İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sultan Alparslan kimdir, tarihte önemi nedir ve nasıl öldü? Sultan Alparslan’ın hayatı, eşi, çocukları, mezarı ve ölümü hakkında bilgiler

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
TRT 1 ekranlarında Alparslan: Büyük Selçuklu dizisi yayın hayatına başlıyor. Dizide, tarihimizin en önemli komutanlarından Sultan Alparslan’ın hayatı ve Türkler’e Anadolu’nun kapılarının açıldığı Malazgirt Savaşı işlenecek. Bu noktada, tarihte Sultan Alparslan’ın hayatı, eşi, oğlu, mezarı ve ölümü gibi birçok önemli detay da merak konusu oldu. Peki, Türk tarihinin en önemli komutanlarından olan Sultan Alparslan kimdir, önemi nedir, ne zaman ve nasıl öldü? İşte, Sultan Alparslan’ın hayatı hakkında tarihi bilgiler
Alparslan: Büyük Selçuklu dizisi, TRT 1 ekranlarında 8 Kasım’da yayın hayatına başlıyor. Dizide, Sultan Alparslan karakterini Barış Arduç canlandıracak. Bu doğrultuda, Sultan Alparslan kimdir, tarihte önemi nedir, ne zaman ve nasıl öldü sorularının yanıtları da merak konusu oldu. Bilindiği gibi, Sultan Alparslan, Türk tarihinin en önemli komutanlarından birisidir ve Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açan kişidir. İşte, Sultan Alparslan’ın hayatı, eşi, çocukları, mezarı ve ölümü hakkında detaylı bilgiler

SULTAN ALPARSLAN KİMDİR?

Horasan Meliki Çağrı Bey’in oğludur. Doğum tarihini XII ve XIII. yüzyıl tarihçileri 424 (1032-33), daha sonraki kaynaklar ise 421 (1030) olarak vermektedirler. Ancak Ortaçağ İslâm tarihçilerinin en güveniliri kabul edilen İbnü’l-Esîr, devrinin diğer tarihçileri gibi 424 yılını kaydetmekle birlikte, 420 Muharreminde yapıldığı bilinen Selçuklu-Karahanlı savaşı başlamadan önce Çağrı Bey’e bir oğlu olduğu müjdesinin gelmesi olayını da kaydederek gerçek doğum tarihini 1 Muharrem 420 (20 Ocak 1029) şeklinde vermektedir. Alparslan’ın 435 (1043-44) yılında Gazneliler’in hücumlarını püskürten kuvvetlere kumanda etmiş olması da bu tarihi desteklemektedir. Çünkü doğum yılı 424 kabul edildiğinde Alparslan’ın henüz bulûğa ermemiş on-on bir yaşlarında bir çocuk iken ordu kumandanlığına getirilmiş olması gerekir ki bu pek mantıkî değildir.

Henüz küçük yaşta iken, babası Çağrı Bey’in hastalanması üzerine idareyi ele alarak Gazneli taarruzlarını durdurması, yine babasının sağlığında Karahanlılar’a (1049) ve Gazneliler’e karşı (1058) zaferler kazanması, zaten Çağrı Bey’in son yıllarında veliaht sıfatıyla fiilen yönettiği Horasan Selçuklu Devleti’nde ve hatta bütün Selçuklu topraklarında büyük bir itibar kazanmasına yol açmıştı. Bu sebeple Çağrı Bey’in Receb 451’de (Ağustos 1059) ölümü üzerine Horasan meliki olduğu zaman hânedanın diğer mensupları arasından itiraz eden çıkmamış, ayrıca onun tutum ve davranışlarından ileride Selçuklu sultanlığı için de kuvvetli bir aday olacağı anlaşılmıştı. Nitekim Alparslan, amcası Sultan Tuğrul (Bey) Ramazan 455’te (Eylül 1063) arkasında evlât bırakmadan ölünce, kendi vasiyeti üzerine tahta çıkarılan Süleyman’ın sultanlığını kabul etmemiş ve derhal mücadeleye girişmiştir. Çağrı Bey’in son zevcesinden doğan, dolayısıyla Alparslan’ın kardeşi olan en küçük şehzade Süleyman, annesinin Çağrı Bey’in ölümü üzerine amcasıyla evlenmiş olmasından ötürü Tuğrul Bey’in üvey oğlu durumuna gelmiş ve annesi ile Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin gayretleri sonucunda da veliaht tayin edilmişti. Alparslan, Tuğrul Bey’in ölümünden hemen sonra Vezir Amîdülmülk tarafından tahta çıkarılan Süleyman’a karşı harekete geçmeye hazırlandığında, ağabeyi Kirman Meliki Kavurd, amcası Mûsâ İnanç Yabgu, Çağrı ve Tuğrul beylerin amcazadeleri olan Selçuk’un torunu Kutalmış da taht üzerinde hak talep ediyorlardı; bunlardan Kutalmış üç yıl önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmişti. Alparslan, önce kendisini emniyete almak için, Tuğrul Bey’in ölümü üzerine isyan eden Huttalân ve Sagāniyân emîrleri ile Herat’ta bulunan ihtiyar amcası İnanç Yabgu üzerine yürümek zorunda kaldı. Âsi emîrleri itaat altına aldıktan sonra İnanç Yabgu’yu da mağlûp ederek taht üzerindeki hak talebinden vazgeçiren ve onu tekrar eski yerinde bırakan Alparslan, büyük bir ordu ile imparatorluk başkenti Rey’e doğru hareket etti. Ancak onun bu meşguliyetinden dolayı gecikmesi sırasında kendi adına hutbe okutarak sultanlığını ilân eden Kutalmış 50.000 kişilik ordusuyla Rey üzerine yürümüş ve karşısına çıkarılan kuvvetleri bozguna uğratarak Vezir Amîdülmülk’ü muhasara altına almıştı. Tahta çıkarılan Süleyman ise sultanlığını kabul etmeyen rakiplerine göre kendi zayıflığını farkederek daha önce Rey’i terkedip Şîraz’a çekilmişti. Kutalmış’ın karşısında uzun süre dayanamayacağını anlayan Amîdülmülk, Alparslan’dan yardıma gelmesini isteyerek onun adına hutbe okuttu. Böylece olayların başından beri Alparslan’ı sultan olarak görmek isteyen ordu içindeki pek çok kumandan ve askeri de memnun etmiş oluyordu. Alparslan’ın yaklaşmakta olduğunu haber alan Kutalmış muhasarayı kaldırıp savaşı kabul edebileceği uygun bir yer olan Damgan civarında Milh vadisine geldi ve akarsuların yönünü değiştirerek çevreyi bataklık haline getirdi. Fakat savaş alanında önceden tertibat almasına ve ordusunun da daha güçlü olmasına rağmen, 1063 yılının son günlerinde cereyan ettiği sanılan savaşta mağlûp oldu ve dağılan ordusunu kendi kalesi Girdkûh’a doğru çekmeye çalışırken kayalık bir bölgede atından düşerek öldü. Alparslan’ın hükümet merkezine girmesi üzerine de İsfahan’a kadar ilerlemiş olan Kirman Meliki Kavurd kendi topraklarına geri döndü ve Alparslan adına hutbe okuttu. Alparslan’ın Rey’de tahta çıkmasından ve adına hutbe okutup sikke kestirmesinden sonra saltanatı, Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh tarafından da mûtat törenlerle tasdik ve ilân edildi (7 Cemâziyelevvel 456 / 27 Nisan 1064).

