İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘’KÜRT AĞALARININ İLK GECE HAKKI’’ VE ‘’KÜRTLERİN GÖNÜLLÜ ERMENİ KATLİAMI’ İDDİALARI ÜZERİNE -1-

6 Temmuz 2021

Murad Ciwan

20 Nisan 2021 tarihinde Gazete Duvar haber sitesinde Filiz Gazi’nin, 1915 Ermeni soykırımı konusunda önemli çalışmaları olan akademisyen Taner Akçam’la yeni yayınlanan kitabı Ermeni Soykırımı’nın Kısa Tarihi[1] adlı kitabının tanıtımını ve 24 Nisan’ın yıldönümü dolayısıyla Ermeni Soykırımı’na tekrar dikkatleri çekmeyi amaçlayan söyleşisi yayınlandı. Söyleşide, jenositle bağlantılı olarak o güne dek duyulmamış iki iddiaya yer verildi. Birincisi 19. yüzyılda ‘’ Kürt Ağalarının Ermeni gelinleri üzerindeki ilk gece hakkı’’, ikincisi da Kürtlerin Ermeni jenosidine geniş bir gönüllü katılımı iddiası.

Ermenilerin 19. yüzyıldaki durumlarıyla ilgili bir resim çizerken Akçam ‘’Hıristiyanlara biçilen yer, ikinci sınıf vatandaş olmaktı. Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.’’ şeklinde beli ki sansasyonel olmasını istediği bir iddia ortaya attı (konuyla doğrudan ilgisi olmasa da, belirtmek gerekir ki birinci ya da ikinci sınıf vatandaştan ziyade Osmanlı İmparatorluğu’nun ancak tebaalarından bahsedilebilirdi).

İkinci iddiasında da ‘’Bu kadar gönüllü bir katılım olmasaydı bu kadar insan öldürülemezdi. Bu kadar basit… Kürtler şöyledir yapmaz, Türkler böyledir yapmaz gibi saçma argümanları bırakmak gerekiyor’’ dedi. Akçam tabii katliama gönüllü katılımı, güya halkların etnik özelliklerine bağlamadı, ama nedense yine de onların dinsel inançları yanında yağmacılık ve talancılıklarıyla izahı tercih etti: Din faktörü, onların kendilerini birinci dereceden Kürt, Türk veya Çerkez olarak değil, Müslüman olarak görüp gavurun öldürülmesinde bir beis görmemeleriydi. Ama ilginç bir biçimde, talancılığı, bedava mal ve mülk yağmacılığını onların dinsel inançlarının yanına koydu.

Kürt kamuoyu ve aydınları arasında nedense katliama gönüllü katılım iddiasından ziyade, ‘’ilk gece hakkı’’ iddiası tepki gördü. Bir iki eleştiri yazısının yanı sıra 132 Kürt aydın ve aktivistin bir ortak açıklaması da oldu.

Fakat daha sosyal medya üzeri tepkiler oluşmadan, söyleşiden bir gün sonra; 21 Nisan 2021’de Akçam kendi Facebook sayfasında, verdiği röportajın bazı Kürt dostlarını biraz üzdüğü gerekçesiyle, ‘’ilk gece hakkı’’nı farklı ciddi kaynaklardan aldığını iddia etti. Bu arada sanki söyleşide ‘’korkunç bir örnek’’, gibi gösterip‘’Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi’’ dememiş gibi, ‘’bazı yörelerde…’’ ifadesiyle bir gün önceki genelleştirme tutumundan geri adım attı. Ancak bunu açıkça belirtmedi, sanki söyleşide de aynı sınırı kullandığı imajını vermeye çalıştı. Rus Kürdolog M. S. Lazarev’i[2]bu eserden aktaran Charles Issawi’yi[3] ve Stephan Astourian‘ın çalışmalarını[4] iddialarına üç farklı kaynakmış gibi gösterdi.

 29 Nisan 2021’de sosyal medyada yayınlanan 132 imzalı ortak açıklamada, imzacılar Taner Akçam’ın söyleşide ‘’korkunç bir örnek’’ olarak verdiği ‘’19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” iddiasına dikkati çekerek onun bu genelleyici tavrını protesto ettiler: ‘’Bugüne dek gerek Kürd toplumunda gerekse Ermeni toplumunda geçmişteki ilişkilerle ilgili olarak olumlu veya olumsuz, gerçek ya da gerçek dışı çok şey söylenmiştir. Ancak böyle bir şey duyulmuş ve yazılmış değildir. Taner Akçam, belgelerim var, bazı kaynaklarda geçmektedir dese de söylenenler bilimsellikten ve inandırıcılıktan uzak olduğu gibi, her iki halkın tarihsel ve toplumsal değerleriyle de bağdaşmamaktadır.’’

Açıklama sahipleri, ayrıca Lazarev’in çalışmalarını Kürtçeye çevirmekle bilinen yazar Temurê Xelil’in, kaynak konusundaki iddialarının uydurma, asılsız ve bilimsellikten uzak, bilinçli bir çarpıtma olduğunu belirttiğini vurgulayarak Taner Akçam’ı kınamış ve kendisini iki halktan da özür dilemeye çağırdılar.

10 Mayıs 2021’de www.yesayansalonu.com ‘da Taner Akçam 132 imzalı ortak açıklamaya sert bir tepki gösterdi. Bir bilim insanından hiç umulmayacak bir tahammülsüzlük ve saldırganlıkla ortak açıklamayı “hakikatleri bulmaktan başka bir çabası olmayan akademisyenlere yönelik estirilen terör ortamı” yaratan bir “saldırgan kampanya” olarak suçladı, amacın çalışmalarında daima bağlı kaldığı tarihsel hakikatler ve bu hakikatler aracılığıyla ulaşılabilecek bilgiler hakkında bir kirlilik yaratmak olduğunu iddia etti.

Belirtmek gerekir, imzacılar, önemli bir konuda, çalışmaları Rusçası ve Kürtçesiyle el altında olan Kürdolog Lazarev’in eserine bakmaya ayrıca gerek duymadan Temurê Xelil’in iddiasına yer verme hatası işlemekle beraber iddiayı bilgiyi verenle sınırlandırmaya da özen göstermişlerdi.  Ama bu fazla bir anlam ifade etmedi ve Akçam’ın oklarının sivri uçlarını bileme malzemesi oldu. Daha sonra belirtileceği gibi, kendisi de daha ağır benzer bir hataya düştüğü halde…

Aynı günlerde başka Kürt gazeteci ve yazarlar da Lazarev’in kitabında ”ilk gece hakkı” belirlemesi yoktur, kitabının ikinci baskısında çıkartılmıştır gibi yazılı ve sözlü iddialarda bulununca, yanlış bilgi Kürt kamuoyu ve medyasında da gerçekmiş gibi ilgi gördü, öne çıkarıldı.

