İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meydansız Kentler

Halûk Uluhan

Kentleşme tarihinde yerleşimin güvenliğini sağlayan dış surlar olmuş hep

Onların içinde de bir hayat. Tacirler, köylüler ürünlerini satmak için kente girmişler ve genişçe bir alanda pazarlarını kurmuşlar. Bağıra çağıra malların satıldığı bu alan herkesin ortak alanıymış ve insanlar alışveriş için oraya gelirlermiş. Bazıları bu meydanlarda siyasi fikirlerini veya felsefelerini de bağıra bağıra tanıtırlarmış. Gezici bir tiyatro kumpanyası da zaman zaman orada derme çatma sahnesini kurarmış. Sihirbaz, madrabaz, herkesin kendisini veya ürününü teşhir ettiği yer olmuş bu meydanlar.

Ve şehirlerin kalbi orada atmış. Ticaret oradaymış. Demokrasiler orada yeşermiş. Sanatsal gösteriler orada olurmuş. Muktedirin fermanları halka orada ilan edilmiş. Mahkeme duruşmaları orada görülmüş. İdamlar orada infaz edilmiş. Nümayişler orada yapılmış. Ayaklanmalar oradan başlamış.

Toplumsal yaşamdaki önemi çok büyük olan bu alanlara Antik Yunan dünyasında “agora” denmiş. Genellikle “pazar yeri” diye çevrilen agoraya haksızlık etmeyelim. Yukarıda sayılan türlü işlevlerden dolayı sadece pazar yeri olamaz bir agora. O, kentin kalbi, demokrasinin merkezi olmalıdır. Toplantı ve konuşma yeri olarak agora…

Ulaşımı kolay olsun diye en az iki ana caddenin kesiştiği noktada oluşan bir “stavrodomo” (ıstavroz şeklinde meydan) başka kültürlerde “dörtyol” anlamına gelen “çehar-şu” gibi isimlerle de anılır olmuş.

Homeros’a göre bir kentte bir agoranın olmayışı hukuksuzluk ve adaletsizlik göstergesiymiş. Tarihçi Herodot’tan öğrendiğimize göre ise Pers İmparatoru Büyük Kiros, bağımsız bir Yunan kentinin belirleyici özelliği bir agorasının olmasıdır, görüşündeymiş.

Roma İmparatorluğu döneminde tüm Akdeniz havzasının maruz kaldığı imar seferberliğinde bu gelenek ve ihtiyaç devam etmiş. Yunan dünyasının agorası Roma dünyasında “forum” denen daha büyükçe meydanlara evrilmiş. Roma İmparatorları – fırsattan istifade – forumlara kendi heykellerini diktirip onlara kendi isimlerini vermişler. Halk onları hiç unutmasın diye olsa gerek. O forumlarda illa bir pagan tapınağı olurmuş.

Adına Bizans dediğimiz Hristiyanlaşmış Roma İmparatorluğunda da durum aynı. Binlerce yıllık köy meydanı, agora, forum geleneği süregelmiş. O forumlarda bir tapınak inşa etme geleneği de sürmüş. Pagan tapınağı yıkılmış, yerine kilise yapılmış. Kentsel dönüşüm, yani.

Bu konuya bakarken çağlar boyunca toplumsal düzenin de – bölgesel farklılıklara rağmen – değişmiş olduğunu unutmamak gerekir. Örneğin, Ortaçağ’ın en karanlık yüzyıllarında bir köy meydanı, kent agorası veya forumu alışveriş ve muktedir propagandası için iyiydi de, muhtemelen halkın orada fazlaca oynaşması, kaynaşmasına pek iyi gözle bakılmıyordu. Çünkü meydan huzursuzluğun dile getirildiği yer oluyordu.

Peki, Roma/Bizans topraklarına yerleşen Türk/Müslüman şehir kültüründe durum nasıl? Farsça kökenli “meydan” sözcüğü Arapçaya, Türkçeye, Balkan dillerine ve hatta Hindistan / Doğu Avrupa / Ukrayna kültürlerine kadar yerleşmiş olduğuna göre meydan önemini korumuş. Demek ki, gelenek bir süre daha devam etmiş. Helenistik, Pers, Roma, Bizans kültürünün egemenliğiyle yoğrulmuş kentlerde en az bir meydan hep olmuş. Peki sonra ne olmuş bu meydanlar?

Şarkta yeni egemen kültür Müslüman kültürü olduğuna göre benzer bir kentsel dönüşümün de bu çağda yaşanmış olması gerek. Kilise yıkılır, yerine cami yapılır. Ya da kilise camiye çevrilir. Yakınına ipek yolundaki kumaş tüccarları için bir “bez-esten” yapılır. Yeni imar hareketlerinde belki meydan biraz küçülür veya tamamen kaybolur.

Türkiye’ye bakınca, Osmanlı idari yapısında bir kent meydanına ihtiyaç yokmuş. Çünkü, Osmanlı kentinin ana unsuru hep cami olmuş. Toplumsal yaşam hep cami etrafında yoğunlaşmış, ayrı bir toplanma alanına gerek kalmamış. Ekonomik faaliyetler için bedesten, çarşı, kapalı çarşı var işte. Bu kadar kamusal mekân yeter de artar bile. Herkes işine gücüne ve ibadetine baksın!
Agoraların, forumların, meydanların taşıdığı sosyal ve siyasal işlevler bir Osmanlı kentinde, Osmanlı toplumsal yapısında cami ve çarşı gibi mekânlarda karşılık bulmuş: ibadet ve ticaret.

Öncekiler farklı mıydı? Tapınak ve pazar yeri o zamanlar da yan yanaydı. Ama bir de insanların “gaz çıkartabilecekleri” büyük açık alanlar vardı. Meczup da olsa bir taşın üstüne çıkıp kendi görüşünü anlatan ve onu dinleyen insanlara çok şey borçlu şu “demos-cratos” tarihi.

Dünyanın göbeği, İkinci Roma İstanbul’a bakmadan edemiyoruz. Bizans İmparator sarayı günümüz Sultanahmet Camisinin olduğu yerde. Hemen dibinde halkın oyunlarla oyalandığı hipodrom, hemen karşısında da Hristiyanlığın bir zamanlar en büyük mabedi olan Ayasofya var. Bu resimden Hristiyanlığı çıkarıp pagan İstanbul’u hayal ettiğinizde de durum değişmeyecek. Muktedirin sarayı, muktedirin tapınağı ve halkın oyalanması için bir meydan. Bir agora veya forum değil, daha çok lunapark ile sirk karışımı bir yer. At yarışları olduğu zaman hınca hınç doluyor.
Ayasofya’nın önü birinci meydanmış: Augustaion Meydanı. Burada bir sütun varmış ve üzerinde de bugünkü Ayasofya’nın bânisi Jüstinyen’in heykeli. Ama bu meydan öyle çarşı-pazar meydanı gibi kullanılmamış pek. Ne de olsa hükümet merkezi.

Konstantin burayı imparatorluğunun başkenti yapınca yeni bir imar faaliyeti başlamış. Bu yetmemiş, Konstantin’den yüz küsur sene sonra Teodosius da kentsel dönüşüm uygulamış. Ve bu arada niceleri.

Hükümet merkezi bugünkü Sultanahmet semtinde. Oraya ulaşan bir “protokol yolu” var. Bu devlet yoluna “orta” anlamında “mese” deniyor ve iki Roma’yı birbirine bağladığı söyleniyor. Osmanlı zamanında değişen bir şey var mı? Yok. Devlet Topkapı Sarayından yönetiliyor ve “hükümet merkezine” ulaşan ana caddenin adı “Divan Yolu” oluyor.

Biraz ileride Çemberlitaş meydanı var. Burası Konstantin Forumu. Senato da burada. O porfir kırmızısı sütunun üstünde bir Konstantin heykeli hayal etmek çok zor değil. Ama etraf bir forum, bir meydan. Şimdiki gibi keşmekeş değil.

Biraz daha gidince Beyazıt Meydanı’na geliniyor. Kocaman ne idüğü belirsiz bir meydan. Ne ruhu var, ne bir özelliği. Sanki büyük bir inşaat yapılacakmış da işler yarım kalmış gibi. Burası Teodosius Forumu. Arta kalan bazı devasa yapı elemanları yol kenarında duruyor yüzyıllardır.

Teodosius Forumu, Beyazıt Meydanı

Hafif yokuş aşağı Laleli üzerinden Aksaray’a ulaşılıyor. Burası da hayvan pazarı: Forum Bovis veya Fóros tou Boós. Yani, sığır meydanı. Yenikapı limanı yakın. Muhtemelen hayvan sevkiyatı buradan yapılıyordu. İstanbul her zaman tüketen bir kent olmuş. Vatan Caddesinden Lycos deresi akıyormuş. Bin sene önce Konstantinopollü biri çamurlara bata çıka kendisini karşıya atmış ve “bu da nasıl meydan?” demiş olabilir. Bu foruma dair elimizde ciddiye alınacak bir buluntu veya – hayali de olsa – çizim yok.

“Devlet Yolunu” takip ederek Cerrahpaşa’ya varıldığında Arcadius Forumuna gelindiğini hatırlatacak olan sütun kaidesi ise bugün iki bina arasına sıkışıp kalmış. Burası bir Bizans forumu!

Arcadius Forumu, Cerrahpaşa

Peki, bunlar Roma/Bizans’tan kalan forumlara ettiklerimiz. Ya “yeni” meydanlar? Sirkeci, Eminönü, Saraçhane, Taksim, Şişli, Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar? Bunlar meydan mı?

Ne demişti Homeros? Meydanı olmayan kentte…


T24

Yorumlar kapatıldı.