Alparslan, Rey’e girmesini takip eden iki ay içinde idarî işlerle ve ordunun hazırlıklarıyla meşgul olarak Şubat 1064’te “Rum gazâsı” adı verilen batı seferine çıktı. Alparslan hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne daha çok önem vermiş, batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi temin amacıyla harekâtta bulunmuştur. Bunun başlıca sebebi, babası Çağrı Bey’in kırk beş yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için en uygun yerleşme alanı olarak görülmesidir. Selçuklu Devleti, muntazam teşkilâtı, kuvvetli ordusu ve mükemmel idaresiyle Orta Asya bozkırlarında kendilerini pek emniyette görmeyen ve ayrıca ekonomik sıkıntı içinde bocalayan çeşitli Türk toplulukları için sığınılacak ideal bir siyasî kuruluş durumundaydı. Bu sebeple, bir daha dönmemek üzere Selçuklu topraklarına akan ve Türkmen adıyla anılan bu kalabalık kitleler, kısmen Selçuklu şehzadelerinin hizmetine girerek fetihlere katılırlarken kısmen de kendi reislerinin emrinde, hayat tarzlarına uygun iklimlerde yeni yurtlar edinmek için savaşıyorlardı. XI. yüzyılın başlarından beri aralıksız süregelen göçler dolayısıyla Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına dağılan ve yer yer sosyal rahatsızlıklara da sebebiyet veren bu Türkmenler’in alışkın oldukları şartlara uygun bir memlekete yerleştirilmeleri gerekiyordu. Bu memleket ise, bozkırları hatırlatan ve hayvan yetiştirmeye elverişli olan bölgeleriyle Anadolu idi. Hıristiyanların elinde bulunan Anadolu’nun fethedilmesi gerektiği hususunda kararlı oldukları anlaşılan Selçuklu devlet adamları, Türkmenler’i Bizans sınırlarına doğru sevketmeyi devletin resmî iskân siyaseti olarak kabul etmişlerdi. Fakat Urmiye gölü yöresinden Tiflis’in kuzeyine kadar uzanan yerlerde Bizans politikasına hizmet eden birer ileri karakol durumunda bazı küçük prenslikler bulunuyor, Anadolu’ya ulaşmak için önce buralardaki savunmanın kırılması icap ediyordu. Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ile Horasan’dan getirdiği eski veziri Nizâmülmülk de beraberinde olarak Rey’den Azerbaycan’a hareket etti ve ordusu yolda, sefer halinde bulunan Türkmen reisi Tuğtegin tarafından da takviye edildi. Melikşah ile Nizâmülmülk’ün emrine verilen kuvvetler Aras’ın kuzeyindeki müstahkem yerleri zaptederken Gürcistan’a giren Alparslan’ın kumandasındaki ordu da Kür ırmağının çevirdiği Trialet’e, oradan Kvelis-Kür’e, sonra Şavşat yolundan Taik yöresine ve Gürcü kralının kaçması üzerine de Çıldır gölünün kuzeyindeki Ahılkelek’e kadar ulaşarak pek çok şehir ve kaleyi fethetti. Ahılkelek önlerinde Melikşah-Nizâmülmülk kuvvetleri ile birleşen Alparslan, bu müstahkem şehri 1064 yılı Haziranında ele geçirdi. Bu arada, Ahılkelek’in de düştüğünü gören Lori prensi Kuirike (Georgi) Selçuklular’a tâbi olmayı ve cizye ödemeyi kabul etti. Bundan sonra Alparslan Doğu Anadolu’ya geçerek Bizanslılar’ın elinde bulunan, bölgenin en müstahkem şehri Ani’yi kuşattı. Bir aydan fazla devam eden muhasara ve çok şiddetli çarpışmalar sonunda şehir Selçuklular’ın eline geçti (16 Ağustos 1064). Zaptı imkânsız sanılan Ani’nin müslümanlar tarafından fethedilmesi Doğu’da ve Batı’da büyük yankılar uyandırmış, Halife Kāim-Biemrillâh özel elçisiyle gönderdiği mektubunda takdir ve tebriklerini bildirerek Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabını vermiştir. Ani’nin düşmesi üzerine Kars prensi Gagik (Hayık) Alparslan’ı Kars’a davet ederek büyük törenlerle karşıladı ve tâbiiyetini sundu.

Alparslan, Kirman Meliki Kavurd’un isyankâr tutum takındığı haberinin gelmesi üzerine Doğu Anadolu’daki harekâtını yarım bırakarak Rey’e döndü ve oradan Hemedan’a geçti (Aralık 1064). Kavurd’un af dilemesiyle sonuçlanan bu olaydan sonra, Horasan melikliği sırasında oturduğu Merv’e giden Alparslan kışı orada geçirerek idarî düzenlemelerle ve hânedan mensuplarının çeşitli bölgelere melik ve emîr tayin edilmeleriyle meşgul oldu.


Sabah Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.