Taner Akçam yanlışlığı yakalamanın verdiği keyifle iddiasının kaynaklara dayandığını, Lazarev’in kitabının hem birinci (1964) hem de ikinci baskısında (1972), ayrıca Kürtçe çevirisinde de buna yer verdiğini, yanısıra aynı yazıda ve farklı yazılı ve sözlü açıklamalarında 20 kadar kaynak adı vererek buralarda da söz konusu iddianın var olduğunu belirtti. En son olarak 11 06 2021’de Agos sitesinde “İlk Gece Hakkı’ İle İlgili Bilgilere Kuşbakışı bir Bakış” başlıklı bir yazıyla [5] kaynak listesini 25’e yükseltti, listesinde saydığı bazı kaynakların güya içeriklerine dönerek başından beri sıraladığı bu kaynak bolluğunun aslında tek bir yerden alıntılandıkları gerçeğinden sıvışmayı tercih etti. ‘İlk Gece Hakkı’ konusunda söylenenleri bir araya toplamayı uygun gördüğünü, ama nedense artık ‘’yorum ve analiz yerine daha çok tasvire dayalı bir anlatımı tercih edeceği”ni belirtti. Bir nevi, akademik disiplin sorumluluğundan sıyrılarak daha rahat kılıç salama amacı olsa gerek.

Akçam, kampanyası döneminde biri Robert Koptaş’la, diğeri Hayko Bağdat’la olmak üzere iki tv/streaming yayını da yaptı. Bunlar daha çok kendisine pas atıp bol bol gol atması amaçlı yayınlar oldu.

Taner Akçam’ın ilk söyleşideki iki iddiası Kürt tarihiyle yakından ilgilenen ve bu arada Kürt Ermeni ilişkilerine bir ölçüde vakıf, Kürt Hamidiye Alayları’nı bugüne kadar tamamıyla farklı bir yaklaşımla değerlendiren çalışmaları, Ermeni jenosidi karşısında Kürt aydın ve ileri gelenlerinin tavırlarına ilişkin kayda değer bilgileri olan, bu konuda zaman zaman kamuoyunda açık tavır belirlemiş biri olarak benim de ilgimi çekti. Takip ettiğim halde ilk kez kendisinden duyduğum bu tutumu, bir tavır değiştirme mi diye düşünerek rahatsız da etti. Açıklamaya imza atıp atmayacağım konusunda bir teklif de aldım. İddialara karşı çıkmakla Ermeni jenosidi gerçeğinin birbirine karışabileceği ve kamuoyunda yanlış bir algıya yol açabileceği kaygısıyla, ayrıca tarihle ilgilenen biri olarak, eğer tutum belirlersem, en iyi yolun Akçam’ın iddialarına cevap niteliğinde bir yazı yazmak olacağı düşüncesinden hareketle imzadan imtina ettim, ama imzacıların yanlış yaptıklarına dair hiçbir şey de aklımdan geçmedi. Nihayet ben farklı bir tutumu tercih etsem, hatta yanlış bile bulsam bazı duyarlı insanlar bir tepki göstermek istiyorlardı, bu da normal, onların en doğal hakkıydı.

Aynı günlerde, henüz farklı yönlerden karşılıklı tepkiler oluşmamışken, varlığı en yaygın biçimde dile getirilen Avrupa feodalitesinde bile ‘’ilk gece hakkı’’ fenomeninin gerçekte var olduğuna dair somut tarihi belge ve kanıtın olmadığı, aslında mit ve efsaneden öteye gitmediği yolunda ciddi akademik araştırmalar olduğu yönünde sosyal medya üzeri bazı notlarım oldu.

Bizim doğu toplumlarında ‘’İlk gece hakkı’’nın genel geçerli hukuksal bir norm olarak kabul edildiğine ilişkin herhangi bir belirti yokken, iddia Avrupa’dan bir etkileşimle ortaya atılmış olabilirdi. Bilimsel akademik çalışmalar sonucunda yayınlanmış bir kitabın İngilizce ve Fransızca kapak resimlerini sosyal medya hesaplarımda verdim. Bunun ardından bazı yazı ve polemiklerde meselenin bu yönüne de değinildi.

Bu arada Lazarev’in konuya ilişkin tespitlerinin olmadığıTemurê Xelil’in ağzından verilip başka bazı gazeteci ve akademisyenler, onların takipçileri de Lazarev’in böyle bir şey yazmadığını iddia etmeye başlayınca, ilk kez ben, bunun doğru olmadığını Kürologun kitabının hem birinci(1964) hem ikinci baskısında(1972), üstelik Kürtçeye yapılan çevirisinde de iddianın yer aldığını sosyal medya üzerinden yazdım. İmzacılara da yeterince araştırma yapmadan yaptıkları yanlışlık nedeniyle serzenişte bulundum. Akçam’ın destekçileri heyecanla bu notlarımı yayınladılar…

Bir biçimde kenarından da olsa konuya iliştiğimden olsa gerek Kürt medyasından söyleşi için benimle ilişkiye geçenler oldu, Duvar’da yapılan söyleşi Akçam’ın son kitabıyla ilgili olduğu için,  iddiaların esasında kitapta daha derli toplu ve temellendirilmiş olması gerektiğinden hareketle her şeyden önce kitabını elde edip okumadan bir açıklama yapmamayı tercih ettim. Ancak yurt dışında olmam ve Covid 19 pandemisinin yarattığı ulaşım zorlukları nedeniyle kitaba oldukça geç ulaşabildim.

İkinci amacım da Lazarev’in ilk gece hakkıyla ilgili olarak kitabında yararlandığı orijinal kaynağı elde etmek oldu. Rusya’daki, özellikle Moskova’daki tanıdıklar aracılığıyla ilk kaynağı elde etmeye çalıştım.

Lazarev’in kullandığı kaynak konusunda Rusça baskıları okuyan tanıdıklar arasında farklı yorumlar ortaya çıktı. Kimileri Lazarev’in konuya ilişkin kaynağının Britanya’alı gezgin, tüccar ve parlamenter Henry Finnis Blosse Lynch, kimileri de 1901-1905 yılları arasında Van’da Rus konsolos yardımcısı olarak görev yapan Tumancky olduğunu belirttiler. Bunda biraz da kitabın ilk baskısının payı olsa gerek. Yazar, Kürt beyleri ile Ermeni serfleri arasındaki 19. yüzyıl ilişkilerine değinirken ilk gece hakkından önce başka bazı olguları da anlatıyor, aynı sayfalara denk gelen iddialarının bazılarına Lynch’i bazılarına da Tumancky’’i dayanak gösteriyor. ‘’İlk gece hakkı’’ ile ilgili tek cümle var ve herhangi bir kaynak gösterilmiyor. Bu nedenle bazı okuyucularda Lynch, bazılarında Tumancky kaynakmış gibi algılanmıştı. Kitabın ikinci baskısında Lazarev’in de bu bulanıklığın farkına vararak kaynak sorununu netleştirdiği görülür. Söz konusu cümlenin hemen ardından rakam konularak kaynağın Tumancky’nin raporlarının bulunduğu Rus dışişleri arşivi olduğunu belirtilir.  

Lazarev eserinde H. F. B. Lynch’in Ermenistan ve Kürdistan (Osmanlı egemenliği altındaki topraklara) seyahatini ele aldığı İngilizce iki ciltlik eserin Rusçaya çevrilmiş ve Gürcistan/ Tiflis’te yayınlananından yararlanmış. Alıntıları eserin ikinci cildinden. Eserin İngilizce orijinal ikinci cildi gözden geçirildiğinde ilk gece hakkına ait hiçbir cümlenin olmadığı görülür. Ancak gözden geçirirken edindiğim izlenim, ilk gece hakkı iddiasının nereden gelmiş olabileceğine ilişkin bazı ipuçları verir, daha sonra bunlara değinmeyi umuyorum.

Geç te olsa posta üzeri Akçam’ın kitabını elde edip okudum. Lazarev’in kaynağının orijinalini ise hala elde edemedim. Bu şimdilik mümkün de görünmüyor. Bu şartlarda da bir şeyler yazılabileceğine kanaat getirerek yazıyorum.

Akçam’ın kitabını okuyunca hayretler içinde kaldım. Ne Kürt ağalarının Ermeni gelinleri üzerinde ‘’ilk gece hakkı’’, ne de söyleşideki boyutlarda ve Kürt bölgeleri olması hasebiyle daha çok Kürtler işaret edilerek ‘’Eğer gönüllü bir katılım olmasaydı bu kadar insan öldürülemezdi’’ iddiası var!.. Hatta kitapta verilen pek çok bilgi ve belge, 30 yıllık çalışmaların bir sonucu soykırımın boyutu, sorumluları, sonuçları ile ilgili sentez ve tezleri, söyleşideki iddiaları çürütür niteliktedir.

Bu gözlemden sonra, yazımı, daha çok söyleşideki iki iddia ile kitapta aynı konudaki sentez ve tezlerle karşılaştırmaya, kitapla söyleşi arasındaki ilginç uyuşmazlığına, hatta kitabın söyleşiyi çürüten ilginçliğine ayırdım. İlk gece hakkı iddiasını, kitapta olmadığı için, ondan bağımsız olarak değerlendirecek, diğerini de öncelikle kitabın nasıl çürüttüğünü göstermek için karşılaştırdıktan sonra ‘’gönüllü katılım’’ tezinin kendimce eksik ve yanlış bulduğum yanlarına da değineceğim.

25 ayrı kaynak mı, tek kaynak mı?

Akçam’ın söyleşide değindiği ‘’ilk gece hakkı’’ iddialarına kanıt olabileceğini düşündüğü kaynak meselesinden başlamakta yarar var. Başta da belirtildiği gibi Akçam  önce Stephan Astourian, Ronald Suny (Ronald Grigor Suny), Lazarev ve Dikran Kaligian’ın çalışmalarından bir bilgi diyor. Daha sonra sayıyı bazı Ermeni ve Kürt dostları aracılığıyla on beş dolayında adı içeren bir listeye çıkarıyor.[6] Akçam, Ermeni ve Kürt militan arkadaş ve dostlarının katkısıyla listesini on beşe, yirmiye, en son yirmi beşe çıkarıyor.

Aso Zagrosi[7], benim ve İnternet üzeri notlarını okuduğum bazı tartışmacıların elde ettikleri bilgiler, Orbeli hariç listelerde yer alan kitap, makale ve diğer yayınların tümü ad vererek ya da vermeyerek ya Lazarev ya son derece düşük bir ihtimalle Çarlık Rusyası dışişleri arşivindeki Tumancky raporundan ya da onlardan alıntılayanlardan alıntı yapmışlardır.

Bu arada Akçam’ın ‘sıfır toleranslı akademisyen’ tutumuyla hiç de bağdaşmayan bir seçiciliğine de değinmek yerinde olur. ‘Ortak açıklama’daki 132 imzacıyı el altındaki kaynaklara bile bakmadan iddiada bulunmakla suçlarken kendisi onların hiç de yapmadığı çok kötü bir özensizlik ve tarafgirliğe yeltenmiştir. Kendisine kaynak listesi oluşturan dostları, Lazarev’in kitabını Kürtçeye çevirenin Temûrê Xelîl değil, Emerîkê Serdar olduğunu iddia eden bir link vermiş, Akçam, başkaca da herhangi bir araştırmaya, diğer tarafın iddia ve argümanlarına başvurmadan Emerikê Serdar’ın linki üzerinden sonuca varmış ve çeviriyi ona ait saymıştır.

Oysa iddia dolayısıyla Temurê Xelîl Riya Teze sitesinde yazdığı bir yazıda çevirinin kendisine ait olduğunda ısrar etmiştir. Xelîl, Emerikê Serdar’ın da çevirisinin olduğunu kabul etmekte, ancak bu çevirinin o değil, kendisine ait olanın olduğunu belirtmektedir. İddiasına göre çevirisini İsveç’e yerleştikten sonra, bir Kürt derneğinde çalışırken, derneğin üye ve yöneticilerinin gözleri önünde yapmıştır. Tanık diye dikkate almamızı gerektirecek kadar kayda değer adlar da vermektedir.

Tabii çevirinin kime ait olduğunu bilecek durumda değilim. Her iki tarafın iddialarını okudum, ondan öte herhangi bir araştırma yapmış değilim. Doğrusu şu anda çevirenin kim olduğunu bilmemi gerektiren bir çalışma önümde olmadığı için böyle bir tespiti yapma gereğini duymadım. Ama Taner Akçam’ın sıfır toleranslı bir akademisyen olarak çevirinin kime ait olduğu tespitini yapacaksa öteki taraf olan Temurê Xelil’e, hele hele onun işaret ettiği tanıklara baş vurması gerekmez mi? Oysa Akçam bu ihtiyacı hissetmeden hesabına gelen iddiayı kendi tespiti yapmıştır. Tespiti doğru bilgi de olsa seçtiği yöntem bilimsellikten uzaktır.

Orbeli farklı bir kaynak mı?

Lazarev’in kaynağından farklı gibi görünen ve listelerde adı tekrarlananlardan biri de Orbeli’dir. Akçam en son yazısında, Orbeli’nin 1911’de Muks’teyken derlediği ve daha sonra 1982’de çıkan kitabında yer alan düğün ve evlilik gelenekleri arasında geçen bir anlatımını da verir. Bir Ermeni düğününde gelinin küçük yaşta olması karşısında şaşırıp bunun sebebini soran Orbeli’ye biri ilk gece hakkının o günkü bey tarafından artık uygulanmasa da eskiden beri Müks dolaylarında var olduğu iddiasını gerekçe göstermiştir. Gelinin küçük yaşta evlendirilmesinin bu uygulamanın önüne geçtiği iddia edilmiştir. Orbeli iddiayı not etmiş ama ikna olduğunu belirtir bir açıklama vermemiştir. Hatta bir Ermeni düğününden evlenen çiftlerden damadın 19, gelinin 11 yaşında olduğunu gösteren bir fotoğraf da çekmiş ve bu fotoğraf onun 1982’deki eserinde yer almıştır.

Eğer bir ilk gece hakkı varsa, bir kız çocuğu da 11 hatta 6 yaşında gelin olabiliyor, damatla gerdeğe girebiliyorsa, beyin ilk gece hakkından nasıl kurtulmuş oluyorun izahı yok burada. Ayrıca madem düğünün olduğu 1911’de bu hak artık Muhtıla Bey tarafından uygulanmıyor, neden Ermeniler hala çok erken yaşlarda kızlarını evlendiriyorlar, anlaşılır değil. Açıktır ki 1911’de ne böyle bir uygulama var ne de erken yaşta evlendirme bu nedenledir. Bu sadece Orbeli’ye uydurulan baştan savma bir bahanedir.

Akçam alıntısının başında bu hikâyeyi Latif Mammad’ın (edebiyat kritiği niteliğindeki) makalelerinden aktararak verdiğini belirttiği halde alıntının sonunda doğrudan Orbeli’nin 1982’deki eserinden alınmış gibi göstermektedir. Hatta Orbeli’nin eserinin Rusçasından Türkçeye çevirene teşekkür de etmektedir. Bu da ilginç; muhtemelen savurganlığın sonucu.

Akçam’ın kaynağına göre Orbeli’nin düğün notları şöyle:

‘’Cuma 2 Eylül (1911)

Öğretmen Harutyun’un düğünü, [Murtulla] Bey’de öğle yemeği, bütün “idır” (?) toplandı. Çorba, köfte, dolma, bal içkisi, soğan, çörek, yahni, pilav, üzüm, kahve. Dua.

Saat sekiz buçukta düğün. Henüz az konuk var. Kavun, yemek, şarkılar: Marseillaise. [Damadın] taç giymesi. Tavanın süslenmesi. Taç giyenin takdisi, halk dansı. Giysilerin kutsanması, kilit. Damadın giydirilmesi. Gelinin elbisesi gidiyor. Eşik öpme, çıkış. Kilisede gelinle buluşma…

Giriş ritüeli. İncil okumaya ara veriliyor.

Şeytanı lanetleme. Orijinal günah çıkarma. Gelinin rızası. Kiliseye geçiş, karışıklık. Papaz yeleği. Şarap, papaz yeleği boyunda.

Geline ilişkin duygularım: suç…

Bana, gelinin 6 yaşında olduğu ve gerdek gecesinin mümkün olmadığı bu tür erken evliliklerin sebebinin Mokus’da hala geçerli olan ilk gece hakkından kurtulmak eğilimiyle ortaya çıktığını, bu şekilde feodalin ilk gece hakkı kullanmasının gerçekleşemediğini açıkladılar. Bu gelenek, yani feodalin bu ayrıcalık adeti sık olmamasına rağmen yer bulmuştur.

Taç giymeden sonra fiziksel olarak damadın evine getirilen geline, feodalin ilk gece hakkı işlemiyordu. Bu adet, yani bu feodal imtiyazın gerçekleşmesinin kalıntıları, nadiren de olsa, yaşanıyordu.”[8]

Orbeli’nin eserinin Rusçasını bulmak için uğraştığım halde ancak Ermeni folklorünü içeren bir bülümü dışta bırakılarak Kürtçe’ye yapılan çevirisini bulabildim.[9] Kürtçe çeviride, ilk gece hakkı ve gelinin 6 yaşında olduğu tespiti Orbeli’nin yukarıda Akçam’ın Türkçesini verdiği Ermeni düğünü notlarında yok. Ancak Rusça baskının baş redaktörü/editörü diyebileceğimiz ve Orbeli konusunda uzman olması hasebiyle kitaba Orbeli’nin hayatı, çalışmaları ve eserleriyle ilgili bir yazı yazan Karen Nikitich Yüzbaşıyan(Yuzbashian)’ın düğün notlarının altına düştüğü belirtilen bir dipnot var. Müks’te geçtiği ilk gece hakkı söylencesinin Orbeli’nin arşivindeki yayınlanmamış bir yazısında geçtiği, konuyla doğrudan bağlantısı olması nedeniyle buraya alındığı paylaşılıyor. Orbeli’nin 1982’de yayınlanan kitabındaki kendi notlarında bu söylenti yok, Yüzbaşıyan arşivde var diye alıp ekliyor Kürtçe çeviriye göre. Akçam’da ise ne Yüzbaşıyan’ın adı, ne de arşivden alınıp ek not olarak buraya yerleştirildiği bilgisi var. Orbeli’nin ilk gece hakkıyla ilgili olarak kaydı -tam olarak bilinmemekle beraber- varsa onun da daha ileride belirteceğimiz aynı yörenin söylencesi olması bakımından Lazarev’inkiyle aynı kaynak olması yüksek ihtimaldir.

Akçam’ın son yazısında yeni denebilecek iki isimden biri edebi eleştiri niteliğinde iki makalesi olan Latif Mammad,[10] diğeri eğitimci ve etnograf olduğu belirtilen ve Van Çatak üzerinde yaptığı gözlemleri sırasında Müks’te ilk gece hakkının varlığı ile ilgili duyduğu bir rivayeti aktaran S. D. Lisitsian’dır. Lisitsian’ın kaynakları da Müks dolaylarındaki Ermeni milliyetçiler olmalı.

Akçam’ın bu yazıda verdiği Hagop Barsoumian, Vahan Baibourtian ve Elke Hartmann eski listesinin tekrarıdır. Bunlar ilk gece hakkı iddialarıyla ilgili kaynak belirtmiyorlar ama ifadeleri, onların da ilk gece hakkı dışındaki bazı konulara değinen gezgin Lynch ve Rusların Van’daki konsolos yardımcısı Tumancky’den, hatta daha çok bu iki kaynağın ifadelerini bir araya getiren Lazarev’den aldıkları güçlü izlenimi veriyor. Çünkü ifadeleri Lazarev’in kitabındaki ifadelerle çok benzer, bilgileri de onunkilerle çakışır niteliktedir.

Sonuç olarak, o kadar kaynak kalabalığına sokulan bu bahsin bir yöre ile ilgili olarak halk arasında belirtilen bir söylenceden öteye gitmediği, bu söylenceyi raporlayan Rus konsolos yardımcısından başka bir yazılı kaynağın da olmadığı görülmektedir.

Lazarev kitabında Kürt bey ve ağaları ile Ermeni köylüler arasındaki ilişkileri tanımlamaya çalışırken en çok Lynch’ten ve Tumancky’den yararlanıyor. Çok ilginçtir, 1893 ile 1898 yılları arasında iki kez Ermenilerle Kürtlerin birlikte yaşadıkları Erzurum, Van ve Bitlis ve dolaylarını, Rusya Ermenistanı’nı dolaşan Lynch, iki halk arasındaki pek çok ilişkiye ayrıntılarıyla değinirken ilk gece hakkı diye bir olguya hiç değinmemiştir. Hatta onun, Ermeni serfler Kürt ağaları tarafından alınıp satılıyordu belirlemesini alıntılayan Akçam’ın listelediği yazarlardan bazıları, sadece bu cümlesini verdikleri için sanki ağalar köle pazarlarında Ermeni köleler satıyorlardı gibi bir anlam bile çıkarıldığı halde, Lynch bu belirlemesine köylüler toprağa bağımlıydılar ve ağalar kendi köylerini satarlarken üzerindeki toprağa bağımlı köleler de köyle beraber sahip değiştiriyorlardı anlamında belirttiğini yazıyor.

Topraksız köylülerin (serflerin) toprağa/köye bağımlılığı özelliği, Kürt ağalarına özgü değil, yer yüzünde feodalitenin genel geçer serflerin toprağa bağımlılık yasasıdır. Feodaliteye özgün olan el değiştirme değil, serfin toprağa/köye bağımlılığıdır, bireysel olarak köyünü, üzerinde çalıştığı toprağı terk edip başka bir yerde çalışmaya gitme özgürlüğüne sahip olmamasıdır. Yoksa, kapitalizmde de bir fabrika ya da şirket satılırken orada çalışanlar da tek tek yeniden mukavele yapmadan hep birlikte yeni patronun emri altına giriyorlar. Kapitalizmde işçi hiç olmazsa teorik olarak bile olsa istediğinde işini bırakma özgürlüğüne sahipken feodalitede mülkiyetsiz köylünün bunu yapma yasal hakkı yok.

Akçam kızgınlıkla Kürtleri kriminal bir toplum gibi gösteriyor

Adını verdiği kaynaklardan çıkardığı gözlemidir diye, Akçam son yazısında ” kaynakların hemen tümüne yakınında “İlk Gece Hakkı” ifadesi geçmekle birlikte kastedilen hukuki [de-jure] bir hak değildir. Söz konusu olan bir pratiktir, bir uygulamadır.” diyerek Kürdistan’da, Kürt beyleri ve ağalarıyla Ermeni köylüler arasında var olduğu iddia edilen ilişkinin, hukuksal bir norm olarak var olmadığını belirtmek zorunda kalmıştır. Tabii korkunç bir şey diye çıkardığım, Kürt bölgelerinin tümüne genelleştirdiğim bu safsatanın olmadığını anlamış bulunuyorum diyerek akademik dürüstlük göstereceği yerde, yeni bir manipülasyon yoluna başvurmaktadır, aklına gelebilecek ne kadar kriminalize edici durum varsa sarıp sarmalayarak yeni bir propaganda paketinin içine yerleştirmekte ve konuyu, ‘’İlk Gece Hakkı’ ile ilgili bir hukuk tartışması olarak ele almak doğru değil, “İlk Gece Hakkı” ile diğer cinsel şiddet biçimlerinin (düğün basarak gelin ve/veya kız kaçırmak; genç kız veya kadınlara yönelik yaygın tecavüz pratiklerinin) iç içe geçtiği sistematik bir uygulama ile karşı karşıyayız’’ kampanyasına dönüştürmektedir. Bu tam da Kürt halkının tarihini kriminalize etme, onu talancı, tecavüzcü, eşkıya bir topluluk olarak lanse etme cüretkarlığıdır.

Akçam kadınlara karşı uygulanan ikinci sınıf muamelenin ve şiddetin tarihini yazıyor olmadığı halde, anakronik malzemeler kullanarak ideolojik, ajitatif bilim dışı yöntemlerle günümüzde kadınlara uygulanan şiddetin doğrudan maddi temellerini Kürt beylerinin ve ağalarının, hatta kendince talancı ve yağmacı dediği Kürt toplumunun Ermeni kadınlara karşı başvurdukları şiddet ve tecavüze bağlama çılgınlığına dönüştürüyor. Yan yana, iç içe yaşayan iki yerli halk olan Kürtlerle Ermenilerin feodal dönemde günlük yaşamda iyi ve kötü yanlarıyla var olan karşılıklı ilişkilerini, Kürtlerin tek yanlı saldırı, tecavüz, şiddet ve talanlarıyla bezeyip bunu da günümüzde, yani yüz elli-iki yüz yıl sonra, kadına karşı uygulanan şiddetin sebebi olarak gösteriyor. Günümüzün en modern demokratik ve kadın erkek ilişkilerinin en ileri, eşitlikçi düzeye ulaşmış ülkeleri bile iki yüz yıl önceki feodal ilişkileri, hatta 20. yüzyıl endüstri toplumu aşamalarındaki eşitlikçi olmayan, adaletsiz haksız kadın erkek ilişkilerini bu denli günümüz şiddet ilişkilerine bağlamama titizliğini gösterirken o kaygısızca dikleme dalıyor.

Akçam 19. yüzyıl boyunca Kürtleri kendi vatanı üzerinde yaşama kaygısı içinde, eğrisi doğrusu, eksiği tamamı, iyisi kötüsüyle Ermeni halkıyla aynı haklara ve yaşama sahip komşu, hatta iç içe yaşayan bir halk gibi göreceği ve bu iki halkın karşılıklı olarak ilişkilerini değerlendireceği yerde, Ermeni milliyetçilerinin, misyonerlerin, Osmanlı merkezini, hatta pek çok yerde yöresel iktidarlarını ipotek altına almış bulunan Rusya, Britanya, Fransa ve ABD gibi büyük devletlerin Kürtleri Osmanlının zulüm elinin sopası gibi gösterme kervanına katılıyor.

Ermeni milliyetçileri ve onları destekleyen büyük devletler, 19. yüzyılda Osmanlı devlet yönetimini doğrudan sorumlu tutup suçlama yerine hedef olarak Kürtleri seçtiler. Osmanlıdan Kürtlere karşı önlemler almayı, reformlar yapmayı, Kürtleri cezalandırmayı istediler. Bu istekleri haklı ve meşru gösterecek, hükümet bürokrat ve yöneticilerini sıkıştıracak, büyük devletlerin kamuoylarında destek ve sempati toplatacak yerel konsolosluklar, kiliseler ve milliyetçi siyasal örgütler yoluyla raporlar hazırlattılar, bunları konferanslarda, diplomatik görüşmelerde ve medyada kullandılar. Bu politika, yan yana, iç içe yaşayan iki halktan Müslüman Kürtleri ortak topraklar üzerinde zayıflatma, güçsüzleştirme ve adım adım tasfiye ederek Ermenileri Diyarbakır, Antep ve Urfa’ya kadar tek egemen güç haline getirme, deyim yerindeyse etnik temizleme ve istila amacının bir planı olarak uyguladılar. Nitekim Sevr’de bu plan ve sınırlar uluslararası anlaşmalara sokularak resmileştirildi. Belirttiğimiz bütün topraklar kurulması kararlaştırılan Ermeni devletine verildi.

Taner Akçam, Sevr’de ortaya çıkıp tescillenen amaçları olan belli raporları, propaganda malzemelerini bir torbaya doldurup Kürtlerin üzerine boca ediyor.

Günümüzde kadınlara karşı uygulanan şiddet, tecavüz ve cinayetleri 150-200 yıl öncesinin yaşanan yaşanmayan olaylarına doğru yalan haber ve raporlarına bağlamak başka bir anlama gelmiyor.

Beylerin, ağaların ilk gece hakkı

Artık kısaca İlk gece hakkı iddialarını Avrupa ve İslam dünyasında, ayrıca Kürt toplumunda gözden geçirdikten sonra bunun Kürt  Ermeni ilişkilerinde nereden, nasıl çıkmış olabileceğiyle ilgili bazı tespitlere gidilebilir.

İlk gece hakkı, Avrupa orta çağında feodal beylerin yasal hakları olarak var olduğu sayılan bir haktı. Buna göre feodal beye kendi topraklarındaki serflerin evlendiklerinde, gerdek gecesi gelini sunmakla yükümlü oldukları bir hak sayılıyordu. Bu hakkın Avrupa orta çağında var olduğuna günümüzde bile yaygın olarak inanılır. Asırlardır ‘’ilk gece hakkı’’ edebi ve sanatsal eserlerde (roman, tiyatro, opera, sözlü anlatım, resim, film vd. çalışmalarda) de işlenmektedir. Geçmişte kronikörler, seyyahlar ve politikacılar da bu hakkın feodal düzende var olduğunu iddia etmişlerdir. Akademik alanda ise bazı tarihçiler[11] böylesi bir hakkın var olmuş olabileceğini iddia ederlerken, bazıları[12]  da uygulamada hiç bir zaman olmadığını, buna ilişkin tarihsel kaynak ve belge niteliğinde bir şeye rastlanmadığını, hiç kimsenin kendi döneminde yaşadıkları bir olgu olarak bunu gösteremediğini, anlatanların hepsinin eskiden olduğunu belirttikleri, ayrıca orta çağ kaynaklarında geçmediği, son dönemlerde bu iddiaya rastlandığını belirterek söylencelerden, mitlerden öteye geçmediği gibi sonuçlara varmışlardır. Ayrıca bu iddianın Fransız burjuva devrimi sırasında (1789) feodal beyleri karalamak için propaganda amacıyla devrim yanlısı kimi hukukçular tarafından ortaya atıldığını belirtenler de var.

İslam dünyasında, müslümanlarla gayri müslimler arasındaki ilişkileri belirleyen ve zimmilik denen bir hukuksal sistem var. Darü’l İslam olarak kabul edilen Müslüman egemenliği alanında, gayrimüslimler zimmiliği kabul ettiklerinde içişlerinde bütün dinsel ve geleneksel/örfi hukuksal değer ve işleyişlerini korurlar. Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkileri detaylı olarak tanımlayan zimmilik sistemi, ”ilk gece hakkı” diye hukuksal bir norma yer vermez.

Tabii bu hukuksal norm ve statüyü orta çağda, gaza, fetih ve savunma savaşları zamanlarındaki mal ve canların helal edilmesi olgusuyla karıştırmamak lazım. İslam’da, gayrimüslim topraklarda gaza ve fetih yapılırken en önemli gelir kaynaklarından biri de, savaş anında yenilen bir gayrimüslim ordunun korumakla yükümlü olduğu şehir, kale, köy ve topraklarda zafer kazanmış Müslüman orduların üç gün boyunca gasp ve talan yapmaları, sivil erkek, kadın çocukları da alıp esir pazarlarında satmaları olgusudur ve bu helal sayılmıştır. Hatta talan ve esir satışlarından elde edilen gelirlerin beş eşit parçaya bölünerek talanı yapanlar, komutanları, halife ve sultanlar, beytülmal arasında bölüşülmesi biçiminde hukuksal şer’i uygulamalar da getirilmiştir.

Ancak ilk üç günden sonra yörede halkın mal ve can güvenliğine dokunmak haram kılınmış, Müslümanlığı kabullenenler diğer Müslümanlarla eşit haklara sahip sayılmış, kendi dinlerinde kalanlar da Müslümanlara göre daha fazla vergi ve başka maddi yükümlülükler getiren zimmilik statüsü alarak Müslüman devletin/iktidarın güvencesi altına girmişlerdir. Zimmilik dinsel ve örfi yaşam kurallarına bağlı kalmakta görece iç işleyiş serbestliği getirirdi.

Zimmilik statüsünün pek çok olumsuz özellikler içerdiği halde ”ilk gece hakkı’’ diye bir normu yasallaştırmadığı bilinmektedir. Çok daha sonra ve özellikle Osmanlılarda ortaya çıkan Resm-i Arus (Düğün vergisi/ Gerdek gecesi vergisi) de ilk gece hakkıyla karıştırılmamalıdır. Arus vergisinin ilk gece hakkının yerine alternatif olma özelliği yoktu. Ancak ”arus vergisi”ni veremeyen ailelerin kızlarını ya da oğullarını resmen evlendirememe gibi bir sorunu ortaya çıkıyordu. Arus vergisi örfi bir vergi sistemiydi, beylikler ve hanedan iktidarları döneminde bunların vergi kurum ve görevlilerine, bunlar ortadan kaldırıldıktan sonra da bizzat Osmanlı devletinin görevlilerine verilmiştir. Arus vergisi Müslüman ve gayri müslimlerden alınıyordu.

Zimmilerin evlilikleri sırasında gelinin ilk geceyi Müslüman bir efendi ya da yöneticinin yanında geçirme gibi cinsel ilişkileri barındıran ilişkiler helal kılınmamıştır. Kısacası, bütün ortodoks ya da heterodoks mezhep İslam toplumlarında ‘’ilk gece hakkı’’ diye bir hak, hukuksal bir norm olarak yoktur.

Savaş dışı durumlarda, köle/cariye olmayan gayrimüslim kadınlara yönelik şiddet, uygulamada özen ve titizlik gösterilmese de suç olarak var olagelmiştir.

Alevilikte, Ehli Hak/Riya Heq inançlarında ve Êzidilikte kendi inancından başka inançta olan hatta kendi inancında aynı sosyal/dinsel tabakaya denk düşmeyen bir kadınla cinsel ilişki evlilik yoluyla bile olsa haramdır. Hukuksal ve örfi normlar kesinlikle çok sıkı olarak bunları yasaklamıştır. Bunu özellikle şunun için belirtiyorum, Ermenilerin en yoğun bir arada yaşadığı Van havzası ve baştan başa Serhed denen bölgemizde Kürt aşiretlerinin çoğu Êzîdî ve Ehli hak inançlarındandı.

Söz konusu ettiğimiz orta çağda benzeri talan, köle ve cariye işleyişi Hristiyan dünyasında da Hristiyan olmayanlara, özellikle Şii ya da sünni Müslümanlara bilmukabele uygulanmıştır.

