Sharo Garip
19.yüzyılın en korkunç kabuslarından biri olan Ermeni, Asuri, Pontus, Ezidi-Kürt soykırımlarının üzerinden yüzyıl geçti. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı üzerine tartışmalar yürütüldü. Zamanın basını, büyük elçilik raporları, tanıklar ve bilimsel çalışmalar bu kitlesel imhaların nasıl sistematik bir şekilde planladığını ve yürütüldüğünü ortaya koymuştu. Buna rağmen özellikle son yıllarda Türk-sentrik diskursta yürütülen tartışmalara faili gizleme çabası damgasını vuruyor. Esas faili gizlemekle yetinmeyip soykırımın delillerini karartarak yeni fail bulma uğraşısı yeni akım tarihçilik olarak kendini gösteriyor.
Özellikle son dönemde Taner Akçam’ın ileri sürdüğü sansasyonel iddialar hem etik hem de bilimsel açıdan oldukça problemlidir. Fakat görünen o ki, Akçam’ın borsaya “come back” yapma isteği son kitabı ve sosyal medyadaki açıklamalarıyla ile hedefine ulaşmış görünüyor. Akçam’ın yayınlanan son kitabı yeni bulgu ya da kanıtlar sunmaktan ziyade eski verilerin bir derlemesi mahiyetinde. Fakat kitapta yeni olan iki iddia öne çıkmaktadır. İlki, katliamın Müslümanların Hristiyanları topyekün yok etme eylemi olduğu savı. İkincisi ise, katliamın büyük bir bölümünün yerelde yapıldığı. Buradan teorik olarak yaptığı çıkarım ise katliamların sadece merkezin kendi isteğiyle değil de aynı zamanda alttakilerin basıncıyla da alınmış kararlar olduğu yönündedir. (Akçam 2021, 133). Her vesile ve her halükarda işaret ettiği mekan Kürdistan, failler ise Kürtlerdir. Dolayısıyla Akçam tarihi okuma ve incelemeden öte, ideolojik bir tarih yazıcılığı işine soyunuyor. Tarihi revize ederken yapılan katliamın yeni faillerini islami motiv, yağma, şiddet ve “tecavüz kültürü” ile kodladığı Kürtler olarak açıklıyor.
Akçam’ın metodu ve verileri bir yana, bu yeni tarih yazıcılığı ve revizyonunu sunuş tarzı da başlı başına bir yazı konusudur. Kendi tanıtımını bizzat kendisinin üstlendiği ve program program dolaştığı yerlerde kitabında yer vermediği “Bir kısım beyler Ermeni köylerinde `ilk gece hakkı` bile tesis etmişler” iddiasını kolonyalist antropolog iştahıyla soykırımın pornografisine dönüştürüyor. Kameralar karşısında ya da verdiği mülakatlarda sürekli 30 yıllık akademisenliğinden dem vurarak tezlerine inanılmasını salık veriyor. Bu yolla yüzde yüz sonuç alamayınca taktığı hoşgörü maskesi düşüveriyor ve bütün şiddet ve hiddetiyle kendisine yapılan eleştirileri bir linç girişimi olarak nitelendiriyor. Akçam beyaz efendilerin vaazcılarının gittiği yolu takip ederek Kürtleri dinsel-cinsel veya şiddet sapkını olarak gösteren bir algı operasyonundan geri durmuyor. Kendisinden daha fazla kanıt isteyen veya karşı görüş bildiren ezilenlerin aydın, yazar ve düşünürlerine, tipik bir sömürgecinin epistemik şiddetiyle karşılık veriyor. (Bkz. Koptaş 2021,Yesayan Salonu. Video)
Taner Akçam bu tezlerini masumca sunmuyor. Devlet olmanın verdiği kibir, güven ama aynı zamanda sömürgeci antropolog ve tarihçilerin marifeti ve imkanlarıyla yapıyor. Kendi tarihiyle yüzleşmek yerine, diğer kültürleri aşağılayarak suçu onlara yükleme hünerini gösteriyor. “Yüzleşmeyi, suçlama vasıtası olarak görmemek gerekiyor. Devleti suçlayarak işin içinden kolayca çıkamayız” (Bkz. Gazi 2021, Duvar). Taner Akçam’ın sadece yazdığı son kitap üzerinden değil aynı zamanda bu konuya ilişkin verdiği röportajlarda ya da Birikim Dergisi’nde yayınlanan yazılarındaki tarih okuması ile varmak istediği sonuç gözden kaçmamaktadır. Öncelikle Akçam’ın kullandığı metod oldukça sorunludur. Bir taraftan objektif belgelerle tarih çalışması yürüttüğünü iddia ederken, bir yandan da münferit olaylardan bir genel olgu, bir başka deyimle istisnalardan genel kaide çıkarmaya çalışıyor.
Akçam olgulardan değil kurgulardan yolla çıkarak tezlerini ileri sürdüğü için tezlerinin sonucunu önceden kafasında tasarlamış ve bunu ispat için harıl harıl delil arıyor. Hal böyle olunca delil ararken bile tek taraflı bir bakış açısı söz konusu. Kürt tarafının yereldeki söylemlerini, yaşananları anlatım tarzlarını tamamen bir inkarın çerçevesine oturtuyor. Çünkü onları baştan fail ilan etmiş. Akçam elindeki belgeler ve iddiaların sorgulama, karşılaştırma ve doğrulamasını yapmadan, iddialı hatta neredeyse kesin tezler ileri sürüyor. Fakat her ne hikmetse tezlerinden bu kadar emin olan Akçam, feministlerden HDP’ye, itibar vadettiği yeni akademisyenlere kadar bir çok kişi ve kuruma, olusturmaya çalıştığı algıyı desteklemeleri için çağrıda bulunuyor.
Akçam’ın sonradan birçok değişik kaynakmış gibi gösterdiği kaynakların ana kaynağı bir kitap yani Lazarev’in Rus konsolos yardımcısı Tumanski’den aktardığı “Bir kısım beyler Ermeni köylerinde `ilk gece hakkı` bile tesis etmişler” söylemidir. Çoğu yerde devletin kamuya açtığı arşivleri kendi tezlerinin dolaylı delilleri olarak kullanıyor. (Soykırımı reddeden bir devletin belgeleri ne kadar güvenilir olabilir bu da ayrıca bir tartışma konusudur). Bir başka kaynağı ise (ismi kendisinde saklı olan), Varto`da doktora yapan bir kişi diye aktarıyor. Akçam’ın aktardığı iki sözlü anlatımda, Anjel Dikme (Bkz. FDHF 2021, Dikme Anlatıyor. Video) ve Zakarya Mildanoğlu’nun (Bkz. Habertürk 2013, Mildanoğlu anlatıyor. Video) anlatımları ise bir genel durumu temsil için yetersizdir. Söz konusu olgunun geçtiği mekanlar veya zaman dilimi net olarak aktarılmıyor. Bu ilk gece hakkı, kız kaçırma, yağma olayları kaç yüzyıl süregelmiş, hangi yörelerde devam etmiş ya da nedensellikler konusunda da bir bilgi sunmuyor. Ayrıca araştırma ünitesinin bütünlüğü için gerekli özeni gösterme zahmetinde bulunmuyor. Örneğin; Kayseri (Bkz. Ilter 2013, Mildanoğlu’nun anlatımları) ya da Muğla’dan alınan örneklemeler ile Kürtlere yüklemeye çalıştığı suçlamalar arasında bir bağlantı yoktur.
Akçam’ın kullandığı kavramlar sömürgeci bir tarihçinin bilinçaltını yansıtıyor. Batıyı emperyal güçler diye tanımlarken, Osmanlı/Türkiye’yi doğal bir teretoryum, gönüllü bir birlikmiş gibi betimliyor. Aktörlerden bahsederken, büyük devletler, Osmanlı yöneticileri, Ermeni örgütleri gibi nitelemeler kullanırken, Kürt milletini ise bir algı operasyonuyla, yekpare bir aktör olarak bilinç altına yerleştiriyor.
Mikro olaylar daha doğrusu varsayım ve yorumlardan yola çıkarak makro analizlerle, kadına şiddetin köklerini bile Kürtlerin kültürel kodlarında buluyor. Bu kültürel indirgemecilik bir başka deyişle kültürel ırkçılık sömürgeci antropologlar ve tarihçilerin Afrika’daki icraatlarıyla birebir paralellik gösteriyor.
Akçam’ın revize etmeye çalıştığı tarih yazımındaki akıl yürütmeleri ve çıkarsamalarının dayandığı argümanlar zayıf olmalarının yanı sıra, ne geçen yüzyılın ne de halen yaşanan soykırımların tarihsel ve sosyolojik arka planını yansıtıyor. 1800’lerin sonunda dağılmaya yüz tutan imparatorluklarda olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da, Türkler, Yunanlılar, Ermeniler, Bulgarlar, Kürtler vs. arasında ulus ve devlet inşa süreçleri hız kazanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesini ve mirasını kendilerinin doğal hakkı olarak gören Türk yöneticiler bir yandan kimlik krizi bir yandan da elinden çıkan toprakların travmasını yaşıyorlardı. Bu toplumsal ve siyasal buhran ikliminde Jön Türk ve İttihat Terakkicilerin sosyal-Darwinist mühendisliği, perdeyi Ermeni Soykırımı’yla açmış, Rum, Asuri, Ezidi-Kürt soykırımlarıyla devam ettirmiştir. Akçam ise sorunun esasını Müslümanlık ile Hristiyanlık arasındaki husumete bağlıyor. Oysa Müslüman olan Kürtlerin 1920’de Koçgiri ile başlayan ve halen devam eden soykırımı Akçam’ın tezini çürütüyor. Akçam yüzyılın sistematik soykırımını kriminal düzeydeki anlatımlara indirgeyerek tarih anlatıyor. Taşnak örgütünün Ermeni halkı için bir ulus ve devlet inşası hedeflediğini hiç duymamış gibi davranıyor. Bunun yerine Taşnak örgütünün, Kürtlerin Ermenilerden kaçırdığı, tecavüz ettiği kadınlar ve ağır vergilerden, yağmadan dolayı ayaklandığını buna karşılık ise Kürtlerin de gönüllü ve geniş bir katılımla Ermenileri soykırımdan geçirdiklerini iddia ediyor.
Oysaki soykırımla amaçlanan, bir kimlik inşası olarak Müslümanlık değil, Türklük ve Türk devlet inşasıdır. Yağmalanan ve el koyulan servetler ile oluşturulan ise bir müslüman burjuvaziden ziyade Türk milli Burjuvazisidir. Akçam bunları bilmiyor değil fakat birer cümleyle geçiştirip gözlerden kaçırmaya, tartışmayı başka bir alana taşımayı hedefliyor. Ayrıca Ermeniler, Kürtler ve Asurilerin kendi toprakları üzerindeki bağımsızlık isteğini ise Akçam “Bugünkü Kürtler gibi Ermeniler de, Asuriler de reform istiyor ve eşit haklar için mücadele ediyordu” diyor.
“…Eğer deyim yerinde ise, yaptığım işin “revizyonist tarihçilik” olarak adlandırılmasını öneriyorum…”
“Eğer 1918-1923’e damgasını vuran iki farklı soruyu “toprak ve sinir sorunu” ile “insan hakları” sorunu olarak tanımlayabilirsek, bu tarih bugün esas olarak “toprak ve sinir” tarihi olarak okutulmakta ve öyle de algılanmaktadır. İkinci boyut “insan hakları” boyutu tamamıyla unutulmuş ve yök sayılmaktadır. Ben bu tarihin “toprak ve sinir tarihi” olarak algılanmasının eksik ve yanlış olduğunu, tarihin bu boyutuyla ilgili sorunun çözülmüş telakki edilmesi ve bu anlamda “kapatılması” gerektiğini ve ama “insan hakları”yla ilgili boyutunun çözülmemiş olduğunu ve açılması gerektiğini düşünüyor ve savunuyorum. Özellikle Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen bir Türkiye açısından tarihle bu tarzda bir yüzleşme kaçınılmaz bir gerekliliktir.“ (Akçam 2006).
Müslümanlık (daha doğrusu Sünnilik) ya da Hristiyanlık araçsal bir role sahiptir. Akçam yüzyıllardır farklı dinler ve kültürlerin yan yana yaşamalarını nasıl açıklayacak. Oysa Cemal Paşa’nın Almanlara, Doğu-İslam Komisyonu başkanı Karl Axenfeld’e verdiği cevap, Akçam’ın Hristiyan soykırımı tezini çürüttüğü gibi soykırımın hangi saiklerle işlendiğini daha samimi ve cüretkar bir şekilde ifade ediyor:
“Osmanlı hükümetinin Ermenilere karşı aldığı tedbirlerin dinle alakası olmadığını, politik nedenlerden kaynaklandığını söyler. Paşa, Türkiye’yi dört taraftan kuşatılmış, saldırıya uğrayan ve hayatta kalmak için aşırı araçlara başvurmak zorunda kalan bir adama benzetir. Türk hükümeti Ermenilere onlara Hristiyan oldukları için karşı çıkmamış, ancak Ermeni oldukları ve (Ermeni olarak) devletin varlığı tehlikeye attıkları için tavır almıştır.” (Akçam 2021, 113)

Akçam metodik olarak Yahudi Soykırımı ile Ermeni Soykırımını karşılaştırırken özcülüğü reddettiğini iddia ediyor. Yani katliamcı bir kültürün köklerini Alman kültüründe aramanın yanlışlığına işaret ediyor. Zira böylece katliamın köklerini Türk kültüründe aramanın yanlışlığına da göndermede bulunuyor.
