İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zümrüt yeşili yamaçlara serpilmiş kaleler, kiliseler, camiler…

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Karadeniz’e yüzünü dönmüş sarp dağların engin yeşilinde doğayla iç içe yaşar Doğu Karadeniz. Gelin bu hafta Artvin’in köylerinde dolaşalım, kayıp tarihin izinde Yusufeli’ne doğru küçük bir gezi yapalım. Bu satırları okuyup yolunuzu düşürürseniz bilin ki ciğerlerinize dolan temiz havayı, muhteşem sofraları ve hoş sohbetleri de ekleyeceksiniz anılarınıza.

Saffet Emre Tonguç –
Başka uluslarla benzerliklerimizden bahsettiğimizde Ege ve Akdeniz’e kıyı olan ülkeler gelir ilk akla. Gerçekten de hem coğrafyamız hem mutfağımız hem de insanımız benzer bu kıyılardaki komşulara. Ama yüzünüzü biraz doğuya çevirirseniz orada da sadece sınırların ayırdığı insanları görürsünüz; dili aynı, mutfağı aynı, tarihi aynı… O yüzden Karadeniz’i gezdiğinizde aslında devasa bir coğrafyayı tanımış, anlamış olursunuz.

Bölgenin tarihine bakarsak 9’uncu yüzyıla kadar geri gidebiliyoruz. Gürcistan Krallığı 9’uncu yüzyıldan 14’üncü yüzyıla kadar Kafkasya’da kurulmuş bir Gürcü devleti. Bölgeye birçok konuda altın çağını yaşatan bu devleti kuran Bagratlılardan günümüze pek çok manastır ve kale ulaşmış. Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nın Surp Haç Kilisesi de bu hanedanla bağlantılı. Çünkü Gürcü Bagrat Hanedanı, ortaçada Ermenistan’ı yöneten Bagrat Hanedanı ile akraba. Mimari tarzları da birbirine benziyor.

İLK DURAK TBETİ MANASTIRI

Yolumuz üzerinde ilk karşımıza çıkan Şavşat Cevizli Köyü’ndeki Tbeti Manastırı. Tbeti ismi Cevizli Köyü’nün eski adı. Ortaçağda Gürcistan’ın en önemli el yazmaları ve kültür merkezi olan manastırdan günümüze kiliseden başka bir yapı kalmamış. 1880’lerde camiye çevrilen kilisede herhangi bir değişiklik yapılmamasına rağmen freskler ve tasvirler zarar görmüş. Yeni bir caminin inşasıyla da kaderine terk edilmiş. Fakat anlaşılmaz bir kararla 1961’de dönemin yerel yönetimi tarafından dinamitle patlatılmasına karar verilmiş. Karşısında dururken böyle önemli bir merkezin günümüze ulaşmasının sevincine, yaşadığı kötü muamelenin üzüntüsü karışıyor.

Bölgedeki önemli merkezlerden biri olan Yusufeli’ne doğru giderken yolun her iki tarafında yükselen sarp dağlar, elma, dut ve ceviz bahçeli ahşap evlerin sıralandığı köyleriyle bir tabloyu andırır güzellikte. Armaşen Kalesi, Oşnak Kalesi, Ersis Kalesi, Öğdem Kalesi, Peterek Kalesi, Nihah Kalesi; tümü Yusufeli’nde, tümü ortaçağdan kalma ve maalesef hiçbirinin kitabesi yok. Bunların dışında bir ortak özellikleri daha var, insanın “O kadar yükseğe nasıl inşa edildiler” diyeceği mesafeden ve tepeden bakıyorlar dünyaya. Bir zamanlar sadece Yusufeli’ni değil tüm bölgeyi korumakla görevli kaleler tüm yıpranmışlıklarına rağmen görkemlerinden hiçbir şey kaybetmemiş. Çoğundan geriye sadece kalıntıların ulaşmış olması insanı üzüyor.

Yusufeli uzun yıllardır HES projesiyle gündemde olsa da aslında çok özel bir yer. İlçe, Akdeniz Bölgesi’nde olmayıp da Akdeniz iklimine sahip nadir yerlerden, verimli topraklarında senede birkaç hasat yapılabiliyor. Elma, armut, kiraz, limon, zeytin, tahıl çeşitleri ve pirincin yanı sıra her türlü Akdeniz bitkisi yetiştirilebiliyor. Tamamlanmak üzere olan HES sonrası ilçe merkezi ve birkaç köy sular altında kalacak. Bu kadar özel bir iklime sahip bir yerin daha farklı bir şekilde değerlendirilmesini dilerdim.

Yusufeli’nin tarihinin çok eskilere, MÖ 5.500’e dayandığı kanıtlanmış. Çoruh Nehri’nin ağzındaki vadilerden birinin yamacına kurulan Yusufeli, dağlık ve engebeli coğrafyası nedeniyle güvenlik arayan kavimlerin yerleşimi olmuş.

Bagratlıların kurduğu Gürcistan Krallığı 9’uncu yüzyıldan 14’üncü yüzyıla kadar bölgeye birçok konuda altın çağını yaşatmış. Onlardan günümüze pek çok manastır ve kale ulaşmış. Şavşat Cevizli Köyü’ndeki Tbeti Manastırı (üstte, solda) ve Yusufeli’nin İşhan Köyü’ndeki Kanlı Kilise ortaçağ kalıntılarından ikisi.

‘MAYIS YEDİSİ’ ÂDETİ

16’ncı yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine geçen ilçede o döneme ait camilere de rastlanıyor. İlçedeki ilgi çekici camilerden biri Esendal Köyü’ndeki, 1800’lerin sonuna doğru inşa edilmiş Esendal Camisi. Ahşap ve taş işçiliği çok zarif. Görülesi bir diğer tarihi yapı Demirkent Camisi. Kitabesi bulunmadığından ilk yapım tarihi kesin olarak bilinmese de bir kilise olarak inşa edildiği konusunda herkes hemfikir. Sadece bitki motifleriyle bezenmiş minberi değil, camideki tüm ahşap süslemeler dikkati hak ediyor.

Her yerde olduğu gibi Yusufeli’nde de birtakım inanışlar var. Bunlardan biri ‘mayıs yedisi’. Mayısın yedinci günü Çoruh Nehri’nde yıkanmanın uğurlu olduğuna inanılıyor. Bunun eski Türklerin dini olan şamanlıktan kaldığı ve o dönemdeki yaz bayramı kutlamalarının bir devamı olduğu söyleniyor.

Barhal ya da şimdiki adıyla Altıparmak Köyü’ndeki Barhal Kilisesi 900’lü yılların sonuna doğru, el yazması Parhal İncili’ne göre, Vaftizci Yahya için inşa edilmiş. Manastır olarak inşa edilen yapının sadece görkemli kilise bölümü bugüne ulaşabilmiş. 17’nci yüzyıl ortalarında camiye çevrilmiş ve hâlâ cami olarak hizmet veriyor.

Köyün batısında köye yeni adını veren ve hem trekking hem de dağcılık için son derece uygun Altıparmak Dağları, kuzeybatısındaysa Marsis Dağları var. Marsis Dağları’nda 50 kadar krater gölü ve zirvelerindeki buzul gölleri görenlerin nefesini kesecek güzellikte. Altıparmak Dağları’nda ise her sene ilginç bir doğa olayı gerçekleşiyor. Zirvelerin yapıları ve yükseklikleri benzer olmasına rağmen gelen bulutların sadece üçüncü doruğa çarpıp buz tanelerini bırakması herkesin ilgisini çekiyor. Barhal Vadisi’ne özgü, tulum eşliğinde oynanan Kobak oyununun folklorumuzda özel bir yeri olduğunu da meraklılarına hatırlatalım.

Bir platonun üzerine kurulu çok güzel bir köy olan İşhan, devasa ‘Kanlı Kilise’ye ev sahipliği yapıyor. İşhan Manastırı olarak da anılan yapı 6’ncı yüzyılda Bagratlılarca yaptırılmış, piskoposluk makamı olarak da hizmet vermiş. Kanlı Kilise olarak anılmasının nedeniyse, bölgeyi yöneten beyin güzeller güzeli kızıyla evlenebilmek için çok kanlar dökülmesi. Kilisenin bir bölümü Osmanlıların Artvin’i ele geçirmesiyle camiye dönüştürülmüş ve 1983’e kadar cami olarak kullanılmış. Sonra hem kilise hem de cami bölümleri ne yazık ki kullanıma kapatılmış.

TEKKALE VE DÖRTKİLİSE

Yusufeli’nin güneyinde Erzurum’a giden anayol üzerinde farklı renklerde kayaların oluşturduğu olağanüstü Çoruh Kanyonu’ndan geçersiniz. Yolunuzu Tekkale’ye çevirin ve bölgeye adını veren yapının kalıntılarını kayaların en tepesinde görmeyi ihmal etmeyin. Tekkale’den bozuk bir yol Dörtkilise’ye devam ediyor. Bir zamanlar hakikaten dört kilise varmış ama şimdi sadece yolun arkasındaki bitkilerin arasına saklanmış gibi duran çok hoş bir 10’uncu yüzyıl kilisesi kalmış. Güzel ama son derece sade yapı, taş kemerleriyle öne çıkıyor. Hayatta kalan birkaç freskin arasında bölgeyi 961 ve 1000 yılları arasında yönetmiş Kral David Magistros’un portresi de var.


Hürriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.