Kürtlerin örf adet ve sosyal yaşamlarında, tarihin hiçbir döneminde ilk gece hakkı ve benzeri ilişkilere dair belge, bilgi ve kanıt bulunmamıştır. Ancak kesin bir başlangıç tarihi verememekle birlikte 19. yüzyılın sonu ve 20 yüzyılın başlarından itibaren tek tük Kürt yörelerinde, özellikle Ermenistan’a ve Rusya’ya yakın yörelerde kimi dengbêj ve masal-hikaye anlatımcıları da eskiden yaşamış bir iki bey ve ağanın ne denli güçlü ve merhametsiz oldukların vurgulamak için onların tebaaları olan Müslüman Kürt köylülerinin (Ermenilerin değil) gelinleri üzerinde ilk gece hakkına sahip oldukları anlatımları da duyulmuştur. Fakat bu anlatım hiçbir zaman genel bir ilgi ve inandırıcılık göstermemiştir.

Değerlendirme ve kanımıza göre ilk gece hakkı iddiası 1894-96 Sason olayları dolayısıyla Avrupa’dan geldiğini iddia eden bazı Ermeni milliyetçi militanlarının, Ermeni köylülerini ayaklandırmak ve Avrupa medyasının dikkatlerini çekmek için bölgede yaptıkları propaganda ve ajitasyonlar sırasında ortaya atılmıştır. Bütün bu tartışmalara kaynaklık eden rapor ve birkaç söylence bir yöredeki söylentilere dayanmış, tek bir bölgedeki bazı ağalardan bahsetmekte, Sason olayları dönemiyle çakışmaktadır. Daha sonraki yıllarda bu anonim söylenceler yazar çizer Ermeni milliyetçileri tarafından gerçekmiş gibi ileri sürülmüş, akademik ve edebi ürünlere sokulmuştur.

Armenia Travels and Studies adlı iki ciltlik eserin yazarı, Hanry Finnis Blosse Lynch gezgin, iş insanı ve Britanya Parlamentosu’nda liberal bir parlamenterdi. Baba tarafından İrlandalı, anne tarafından Ermeni kökenliydi. 1894-1895 Sason Olayları sırası ve sonrasında iki kez bölgeyi gezdi, Biri Rusya Ermenistanı, diğeri Türkiye (Osmanlı Ermenistanı) başlığıyla iki ciltlik eserini 1901’de New York ve Bombay’da yayınladı.

Lazarev, Kürtlerle ilgili eserinde Lynch’in Rusçaya çevrilip Gürcistan (Tiflis)’da yayınlanan çevirisinden yararlanmıştır. Sason olayları, Kürt Ermeni ilişkileri, Osmanlıların bölgedeki egemenlik siyasetleri ve benzeri anlatımlar ikinci ciltte yer alır. Lynch, Sason olaylarına değinirken daha ayaklanma, çatışma ve katliam öncesinden olmak üzere bu dönem boyunca da Ermeni örgütlerine bağlı milliyetçi devrimci Ermeni militanlarının yöreye gelerek bir yandan yörenin silahlı, savaşçı ve cesur Ermeni köylülerini ayaklandırmak, diğer yandan batı medyasının dikkatlerini yörenin üzerine çekmek için kışkırtıcı ve coşturucu ajitatif propagandalar yaptıklarını belirtir. Hatta bu kışkırtıcı propagandaların, devamı daha sonra gelecek ilk Ermeni katliamına yol açtığını yazar. Söz konusu militanlardan özellikle Damadyan ile Boyacıyan’ın adlarını verir.  Lynch 1898’de orda iken artık büyük katliamlarla Sason ayaklanması iki kez bastırılmış, Damadyan Osmanlı yöneticileri tarafından ele geçirilerek hapse atılmıştı. Lynch gelişimizden 10 yıl önce Damadyan İstanbul’dan Muş yöresine öğretmen olarak gelmişti, biz oradayken o hapisteydi demektedir.

Mihran Damadian 1863’te İstanbul’da doğmuş bir Ermeniydi, öğretmenlik eğitimini İtalya’nın Venedik kentinde bir ilahiyat okulundan yetişerek elde etmişti. Batı medyasıyla yoğun ilişki içindeydi, bazılarının temsilciliğini yaptı, haber ve makaleler yazdı. Önce öğretmen olarak Muş’a yerleşerek Ermeni milliyetçi propagandalar yaptı, hatta Lynch’e göre bir ara Osmanlıların ağır vergilerinden kurtarmak için Kürtlerle Ermeniler arasında ittifak kurma çabaları içinde de oldu.

Sason olayları öncesi ve sırasında takma adla odun tüccarı rolüyle bölgede dolaştı. Ancak olaylar sırasında kimine göre hain bir Ermeni, kimine göre bir Kürt tarafından ele verildi ve hapse atıldı.

Burada Sason olaylarının çıkış nedenlerine, gelişme ve sonuçlarına değinemiyoruz. Sason olaylarının Osmanlı, Britanya, Rusya, Fransa vs. temsilcileri tarafından yerinde araştırılmasıyla yayınlanmış araştırma raporları da var. Önce Amerika temsilcisi de çağrılmış ancak yanaşmamış, sonra katılım isteği reddedilmiş vs. Bu ayrı bir konu… Ancak Lynch’in iki gözlemi önemli, biri başı çeken Damadian benzeri başka Ermeni milliyetçi militanları da vardı, bunlar örgütlerinin politikaları doğrultusunda bilinçli bir biçimde çatışma ve ayaklanmaları kışkırtıcı ajitasyonla doğru olan ya da olmayan haberler yayıyor, hem Ermeni köylüleri hem de batı medyasını etkileme çabasını esas alıyorlardı. Lynch’e göre onların bu tutumlarının katliamda payları olmuştu. Diğeri de çatışma, ayaklanma ve katliamların yöresel gelişmelerle yalıtlanmış, spontane bir özelliği olduğu söylenemezdi, Osmanlı devletinin ve dönemin büyük devletlerinin kendi çıkarlarına göre izledikleri politikaların da rolü vardı. Lynch kendi ülkesi Britanya’nın bile benzeri çıkarlarını dillendirir.

Batıda eğitim görmüş, onlarla çok yönlü ilişkiler içinde olmuş militanların bu yalan-doğru karışımı ajitasyonları sırasında ilk gece hakkı gibi bir iddiayı ileri sürmek ve bunu köylüler arasında kışkırtıcı bir etkisi olsun diye yaymak batı kültürlü bu militanlar için hiç de zor değil. Zaman ve mekân çakışması, bu kanının dikkate değer özelliğini açıkça gösterir. Sason yöresinde ve olayları sırasında ortaya çıkmış bir söylence, Ermeni halkın diline düşmüş, Ermeni ve Batı medyası, diplomatlar, örneğin Rusya’nın Van’daki konsolos yardımcısı Tumancky (1901-1905 arasında Rusların Van’daki konsolos yardımcısı) bunu kullanmayı başkentini harekete geçirmek için iyi bir fırsat bilmiş ve bu bir süre sonra örneğin komşu Müks Ermenileri tarafından da dile getirilmiştir. Müks’te anlatılan hikâye birbirine bitişik iki bölgedeki aynı kaynaklı söylencedir.

