olacağını da biliyorum.
Sebebine gelince 24 yıl yargıçlık yaptıktan sonra siyasete soyunduğumda Partim açısından bir ilki gerçekleştirerek farklı inanç mensuplarının dini liderleri Ortodoks Rumların önderi Patrik sayın Bartholomeos – Kadim Süryanilerin önderi Metropolit Yusuf Çetin – Katolik Süryanilerin önderi Papa vekili Yusuf SAĞ Musevilerin önderi Hahambaşı İsak Haleva ve o dönem Türkiye Ermenilerinin önderi Patrik vekili sayın Aram Ateşyan beylerle görüşmeler yapmış ve onlarla Parti Başkanını ilk kez biraraya getirmiştim.
Bu görüşmeler sırasında yaklaşık 80.000 kişilik cemaati ile Türkiye’de en kalabalık azınlığın o zamanki dini lideri sayın Ateşyan’ın 1915’te çok acı olaylar yaşandı bunun açığa çıkarılması lazım ama “Geçmişe saplanıp kalırsak bugünü elden kaçıracağız” sözünden çok etkilenmiş ve onu takip eden görüşmeler sırasında neler yapılabileceğini konuşmuş ilk önce parti olarak en kalabalık nüfusa sahip Ermeni cemaatinden birini milletvekili seçmek gerektiğini görünce bunu sayın Genel Başkana iletmiştim. Nitekim Ermeni kökenli Türk vatandaşı Selina DOĞAN hanım 25. ve 26. Dönem parlamentoda İstanbul milletvekili olarak görev yapmıştır.
Uzun yıllar sonra TBMM’de Ermenileri temsilen ilk defa CHP’li bir milletvekili yer almıştır. Bu sağlanan diyalog ile mümkün olmuştur.
Maddi gerçeğin ortaya çıkartılması daima düzgün bir ceza yargıcın asli amacıdır ve bundan sapması etik açıdan olanaksızdır. Ama geçmişte yaşanan olayları bugünün hakiminin yargılaması da kolay görünmemektedir. Üstelik ortada henüz böyle bir vakıa bulunmadığından konuşmanın başına 1915 yılında yaşananları koyduğunuz anda bugün için bir yol almanız mümkün görünmemektedir.
Bu sorunu ileride ayrı fasılda tartışmak üzere kenara bıraktığınız vakit. Bu gün için yapılması gereken iş üçüncü bir ülkeyi aracı koymadan tarafların doğrudan yüz yüze görüşmeye başlamasıdır.
Türkiye’nin I. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik arzusunu Washington’da büyükelçilik yapmış tecrübeli bir diplomat olan ve şahsen tanıdığım sayın Serdar KILIÇ’ı Ermenistan özel temsilci atayarak ortaya koymuştur.
CHP adına konuşma yetkimin bulunmadığını tekraran ifade ettikten sonra kişisel olarak bu girişimi destekliyor ve önemsiyorum.
Sonuç olarak:
İmparatorluk döneminde uzun yıllar içiçe yaşadığımız ve halen [ Samandağ’lı olan eşim sayesinde tanıdığım Vakıflı köyü sakinleri ] yaşamakta olduğum Türkiye dışı seyahatlerimde karşıma çıkan 3. kuşak nesillerin dahi halen Türkçe konuştuğu bu ırkın mensuplarına ait ülkenin izolasyonuna karşıyım.
Şahsınızda Ermeni halkına selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Bir gün bu ülkede Willy Brandt’ın 07.12.1970 tarihinde Polonya’da sergilediğini yapacak birinin çıkacağına da inanıyorum.
Hatırlanacağı üzere, Almanya’nın eski Başbakanı Willy Brandt, Nazi Almanya’nın işlediği Holokaust için 7 Aralık 1970 tarihinde Polonya’da Yahudiler’den özür diledi.
Yazar: Gevorg Kalloshyan
Kaynak:Ermenihaber.am
İlk yorum yapan siz olun