İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mehmet Ali Talat: ‘Türkiye’nin bizi maceraya sürükleme hakkı yoktur’

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Kuzey Kıbrıs 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “Türkiye’nin bizi maceraya sürükleme hakkı yoktur” dedi.

Türkiye’nin politikalarında değişiklik yaparken kendilerine sormadığını belirten Talat, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılacağı 20 Temmuz törenine katılmayacağını da belirtti.

Yeni Düzen gazetesinin haberine göre, Talat, “Dünyaya meydan okunacak ve ilkel politikalara dönüştürülmesi muhtemel bu törenlere katılmayı düşünmüyorum” ifadelerini kullandı.

Talat, adada federasyona dayalı bir çözümün ‘Ruma yama olmak’ şeklinde yaftalandığını hatırlattı ve, “Şu anda yama olduğumuz bir yer aranırsa o da Türkiye’dir. Ama kimse bize Rum tarafına yama olun demiyor. Rum tarafı ile eşitlik öneriyor. Ama Rum tarafı bunu kabul etmiyor, doğru” dedi.

Talat, Türkiye, Kuzey Kıbrıs ilişkilerine dair şunları söyledi:

“Biraz uzun vadeli bakarsak 1983 öncesinde bir Büyükelçilik görevlisi Bakanlar Kurulu’nda otururdu. Ayırt edici oyu da o kullanırdı; ‘bu iş yapılacak veya yapılmayacak’ gibi… 1983’te KKTC ilan edilince bu kaldırıldı. Tabi ki Türkiye’nin etkisi devam etti, birçok kararda Büyükelçiliğin görüşü alındı, desteği istendi. Yani Türkiye’nin bir parçası gibi hareket edilmeye devam edildi.

Bu tabi hükümetlerle değişti. Örneğin; bizim 1994’te ilk hükümet maceramızda Türkiye’nin doğrudan benim işlerime karıştığı olay yaşamadım. Bir iki teşebbüs oldu ama bunlar ufak şeylerdi. O dönemde Denktaş vardı. Sonuçta Türkiye makamları Denktaş ile ilişki kurardı, Denktaş, bizimle ilişki kurarak görüş söylerdi.

Elektrik Kurumu’nun STFA’ya devredilmesi baskıları oldu, Demirel’in selamını dahi getirdiler. ‘Hayır’ dedik, direndik. Elektrik Kurumu’nun STFA’ya devredilmesini engelledik. Bunun gibi şeyler oluyordu.

2002’de Kıbrıs konusunda başlayan büyük hareketlenme, Annan Planı süreci vs, o dönemlerde özellikle Türkiye’de de AK Parti’nin seçimi kazanması hemen akabinde de Annan Planı’nın taraflara sunulması ben muhalefette olduğum halde Türkiye ile ilişkileri çok farklı boyuta taşıma imkanı sağladı.

Benzer görüşleri paylaşıyorduk, Türkiye hükümeti de Kıbrıs sorunun çözümünü istiyordu. Çünkü AB yolunda ilerleme özellikle AK Parti için çok önemliydi.

AK Parti’nin, askeri gücünü ortadan kaldırması için AB sürecine ihtiyacı vardı. Bundan dolayı AB süreci de Kıbrıs’la paralel kılınmıştı. Dolayısıyla Kıbrıs sorunun çözümü de AK Parti’nin hedefi arasına girmişti. Bizim de hedefimiz oydu. Böylece bir uyum sağlanmış oldu. Bu uyum içerisinde epeyce ilerlemeler kaydedildi.

Biz muhalefetteyken, AK Parti ile temaslarımız vardı. Gidiyorduk, görüşüyorduk. TBMM’ye gidip gruplarla görüşmeler yapabiliyorduk. Sonuçta 2004’te başbakan olmamla birlikte bu iş tabi daha da üst düzeye çıktı. O dönemde ekonomide çok büyük büyümeler yaşandı. Referandumdan sonra Türk ekonomisi de aldı, başını gitti. Dıştan aldığı yatırım belki de 10 misline çıktı.

Hatta o günün Cumhurbaşkanı bana herkesin önünde ‘siz Kıbrıslı Türkler olarak Annan Planı’na evet demekle Türkiye’nin bugüne kadar size yaptığı her desteği ödediniz’ dedi. Bunu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanının önünde ifade etti. Dolayısıyla Türkiye ile bizim ilişkilerimiz gerçekten çok iyiydi. Karşılıklı saygı, sevgi, uyum vardı.

Örneğin; ben cumhurbaşkanı olduğumda bana dediler ki; Mali Protokol’ü lütfen imzalar mısınız? Ben de onlara dedim ki; ‘bu cumhurbaşkanın işi değil. Bunu hükümetle görüşün’. Hatta protokolde Türkiye’de açılacak ihalelerle ilgili de ifadeler vardı. Bunu kabul edemeyeceğimizi söyledim. İhaleler burada açılmak zorunda. Çünkü bizim ekonomimizin onun katma değerine ihtiyacı var. Evet, yol yapılsın ama o yol oraya kondurulsun istemiyoruz. O yolun yapımında bizim insanımız çalışmasa bile bizim esnafımız da çalışmalı. O yüzden bunun katma değeri yansımalı. Nitekim öyle yaptılar, bir yol hariç; Girne Çevre Yolu… Geçitköye’e kadar gidecekti. Bir tek o başladığı için Türkiye’de ihaleye çıktı ve sadece bugün oldu, o yol bitmedi.

Kıbrıs sorunu çözümü noktasında da çok iyi noktadaydık. Hele 2010’nda son girişimlerimiz oldu. Rum tarafına paket öneride bulunduk. O paket öneri için yoğunlaştırılmış görüşme süreci oldu. Her akşam Dışişleri Bakanı Davutoğlu beni arardı. ‘Ne oldu? Ne gelişme oldu? Bu iş olacak mı?’ gibi sohbet ediyorduk. Çok istekliydiler. Sonra güvenli bir haberleşme ağı oluşturmuştuk. O yolla çok hızlı haberleşme yapıyorduk. Gerçekten abartmıyorum mükemmel bir ilişki vardı.

UBP’nin genel karakterini biliyorsunuz yani çok şey isteyip hiçbir şey yapmamak, söz vermek sadece ama gereğini yerine getirmemek, dilde ‘peki efendim yapalım’ diyerek hiçbir şeye karşı çıkmamak… Hiçbir şeye karşı çıkmamak seni silikleştirir, ezikleştirir ve hiçbir şeye karşı çıkmayınca da hem karşı tarafı ona alıştırırsınız hem de ilişkileri sağlıklı olmaktan çıkarır.

Şimdi geldiğimiz nokta bambaşka. Özellikle Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine Türkiye’nin çok büyük karışması ile seçimin gerçekleşmesi ve Türkiye’nin istediği adayın seçtirilmesi ilişkileri bambaşka bir noktaya taşıdı. Artık burayı Türkiye idare eder gibi oldu.

TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelip şuan yapımı devam eden ihaleleri denetliyor. Türkiye Büyükelçiliği ihalelerin ilerleyişiyle ilgili bilgi veriyor. Yani Türkiye idareye el koymuş gibi bir durum yaşanıyor.”


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.