Ayrıca belirtmek gerekir; Müks beyi Muhtıla (Ermeniler ve Ruslar bunu Murtıla Bey biçimde telaffuz ederler) Bey’in yaşam hikayesi, hem Orbeli’nin anlattıklarından hem de ondan sonra özellikle 1915 Ermeni soykırımı sırasında anlatılanlardan Ermeni dostluğuyla, onları katliamdan kurtarma çabalarıyla ve bunun sonucu binlerce Ermeni’nin kurtarılıp Ermenistan’a ulaştırılmasıyla dolu bir hikayedir. Zaten Orbeli’ye hikâyeyi anlatanlar da Muhtıla Bey döneminde ilk gece hakkı uygulamasının olmadığını bunun eski bir uygulama olduğunu belirtmeye özen göstermişlerdir. Orbeli’nin notlarından anlaşılıyor ki Ermeni öğretmenin düğününe ev sahipliği eden nerdeyse tamamıyla Muhtıla Bey’dir.


[1]Taner Akçam, Ermeni Sykırımı’nın Kısa Tarihi, 192 s. Aras Yayınları, Nisan 2021, İstanbul.

[2] Kurdistan i Kurdskaya Problem (Moscow, 1964)

[3] The Economic History of Turkey, 1800-1914 (Chicago: The University of Chicago Press, 1980), s.66],

[4] ‘’The Silence of the Land Agrarian Relations, Ethnicity, and Power’’ adlı makalesi. Ronald Grigor Suny, Fatma Müge Göçek ve Norman M. Naimark’in editörlüğünü yaptıkları A Question of Genocide Armenians and Turks at the End of the Ottoman Empire adlı kitabın içinde.

[5] http://www.agos.com.tr/tr/yazi/25775/ilk-gece-hakki-ile-ilgili-bilgilere-kusbakisi-bir-bakis

[6] Akçam’ın “İlk Gece Hakkı” ifadesinin yer aldığını belirttiği kaynak listesi:

1) K. Mazhar Ahmad, Birinci Dünya Savaşı’nda Kürdistan, (İstanbul: Doz Yayınları, 1996), 231.

2) Ertuğrul Aladağ, “Toprak Damdan Konuta Evrilmek ve Cinsellik”,  A. Durakbaşı ve Ö Şahin (ed.), Yerel Tarih Yöntem ve Deneyimler – II. Sözlü Tarih Atölyesi içinde, (Muğla: Muğla Kent Belgeliği Yayını, 2007), 84-97.

3) Stephan Astourian, “The Armenian Genocide: An Interpretation”, The History Teacher 23, No. 2 (Feb. 1990): 122.

4) Stephan Astourian, “The Silence of the Land: Agrarian Relations, Ethnicity, and Power”, A Question of Genocide: Armenians and Turks at the End of the Ottoman Empire içinde, ed. Ronald G. Suny, Fatma Müge Göçek, and Norman Naimark (Oxford: Oxford University Press, 2011), 60.

5) Vahan Baibourtian, The Kurds, The Armenian Question and The History of Armenian-Kurdish Relations (Ottawa: n.p., 2013), 33.

6) Hagop Barsoumian, “The Eastern Question and the Tanzimat Era”, The Armenian People from Ancient to Modern Times, Volume II: Foreign Dominion to Statehood: The Fifteenth Century to the Twentieth Century içinde, ed. Richard G. Hovannisian (New York: St. Martin’s Press, 1997), 200.

7) Elke Hartmann, “Gülizars Geschichte: Frauenraub in den armenischen Provinzen des Osmanischen Reiches in neuer Perspektive”, Jahrbuch für Antisemitismusforschung 26 (2017): 192.

8) Charles Issawi, The Economic History of Turkey 1800-1914, (Chicago ve Londra: The University of Chicago Press, 1980), 64-68.

9) Dikran Mesrob Kaligian, Armenian Organization and Ideology under Ottoman Rule 1908-1914 (Londra ve New York: Routledge, 2013), 54.

10) Arménouhie Kévonian, Gülizar’ın Kara Düğünü (İstanbul: Aras Yayıncılık, 2015), 12.

11) Mikhail Semenoviç Lazarev, Kurdistan I Kurdskaya Problema, 90-iye godi XIX veka-1917 god, Izdztelstvo [Kürdistan ve Kürt Sorunu] (Moskova: Nauka, 1964), 33.

12) Mikhail Semenoviç Lazarev, Kurdskii vopros (1891–1917) [Kürt Meselesi (1891-1917)], (Moskova: Nauka, 1972), 40.

13) S. D. Lisitsian, Istoriko-ėtnografičeskie očerki Šatacha [Çatak Üstüne Tarihsel-Etnografik Eskizler] (Tiflis, 1927), 79.

14) I. A. Orbeli, Fol’klor i byt Moksa [Moks’un Folklörü ve Gündelik Yaşamı] (Moskva, 1982), 60.

15) Ronald G. Suny, Looking Towards Ararat: Armenia in Modern History (Bloomington ve Indianapolis: Indiana University Press, 1993), 104.

16) Ronald G. Suny, “They Can Live in the Desert but Nowhere Else”: A History of the Armenian Genocide (Princeton ve Oxford: Princeton University Press, 2015), 20.

17) Arsen Yarman, Palu-Harput 1878 (İstanbul: Belge Yayınları 2015), 107.

https://www.yesayansalonu.com/akcamdanilkgecehakkitartismasi/)

[7] http://zagrosname.com/taner-akcam-in-iddialari-ve-bazi-yanlisliklar-uzerine.html?fbclid=IwAR1C83llgf5J-_mcu04-Y5kstCRuMHHh9U_EZ4byBf3NWm16pnrX8nd2ofc

[8] Akçam’ın notunun başından farklı olan kaynak bilgisi ve teşekkürü: I. A. Orbeli, Fol’klor i bıt Moksa [Moks’da Folklor ve Günlük Hayat] (Moskova: Nauka, 1982), 50, 60. Rusça’dan çeviri için Dr. Candan Badem’e teşekkür ederim.

[9]Prof. İ. A Orbeli, Li Muksê Folklor û Jiyana Rojane, wergera ji Rusî Têmûrê Xelîl, Amadekar Sinan Hakan. Weşanxaneya Nûbihar, İstanbul.

[10] Latif Mammad, “Khachik Dashtenz’in romanı, ‘Çifçinin çağrısı’ ve Kürtler” adlı makaleler.

[11]David M. Walker (1988), A Legal History of Scotland, vol. 1. Edinburgh: T & T Clarke, McKechnie, Hector (1930). “Jus Primae Nostis”. Juridical Review. 42

[12] (Boureau, Alain (1998) [1995]. The Lord’s First Night: The Myth of the Droit de Cuissage. Translated by Cochrane, Lydia G. University of Chicago Press, Howarth, W. D. (1971). “‘Droit du seigneur’: fact or fantasy”. Journal of European Studies)


İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın