İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“İlk Gece Hakkı” Tartışmasına Dair

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Mücahit Bilici

14 Mayıs 2021

Taner Akçam, “ilk gece hakkı” bahsinde bazılarının iddia ettiği gibi kötü niyetli değil ama hatalı. Geleneksel Kürt veya Ermeni toplumlarinda kadına yönelik vuku bulduğuna şüphe olmayan genel cinsel şiddetin kapsamı içine “hukuki”lik atfedilen “müdhiş” bir pratiği dahil etti ve ampirik olarak karşılığının olup olmadığını yeterince sorgulamaksızın bu iddiaya yer vermiş oldu. Kuşkusuz, Akçam kimseye duyarlılık diyeti ödemek zorunda değil ama genel olarak mağduriyetten dolayı hassassiyet göstereceği öngörülebilir bir Kürt kamuoyunun dengesiz tepkisini çekeceğini görmemesi, kanaatimce bir ilkesel duruştan ziyade bir entelektüel gaflet olarak anlaşılmalı. Çünkü Akçam münferid bir iddia karşısında akademik titizlik ve sorgulama gardını almayarak dikkatsizlik yaptı. Yani fazlaca akademik davrandığı için değil, yeterince akademik davranmadığı için hatalı.Buna tarihçinin belge (ki bu örnekte belge bile değil, bir rivayet içeren kaynak) konforuna kapılarak pratikten kopması veya vakinin hakkını yeterince vermemesi diyebiliriz. Belge olmasa da vuku bulmuş gerçekler olduğu gibi belgelerde/tarihyazımında yer aldığı halde vuku bulmamış olaylar yahut olması beklenenler de mümkündür. Yani ampirik, bu örnekte sözlü ve kültürel hafızayla isabet veya güvenilirliği yeterince sınanmamış “belge”sel iddiaları tarihi hakikat eminliğiyle savunmak akademik titizliğin fazlaca gösterildiğine değil yeterince gösterilmediğine delalet eder. Taner Akçam eleştirilmeyi hakediyor ama kendisine yönelik duygusal linç ve hakaretler yanlıştır ve kabul edilemez. Akçam’a bu konuda hata ve gaflet atfetmek, eleştirmek haklı bir tutumdur ama kötü niyet veya düşmanlık atfetmek doğru değil.Kuşkusuz bu konu bu kadar abartılmayı hak etmeyen bir konu idi. Ama konu patladı. Bir yandan Kürtlerin hep mağdur ve masum olma bela ve lüksünden çıkma lüzumu bir basınç oluşturmuştu. Diğer yandan Kürtlerin Ermeni soykırımı konusundaki “bulaşmışlıkları”nın mahiyet ve boyutlarının özgürce ve yeterince tartışılmamış olmasının getirdiği başka bir basıncın hissedildiği bir zaman dilimindeydik. Ve bu konu ait olduğu (akademik) düzlemden sapmakta gecikmedi. Bir bildiri ile ve Kürt milliyetçi hissiyatla Akçam’a gösterilen abartılı tepki, Dücane Cündioğlu gibi konudan habersiz ve entelektüel kariyerini Kürt sorunuyla yüzleşme lüzumu ile lekeletmeme titizliği göstermiş bir düşünürümüzü de baştan çıkardı ve konuya girmesine sebep oldu. Konu böylece iyice rayından çıktı ve müzik dinleyen körler ile gördüklerine inanamayan sağırların diyaloğuna döndü.

Teoride varolan birşeyin pratikte bulunduğunu varsaydığı için bilim(selliğ)i savunma fazileti gösterdiğini düşünerek konuya yanlış yerden giren Cündioğlu’nun Akçam’ı savunması konudan bağımsız, bilim insanlarının ters şeyler söyleme hakkını savunma anlamında ele alınmalı, yoksa Akçam’ın iddiasının doğruluğunun bir onayı olarak değil. (Zaten “Dücane’nin bu konularla ne alakası var?” şeklinde pek çok insanda ortaya çıkan tepki de bu garabeti dile getiriyordu.) Cündioğlu, lince meyyal kalabalıklara karşı bir bilim insanını savunma fazileti gösterirken, bilim insanının yanılma payını sorgulama imkanından ‘uzak’taydı. Bu uzaklık, Cündioğlu’nun otodidakt bir düşünce insanı olmasının akademiye dair onda ürettiği lüzumsuz bir anksiyetenin yansıması olduğu gibi, bilimselliğe dair henüz tam oturmamış bir gecikmeli takdir duygusunun yolaçtığı teskine muhtaç heyecan(ın)dan da kaynaklanıyor.

Bu krize yolaçan genel bir psikososyal iklim var. Kürt kimliğinin kültürel birikimi ve saygınlığı, ilerici ideolojilerin mazi düşmanlığı adına fazlasıyla değersizleştirilmiştir. Feodalite vurgusu buna bir örnektir. Kürtleri kurtarmak isteyen bazı kurtarıcıların Kürtlükten kurtulmayı istemeleri de bunun bir yansıması olarak görülebilir. Buna yakın ve teşhisi kolay bir örnek: İlerici bir ideoloji olan Kemalizmin ürettiği Osmanlı fotoğrafının içerdiği tahrifat. Kurtuluş ideolojisinin önerdiği geleceği parlatmak için geride bırakılmak istenen maziyi haketmediği kadar karanlıklaştırmak eğilimi, zaten çarpık bir temsiliyete mahkum Kürtleri sürekli bir temsil krizine sokarak kolay incinir yapmıştır. Bu iklimde hem Kürtlerin aşağılanması maliyeti düşük bir kazadır, hem de Kürtlerin alınganlık eşiği olması gerekmediği kadar aşağıya inmiştir.


İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın