İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hangi başörtüsü?

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
Zeliha Eliaçık

Avrupa’da İslam düşmanlığı (İslamafobi) son dönemin belki de en çok konuşulan konularından biri. İslam düşmanlığı da en her yerde olduğu gibi Avrupa’da da kadınlar üzerinden kendini gösteriyor. Sadece ırkçı aşırı sağcılar değil, kadın hakları savunucuları, liberaller vb. kesimlerin de konu Müslüman veya başörtülü kadın olunca yeni tanımlar, yasalar ve kategoriler oluşturmaya başladıkları görülüyor.

Anayasanın herkese tanıdığı temel haklar bu kategori, tanım ve yasalarla kısıtlanıyor. Dün Alman meclisinden sessiz sedasız çıkarılan anayasanın verdiği dini özgürlükleri ve eşitliği kısıtlayıcı yasa da bunların biri. Yeni yasaya göre memurların “objektifliğini” ve “tarafsızlığını” zedeleyecek bir “dini sembol” ve kıyafet taşımaları yasaklanabilecek. Oysa başörtülü olmamak bir yana devlet memurluğu bile tarafsızlık için bir kıstas değil. Zira öyle olsa Alman kurumlarında ırkçı örgütlenmeler ve kurumsal ayrımcılıklar yaşanmazdı.

Başörtüsü kimin sembolü?

Avrupa’da başörtüsü yasaklarına bakıldığı zaman başörtüsüne özel bir misyon yüklenerek dini sembol veya siyasi sembol şeklinde kategorize edilerek saf dışı bırakılmaya çalışıldığı görülüyor.

Oysa İslambilimci Hüseyin İnam’ın da belirttiği gibi tek tanrılı dinlerde 19. yüzyıla kadar başörtüsü İslam’ın bir temsili olarak bile algılanmıyordu. Ancak bugün başörtüsüne yönelik kasıtlı bir sembolleştirme girişiminin olduğu görülüyor. Geçmişte tarihi olarak Haç’ın karşısına sembol olarak Hilal dururken artık hazcı ve tüketici seküler dünya görüşünün karşısına başörtüsü bir sembol olarak konuluyor. Elbette başörtüsüne yönelik stigmatize etme girişimlerinin pek çok nedeni var.

Başörtüsünün sadece siyasi değil dini bir sembol olduğu tezi bize ait değildir. Başörtüsünü siyasallaştıran ve sembolleştirme girişimlerinin hedefi ve bu başörtüsünden nefretin tarihi felsefi sosyolojik yönlerine yoğunlaşılırsa bu açıkça görülecektir. Başörtüsüne gösterilen bu nefretin nedeni anlaşılmak isteniyorsa sadece neden başörtüsü değil “Hangi başörtüsü? diye de sormak gerekir.

Hangi başörtüsü?

Batı’da İslam siyasal İslam, reform İslamı vb. tanımlamalarla tarihi toplumsal ve psikolojik telmihlerinden arındırılarak başörtüsünden yeni bir dini ve siyasi “sembol” yaratmaya çalışılıyor. Başörtüsünü siyasallaştırmanın ve ona asli manaları dışında vazifeler yükleme girişimin tarihi, dini ve sosyolojik kodlarının iyi okunması gerekiyor Ancak meseleyi bu yönleriyle ortaya koyarsak bu siyasileştirmeyi hükümsüz kılabiliriz.

Tıpkı Hristiyan “Baba-Tanrı” figürünün çağdaş zihinlere erkek hegemonyasını çağrıştırması gibi başörtüsü de Hristiyan geleneğin ona yüklediği olumsuz anlamlarla maluldür. İncil’de yer alan ” Kadın başını örtmemelidir. Çünkü erkek Tanrı’nın benzeyişinde olup Tanrı’nın yüceliğini yansıtır. Kadın ise erkeğin yüceliğini yansıtır. Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı.Bu nedenle ve melekler uğruna kadın, bir yetki işareti olarak başını örtmelidir.”

İşte bu kadın, baskıcı erkek, ve başörtüsü denklemi Avrupalı zihinlerde hala canlıdır. Başörtüsü nefreti aydınlanmacı, pozitivist ve seküler Avrupa’nın bu kendi bilinç altıyla kavgasıdır. Seküler Avrupa geçmişiyle kavgasını İslam üzerinden vermektedir. İslam düşmanlığı bir yandan seküler paradigmanın reforme edilmemiş tek din olarak gördüğü İslam’a karşı tepkisiyken başörtüsü karşıtlığı da seküler paradigmanı Helen-Yunan’dan gelen hazcı ruhunun bir yansımasıdır. Başörtüsünü sembolleştirmek, onun vakar ve asaleti temsil eden anlamını bir “şeye”, siyasi veya dini bir sembole veya aksesuara indirgenerek hükümsüzleştirilmesidir. Müslümanların her şeyi “bir şeye” indirgenerek onun tasfiyesi ile tüm değerler sistemi tasfiye edilmek istenmektedir.

Başörtüsünün İslam’ı temsil eden siyasi bir sembol olduğu tezi tarihi gerçeklere de dinin ruhuna da aykırıdır. İslambilimci Hüseyin İnam’ın da belirttiği gibi tek tanrılı dinlerde en azından 19. yüzyılın başlarına kadar başörtüsü İslam’ın bir temsili olarak bile algılanmıyordu. Başörtülü bir kadının Müslüman mı yoksa diğer dinlere mi mensup olduğu hemen anlaşılmıyordu. Günümüzde başörtüsünü bu İbrahimi gelenekten kopararak sembolleştirme ona yeni siyasi anlamlar yüklenerek yapılıyor. İslam ve başörtüsü düşmanlığının ulus devletin güvenlik perspektifiyle azınlık kültürleri asimile gayretlerinin sonucu olmasının ötesinde meselenin bu yönü de ihmal edilmemelidir.

Haklar dönemi bitti

Aydınlanmayla başlayan ve Tanrı’nın merkezden kovularak insanın merkeze alındığı hümanizma dünya görüşü önce insancıl bir ideoloji gibi pazarlansa da kısa sürede bu insandan kastın örneğin bir zenci veya Ortadoğulu olmadığı anlaşıldı. Kendini her şeyin ölçüsü olarak gören ve tanımlama üstünlüğü benimdir diyen bir medeniyetle karşı karşıyayız. Zira yine Hüseyin İnam’ın belirttiği gibi medeniyet tarihi açısından bakıldığında Yunan geleneğinin “Anthrōpos metron hapantōn” (İnsan her şeyin ölçüsüdür) ilkesindeki “insan” aslında bir erkek ve Avrupalı bir prototiptir. Batı medeniyetinin geçmişinde zencilere uyguladığı aşağılama ve ırkçılık da işte bu insan anlayışıyla mümkün olabilmiştir. Zira Avrupa kendi kültür havzasında standardize ettiği bir insan modeli dışında kimseyi bu tanım içine sokmuyor.

Anayasa temelli evrensel değerler iddiası ve Müslümanları yeni yasalarla bu hakların dışında tutma gayreti apaçık bir çelişkidir ve bu çelişkiyi çözmek Batı medeniyetini kendi meselesidir. Dini önce kiliseye sonra vicdana sonra da karikatürlere öteleyen seküler paradigma, Müslümanlarla birlikte İlahi olanla gündelik hayatta yeniden karşılaştı. Ancak bu hesaplaşmayı kendi özgürlük ve eşitlik veya demokrasi bağlamında çözmek yerine Müslümanlara havale ederek onlardan gündelik hayata kimliksizleşmelerini talep etmektedir.

Müslümanlar tanımları gereği kendilerini dışarıda bırakıldığı kavramlardan pay kapmaya matuf savunmacı bir dille uzun süre “idare etti” ancak durum bu artık sürdürülebilir görünmüyor. Zira Avrupa’da insan haklarının dışarıdan gelen “öteki” paydaşları çoğaldıkça “haklar” dönemi de kapanıyor. Anayasasında evrensel olarak tanımlanmış ilke ve değerleri pratikte kendileri gibi olmayanlara karşı uygulamaya gelince bu işten zararlı çıkacağını düşünen Avrupa örneğin önce bir insan hakkı olarak tanımladığı iltica hakkını Yunanistan’da kaldırıyor; dini özgürlükler veya eşitlik gibi ilkeler Müslümanlar söz konusu olunca rafa kalkıyor. Müslümanların ayrımcılığa uğradığı, ve denizde boğulan mültecileri kurtarmanın artık suç sayıldığı günümüz Avrupasına bakınca acaba insan hakları ve demokrasi Avrupa içi çatışmalarda birbirini yiyen Avrupalılara karşı bulunmuş bir “iç çözüm” müydü diye düşünmemek elde değil.

Yeni bir mücadele dili ve sosyolojisine ihtiyacımız var. Karşıdakinin yeni anlamlar ve tanımlarıyla yukarı kaldırdığı değerlerimizi usulca asli ve asil yerlerine geri koymalıyız. Bunları onların yükselttiği ve saldırdığı yerden alıp savunmak bir kimlik savunusu değildir. Başörtüsünü siyasi sembol değeri yüklemeye çalışanları onu bayraklaştırarak değil, bu nefret dilini ifşa edecek tarihi dini sosyolojik tahlillerle karşılamalıyız. Bizim olmayan cephelerde verdiğimiz savaşları kaybetmeye mahkumuz.


Sabah Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.