Nazar Büyüm
25 Ocak 2022
Bilgili, görgülü olması, fevkalade etkileyici bir kişiliğe sahip bulunması yanında, o dönemlerde Türkiye’nin en varlıklı insanlarından biri, dünya sahnesinde hatırı sayılan bir insan olduğu halde, ihtişama, gösterişe, debdebeye itibar etmeyen bir kişiliği vardı
1969’da yayımlanan, Türkiye’de genel kültürün başlıca kaynağı haline dönüşen Meydan Larousse’un reklamcısı Manajans’ta 1972-75 arasında çalışmış, ansiklopediyi yakından tanımıştım. ‘80’li yıllarda o ansiklopedideki bilgilerin artık eskidiğini gördüğümden ve öteden beri Encyclopeadia Britannica’yı başvuru kaynağım olarak kullandığımdan, artık Türkiye’ye yeni bir genel kültür ansiklopedisi gerektiğini düşünüyordum.
1982’de Frankfurt Kitap Fuarı’ndayım, bizim Adam Yayınları’nın küçük bir standı var. Fuara Encyclopeadia Britannica Inc. geniş bir pavyonla katılıyor. Oraya gittim, Britannica’nın editörü ve başkan yardımcısı Charles van Doren de orada. Tanıştık, Yurt Ansiklopedisi’nden, Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi’nden söz ederek, Britannica’yı Türkçe yayımlamak istediğimizi söyledim. İlgilendi, Britannica’nın genel merkezi Chicago’ya gelerek orada görüşmemizi önerdi. Randevulaştık.
Chicago randevusundan bir gün önce İnci ile New York’a gittik. Elia Kazan’ın romanı Uzlaşma çevirisinden beri takıntım haline gelen The Algonquin otelinde kalıyoruz. Akşam van Doren’den telefon, “Chicago’ya kadar zahmet etmeyin, biz bugün Roma’da Türkiye’den bir başka grupla Britannica’nın Türkçe yayını için niyet mektubu imzaladık,” dedi. Yapılacak bir şey yok, kös kös geri geri döndük. Niyet mektubunu Türkiye’den imzalayan grup, Cem Yayınları’nın sahibi Oğuz Akkan, Milliyet Gazetesi’nin sahibi Ercüment Karacan ve Şakir Eczacıbaşı idi. Bir süre sonra Oğuz Akkan vefat etti. Proje hayata geçmedi.
1985’te Britannica’ya yeniden yazdım, ilgimizi tekrarladım. “Ne olduysa, Türkiye’den bu konuda bu yıl yedi başvuru var. İnceliyoruz,”dediler.
Selahattin Beyazıt’la tanışıyor, sık görüşüyoruz. Uluslararası camiadaki yerini, etkisini biliyorum. Ona gittim, durumu anlattım. “Tamam, sen merak etme, ben ilgileneceğim,” dedi.
Ertesi gün aradı, ziyaretine gittim. “Nazar, dediğin gibi Türkiye’den çok yayınevi başvurmuş. Senin şirketin ile İletişim Yayınları öne çıkmış. Ben ağırlığımı senin lehine kullanamam, bu konuda elim kolum bağlı. İletişim’in kurucusu Osman bana babasının yadigarıdır,” dedi.
“Peki, ne yapalım, doğru olan neyse onu yap Selahattin Abi,” dedim. Sonra ekledim:
“Madem durum bu, ya İletişim kaybedecek ya biz, niçin ortaklaşa yapmayalım bu işi?” dedim.
Düşündü, iyi fikir, dedi. “Yalnız, ne Osman seni tanır, ne sen Osman’ı. Böyle bir projede sorun çıkmamalı. Ben de aranıza katılayım, birlikte yapalım,” dedi. Öyle de oldu, üçümüz eşit paylarla Ana Yayıncılık A.Ş.’ni kurduk, Osman Kavala’yı da öylece tanımış oldum. Sonrası tarih.
İş hayatında tanıdığım iki kişi beni çok etkilemiştir. Biri, 1967-70 yılları arasında çalıştığım Eczacıbaşı İlaç Fabrikası’nın yönetim kurulu başkanı Nejat Ferit Eczacıbaşı, öteki Selahattin Beyazıt. Selahattin Abi öncesinde ve sonrasında eşine rastlamadığım bir insandı.
Bilgili, görgülü olması, fevkalade etkileyici bir kişiliğe sahip bulunması yanında, o dönemlerde Türkiye’nin en varlıklı insanlarından biri, dünya sahnesinde hatırı sayılan bir insan olduğu halde, ihtişama, gösterişe, debdebeye itibar etmeyen bir kişiliği vardı. Bir siyah Doğan otomobili vardı; ön koltuğa, şoförünün yanına oturur, ofisine, toplantılara öyle giderdi. Yerli-yabancı pek çok önemli, saygın, ünlü insanların gelip gittiği Gayrettepe’deki ofisi de ortalama bir yerdi. David Rockefeller’den Margareth Thatcher’a, dünya çapında pek çok kişiye adlarıyla hitap eden bir kişiden söz ediyoruz. Nişantaşı’ndaki dairesi de, Kandilli’deki yalısı da son derecede gösterişsiz, sade yerlerdi.
AnaBritannica dünya çapında bir başarı kazandığı, Britannica üst yönetiminin ansiklopediyi kendi dillerinde yayımlamak isteyen İtalyan ve Rus yayıncılara bizi örnek göstererek bizden yardım/katkı almalarını önerdikleri yıllardı. Britannica’nın tepe yönetimi İstanbul’a geldi. Selahattin Abi Muharrem Nuri Birgi evinde akşam yemeği verdi. “Dünyanın 1 numaralı ansiklopedisi”nin üst yönetimine ikram ettiği soğuk çorbayı ben ilk kez orada tattım.
Çok yakınımdı. Cambridge yıllarından, Menderes özel kalemi yöneticiliğinden, babasından, dünya işlerinden, Türkiye’nin durumundan, basından, basına ilgisinden, işlerinden, oğlu Murat’tan, her şeyden ama her konudan söz açar, konuşur, anlatırdı. Danışmayı hiç ihmal etmez, ama sözümü dinlemezdi. AnaBritannica yayını için akıl verir, ben de onun sözünü dinlemezdim. Selahattin Abi Yönetim Kurulu Başkanı’ydı, ben murahhas üye idim.
Cenevre’de Richmond Otel’de Betül Mardin’in Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği’nin (IPRA)’nın başkanı seçilmesi onuruna verilen davete son dakikada yetişip, “Bu akşam beni sen kurtardın,” diyerek koluma giren odur. Tuvaletli kadınlar, smokinli erkekler arasında kıravatlı olan sadece biz ikimiz vardık. Ancak uzman gözlerin takdir edebileceği görgülü bir sükunet, özenli bir umursamazlık diyebileceğimiz şık bir giyim tarzı vardı. Usta terzilerin elinden çıkmış kostümlerin altına spor ayakkabılar giymeyi ve bunu asla dert etmemeyi kim yapabilir?
Selahattin Abi’min Galatasaray’ın efsane başkanı olduğunu, o yılları anlatan çok olacaktır. Ben zaten doğuştan BJK’li olduğumdan, olsa olsa, onun o yıllarını ve sonrasını bir miktar hasetle, bir miktar kıskanarak anarım. Onları bir yana bırakalım…
Tanımadığı, onu tanımayan insan yoktu. Dinlemediği, elini uzatmadığı kimse de yoktu.
Bebek tepedeki konakta Rupert Murdoct’a “İnsan biraz ne yaptığını bilmeli,” diyen de, İstanbul’da onu ziyarete gelen David Rotschild’I tanıtırken, “Bu David. Babası sayesinde kendini bir şey sanır,” diyen ve mizahı anlayan David’in teşekkürünü onu kucaklayarak karşılayan da odur.
Hayatında hissettiği tüm acıların arasında onun hep yanında, sevgiyle duran Ayşe (eşi) vardı, önemli; Murat (oğlu) vardı, önem verdiği; ülkede ve dünyada yaşananlar vardı, bildiği, yaşadığı, ıssızca içine gömdüğü. Bir gün bana, birlikte daha ileri işler yapmayı konuşurken, umarım bağışlar yattığı yerden bunu açık ettiğim için, “Nazar, aklını başına topla, bir Kürt ile bir Ermeni! Olacak şey mi?” diyendi Selahattin Beyazıt, benim abim.
Selahattin Beyazıt’ı en son Fransız Sarayı’nda Ara Güler’e verilen bir ödül davetinde gördüm. “Her yanımdan kan akıyor Nazar, kanıyoruz” dedi. Ne dediğini biliyordum.
Özel, çok özel bir insandı. Selahattin Abi, toprağın bol olsun.
https://t24.com.tr/yazarlar/nazar-buyum/selahattin-beyazit-abi,33975
İlk yorum yapan siz olun