“Bu konuyla uğraşmaya başladığım andan bugüne kadar, Agos’ta yazdığım yüzlerce makale de dahil, tüm kitaplarımda bu konuya değindim.2 Son kitabın hem Türkçe hem de İngilizcesinde sadece “Türk” ve “Ermeni” kavramlarını kullanarak tarih yazmanın ne kadar tehlikeli olduğunun altını çizdim. Konu hakkında yazılan eserler içinde yazdıklarımın, tarafları kollektif kategoriler dışında, sosyal aktörler olarak (parti, sınıf, grup ne işe ona göre) tanımlamam çabası nedeniyle özel bir yere sahip olduğuna inanıyorum.” (Akçam 2006)
Akçam, Türk(lük) ya da Ermeni(lik) kavramlarının hassasiyetle kullanılması gerektiğini savunurken, Kürtler söz konusu olduğunda bu hassasiyeti göstermiyor. Örneğin katıldığı canlı yayınlarda sadece ilk gece hakkından bahsetmiyor, aynı zamanda kız kaçırmalardan, tecavüz, yağma ya da şeyhlerin bile günlerce Ermeni kadınları kapatarak dilediği gibi kullandığından bahsediyor. Söz konusu iddialarıyla bu topraklarda kadına şiddetin kökenlerinin buralarda aranması gerektiğini teorileştirmeye çalışıyor. İlk gece hakkı diye kurumsal bir olgunun varlığını ispat etmeden, bunu kültürel kodlar üzerinden bugünkü Kürtlere bir miras olarak devrediyor. Müesses bir düzen olarak yerleşen bir hukuk ya da Akçam’ın deyimiyle ‘ilk gece hakkı’ varsa kendisini gizlemeye değil tam tersine hükmünü sürdürmek için kendini alenen göstermeye ihtiyaç duyar. Eğer ki bunu alenen gösteremiyorsa, sebebi sözü edilen “hakkın” oradaki ahalinin yerleşik değer yargılarına uygun olmadığındandır.
Akçam Asuri soykırımını ise tamamen Kürtlerin üzerine yıkıyor.
“Elimizde, özel olarak Süryanilerin imha edilmelerine ilişkin alınmış merkezi bir kararı gösteren bir belge yoktur” (Akçam 2021, 119)
“Görünen odur ki, yerel yöneticiler ve yerel güçler (geniş Kürt toplulukları) birçok durumda merkezi politikaları dikkate almamakta ve kendi doğru bildikleri şekilde hareket etmektedirler. Aslında 1894-1897 döneminde yaşanan katliamlarda da gözlenen budur. Merkezin, katliam doğrultusunda özel emir vermesine gerek yoktur” (Akçam 2021, 120)
Gene Hristiyanlara karşı olan hoşgörüsüzlüğün temelini özcü bir yaklaşımla İslam hukukuna dayandırıyor. Eğer Akçam bunu art niyetle yapmıyorsa dahi, Osmanlı’nın elindeki Türk-İslam ideolojik aygıtı ile İslam hukuku ve felsefesinin birebir örtüştüğünü sanıyor olması daha da vahim bir durumdur. Akçam özellikle yazılarının sonunda ya da demeçlerinde bu yeni tarih yazıcılığını, birlikte yaşama ve Türkiye’deki demokrasiye hizmet etme amacıyla yaptığını ifade ediyor. Akçam’ın “Soykırımla yüzleşme ya da barış çabalarına katkı sunmak istiyorum” söylemlerine karşın, Birikim dergisindeki yazıları ve Neşe Düzel’e verdiği ibretlik röportaj manidardır.
Neşe Düzel: Siz, PKK hareketini, bir zamanlar yakından tanımak fırsatı buldunuz. PKK ne istiyor? Yöneteceği bir toplum mu istiyor?
“Evet. Bunu da, demokratik mekanizmanın bir sonucu olarak istemiyor. ‘Bu işi bu noktaya ben silahımla getirdim. Bundan sonrasını da silahımla alacağım’ diyor. Şu anda uluslararası konjonktür izin verse, PKK, yeni bir devlet kurar ama dünya ulus-devletlerin kurulmasına artık izin vermiyor. Bu yüzden PKK, Türkiye’de otonom bölgeyle idare eder. Ama böyle bir çözüm, yani ‘etnik kimlik esasına göre bir idari yapılanma’ demektir. Bu etnik temelde bölünme de bu ülkede çok büyük katliamlara yol açar.“
Neşe Düzel: PKK çizgisindeki Kürt siyasetinin çatı kuruluşu olan Demokratik Toplum Kongresi, özerklik ilan etti. Özerklik, etnik temelde bir çözüm arayışı mı?
“Evet… Özerklik, etnik temelde bir çözüm arayışıdır. Bu, ulus-devletin çekirdeğidir. Light ulus-devlettir bu. Böyle bir çözümle, bölgede kan gövdeyi götürür. Bölgede yeni sınırları gündeme getirecek çözümleri değil, sınırları anlamsızlaştıracak çözümleri düşünmemiz gerekiyor bizim. Otonomi çerçevesinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısacası Kürt özerk bölgesinin kurulması, çatışma getirir. ”(Düzel 2012, Akçam Söyleşisi)
Akçam bu sözleri 2012’de Kürtler ve Türkiye Cumhuriyeti arasında barış görüşmeleri sürerken sarf ediyor. Akçam hızını alamıyor ve “Otonomi isterseniz katliam olur” tehdidinde de bulunuyor. Akçam soykırımla katliamı birbirine karıştırıyor sanırım, Soykırım olur demek istiyor. Bunu söylerken de “Kürtlerin soykırımcılığı” tezine geri dönüyor ve bunun Türklerin de katliamına sebep olacağını belirtiyor. Akçam’a sormak gerekir, Dersim’de, Zilan’da, Roboski’de kaç tane sivil Türk köyü katliama veya soykırıma uğramıştır? Akçam Türkiye’ye demokrasi gelmesinden yana olduğunu iddia ediyor fakat, çok kültürlü çok uluslu toplumlarda özerklik, federasyon veya otonominin, demokrasinin bir önkoşulu olduğunu bilmiyor. Yaşadığı Amerika ve Avrupa ülkelerindeki sistemlerden de bihabermiş gibi davranıyor.
Akçam bir devlet savcısı edasıyla uyarmaya devam ediyor:
„Meselenin nasıl çözüleceğine gelince, bence birey ekseninde çözülmeli. Kürtçe eğitim veren okullar açma gibi, çift dillilik gibi haklar, ademimerkeziyet bireysel haklar temelinde pekâlâ gerçekleşebilir. Bakın…Ortadoğu’da yapılması gereken üç şey var. Bir, etnik temeli esas alan bir siyasallaşmadan uzak duracaksınız Ortadoğu’da! İki, mevcut sınırlarla fazla oynamayacaksınız! Üç, demokratikleşmeyi, bireysel eksende yapacaksınız! Kürt meselesini çözmek için de, yerel yönetimlere Avrupa Birliği’nin şartları uygularsınız ve bireysel hakları sağlarsınız. O zaman bu iş çözülür. Dolayısıyla, Kürt açılımına ve demokratikleşmeye ilişkin hiçbir konu PKK’nin tekelinde değildir. Devlet bütün bu açılımları kendisi kolaylıkla yapabilir. Ayrıca ayrılıkçılığı isteyen parti de özgür bırakılır. Seçimleri kazanırsa, demokratik yoldan ayrılma da gerçekleşebilir.” (Düzel 2012, Akçam Söyleşisi)
Akçam bir akademisyenden ziyade derin devlet aklıyla uyarıyor ve PKK ile masaya oturulmaması gerektiğini öğütlüyor. Oysa ki dünyanın her yerinde barış, savaşan taraflar arasında kurulan müzakerelerle gerçekleştirilir.
„Öcalan ne isterse yapmak zorunda kalacaklar. Sonuçta Ankara’dakiler Kürt meselesinin çözülmesini Öcalan’a fiksleyerek ve onu kullanarak meseleyi aşabileceklerini zannediyorlar. Büyük bir tarihî hata yapıyorlar. Çünkü Apo kendisini kullandıra kullandıra, hedefine doğru emin adımlarla yürüyor. Öcalan, kendi adına yazılan Devrimin Dili ve Eylemi kitabında bunu kendisi de söylüyor. “Düşünün, devlete Kürt Partisi kurduruyorum…Biz devrimci Kürt Partisini nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt devletini de Türk devletine dayandırarak kuracağız” diyor.” (Düzel 2012, Akçam Söyleşisi))
Akçam “işleri halledilen” yani Türkiye Cumhuriyeti için artık bir tehlike arz etmeyen Ermeni ve Asuri mezarları üzerinde sahte gözyaşları döküyor fakat, pek inandırıcı olamıyor. Akçam’ın tezleri ile Talat, Enver ve Cemal’in tezleri temelde aynı tezler; kısacası “Ermenileri biz değil, Kürtler katletti” diyor. Akçam’ın yaptığı tek iş dünyada itibarı kalmamış olan Türk resmi tarih tezini revize ederek esas faili gözden kaçırmaktır. En kötü ihtimalle suçu merkezi hükümetin yöneticileri ile Kürtler arasında bölüştürmeye çabalıyor.
Ermeni ve Süryani soykırımına diğer etnik gruplardan olduğu gibi bazı Kürtlerinde yer yer iştirak ettikleri bilinmektedir, fakat sadece Kürtleri öne çıkararak soykırımı açıklamaya çalışmak maksatlıdır. Taner Akçam soykırım üzerinden elde ettiği akademik mevkiini bu alanı terk etmeden evvel ‘Son gece hakkı’ olarak Kürtler üzerinde kullanıyor (aslında sadece Kürtler değil Ermeniler ve Asuriler üzerinde de kullanıyor). Eski sömürgeci bir yöntem ile, yerli kadim halkları birbirine vurdurarak, soykırımın, işgalin ve yağmanın esas faillerini gizlemeye çalışıyor. Deyim yerindeyse katliam ve katledilenler üzerinde tepiniyor. Akçam’ın revize dediği şey sistematik katliamı ucuzlatmak ve soykırım tartışmalarını belli bir patika içinde tutmaktır. Böylece de oluşturmak istediği bu patikada Kürt soykırım tartışmasına karşı da erken önlem alıyor.
Kaynakça:
-Akçam, Taner (2006). Türk ve Ermeni. Birikim Dergisi (Online erişim 24.09.2021: https://birikimdergisi.com/guncel/991/turk-ve-ermeni).
-Akçam, Taner (2019). Ermenilerin imha kararı ne zaman alındı? (Birikim, sayı 364 s. 90-106. Online erişim: 25.09.2021: https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-364-agustos-2019/9628/ermenilerin-imhasi-karari-ne-zaman-alindi/9631%).
-Akçam, Taner (2021). Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi. Aras Yayınları Istanbul.
-Düzel, Neşe (2012). Taner Akçam söyleşisi 1-2-3. Taraf Gazetesi (Online erişim. 24.09.2021:http://www.izmirizmir.net/taner-akcam-islami-kesim-de-tarihiyle-yuzlessin-h6415.html).
-FDHF (2021). Ermeni soykırımın 100. Yıldönümünde Katliam Kültürü ve soykırımın izin sürmek. Dikme, Anjel anlatıyor. Düzenleyen: FDFH-Paris (Online Erişim. 26.09.2021: https://www.youtube.com/watch?v=ybmPSGw1HG0).
-Gazi, Filiz (2021). „Gönüllü bir katilim olmasaydı, bu kadar insan ölmezdi” Taner Akçam söyleşisi. Duvar (Online erişim. 25.09.2021: https://www.gazeteduvar.com.tr/taner-akcam-gonullu-bir-katilim-olmasaydi-bu-kadar-insan-oldurulemezdi-haber-1519773).
-Koptaş, Rober (2021). Ermeniler, “ilk gece hakki ve ötesi”. Yesayan Salonu Akçam söyleşisi. Kürtler. (Online erişim. 26.09.2021:https://www.youtube.com/watch?v=xlu-AzeHyOc).
-Ilter, Balçiçek (2013) Söz sende. Zakarya Mildanoğlu söyleşisi. Haber Türk.(Online Erişim. 26.09.2021: https://tv.haberturk.com/tv/programlar/video/soz-sende-26-nisan-2013-zakarya-mildanoglu/88193).
İlk yorum yapan siz olun