20 Nisan 2021’de GazeteDuvar’da yayımlanan bir söyleşi sırasında kullandığım “Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” ifadesinin, söyleşi sırasında aktardığım başka pek çok fikrin içinden koparılarak, şahsıma karşı ağır ifadeler ve hakaretlerle körüklenen bir saldırı kampanyasının aracı haline getirildiğini büyük bir üzüntüyle izliyorum. Yine bu saldırgan kampanya sırasında çoğu internet üzerinden kolaylıkla ulaşılabilecek kaynaklara bile bakma zahmetine katlanılmadığını ve bu kaynakların bilinçli bir biçimde tahrif edildiğini de gözlemlemekteyim.
Niçin kolayca erişilebilecek bu kaynaklara bakılmaz ve niçin bu kaynaklar açıkça tahrif edilir? Nedenlerini anladığımı söyleyemem. Ama son derece bilinçli yapıldığı açıkça belli olan bu tahrifatların amacının çalışmalarımda daima bağlı kaldığım tarihsel hakikatler ve bu hakikatler aracılığıyla ulaşılabilecek bilgiler hakkında bir kirlilik yaratmak olduğu aşikârdır. “Taner Akçam’ın tek niyeti Türk milletine iftira atmaktır; bu amaç için kullandığı belgeleri tahrif etmekten çekinmez ve bu nedenle onun yazdıklarına güvenilmez” tezleri 1990’dan bu yana, devletin resmi tezlerini savunan çevrelerin bitmek bilmeyen çabalarına konu olmuştur. Bu çabalarını ispat için ise, en çok yaptıkları şey ellerindeki belgeleri tahrif etmektir. Türk inkârcı çevrelerden alışık olduğum bu stratejinin, şimdi basında “Kürt aydını” olarak zikredilen imzacı grup ve bazı köşe yazarları tarafından aynen tekrar edilmesi son derece üzücüdür.
Bu nedenle, yaratılmak istenen bilgi kirliliğin önüne geçmek ve kamuoyunu aydınlatmak amacıyla ilgili kaynakların orijinal sayfa resimlerini Türkçe çevirileriyle birlikte yayımlamak benim açımdan bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bir gazete söyleşisindeki tek bir cümleden yola çıkarak bana türlü suçlamalar yöneltenler şunu bilmeliler: Kaynaklarda belirtilmeyen bir olgudan bahsetmedim. Aktardığım, çalışmaları uluslararası akademide kabul görmüş Stephan Astourian, Ronald Suny ve Dikran Kaligian’ın çalışmalarında gördüğüm bir bilgiydi. Daha sonra da aynı bilginin on beş kadar başka kaynakta da değişik vurgularla geçtiğini tespit ettim [EK-1]. Üstelik görüşmenin bütününden de kolayca anlaşılabileceği gibi, bu bilgiyi bir halkı suçlamak amacıyla değil, dönemin koşullarını ve özellikle de Ermeni kız çocukları ve kadınlara yönelik sistematik cinsel şiddeti daha iyi anlatabilmek için çarpıcı bir örnek olarak seçtim. Ne yazık ki, ilk gece hakkı kadar can yakıcı olan başka pek çok örnek de verebilirdim, zira yaşadığımız topraklar bu açıdan hiç de çorak değil.
Söyleşide elbette “bazı” ifadesini kullanabilirdim. Ama hem ortadaki nefret ve saldırının nedeni bu değil, hem de söyleşinin bütünü okunduğunda yaptığımın “bu ülkede erkekler kadınları öldürüyor” cümlesi türünden bir ‘zikr-i küll irade-i cüz (bütünü zikredip parçayı kastetmek)’ olduğu kolayca anlaşılır. Bazı insanların verdiğim bilginin ağırlığı karşısında bir şoka uğradıklarını ve bu nedenle kendi kimliklerine dair algılarının rencide edildiği hissine kapıldıklarını tahmin ediyor ve bunu anlıyorum. Ama unutmayalım ki bizi koruyacak ve özgürleştirecek olan hakikate hürmettir. Sonuçta kayıtlarda bulduğum ve bulacağımız bundan daha da ağır başka bilgileri konuşmaya alışmak zorundayız. Kürtlerin soykırımdaki rolleri konusunda ne düşündüğümü gerçekten öğrenmek isteyenlere ise, spekülasyon yapmak yerine son kitabımı okumalarını salık veririm.
Kampanya sahiplerinin ve konu hakkında fikir beyan edenlerin en büyük iddiaları, Lazarev’in kitabında “ilk gece hakkı”na dair bir ifadenin olmadığıdır. Bu bilgi doğru değildir. Söz konusu Rusça kaynağı ben de ortaya atılan iddialardan sonra kontrol ettim ve kitabın 1964 ve 1972 baskılarında bu bilginin yer aldığını tespit ettim [EK-2-3 ve 4]. Hatta bu ifadeler, yine imza metninde iddia edilenin aksine, Lazarev’in Kürtçe çevirisinde de mevcuttur [EK-5].
İmzacılar, kitabın ne Rusçasına ne de Kürtçesine bakma zahmetine katlandılar; çevirmen olduğunu iddia eden bir kişinin şahitliğini yeterli gördüler. Oysa, internet ortamında ufak bir araştırma yapsalardı hem söz konusu kitabın her iki baskısını da bulacaklar hem de kitabın çevirmeni olduğu iddia edilen kişinin, kitabın gerçek çevirmeni olmadığını gösteren, üstelik Kürtçe yazılmış bir raporun varlığına ulaşacaklardı. Rapora göre, Lazarev’in kitabını Kürtçeye çeviren Amarike Sardar’dır. Bu raporu, Amarike Sardar’ın başvurusu üzerine 2001 yılında Erivan’da oluşturulan bir komisyon kaleme almıştır. İlgili raporu burada sunuyorum. [EK-6] Eğer işlerini ciddiye almış olsalardı, konu hakkındaki bilgilerin Kürtçe olarak da mevcut olduğunu göreceklerdi. [EK-7]
Sonuç olarak, yayımladığım listeden de anlaşılacağı gibi, bu tabiri ilk kullanan ben değilim. Benden önce on beşe yakın kaynak, “ilk gece hakkı”ndan türlü bağlamlarda bahsetmiştir. Uygulamada bunun ne kadar yaygın olduğunu tespit etmek elbette ki akademik araştırmaya muhtaçtır. Ancak, mevcut bilgilere dayanarak, geçmişte böyle bir olgunun asla yaşanmadığını ileri sürmek de mümkün değildir. Hatta dikkatli bir gözle bakıldığında, bunun günlük kültürün bir parçası olarak konuşulan, türlü şekillerde ifade edilen bir bilgi olduğu da fark edilecektir. [EK-8] Konu, şu halkı suçlamak ya da bu halkı aklamak gibi bilimsel olmayan yaklaşımlar bir kenara bırakılarak, daha ileri çalışmaları ve zamanın aydınlatıcılığını beklemektedir. Bu konuda çalışmakta olduğumu ve sonuçlarını bir makale ile duyuracağımı bu vesileyle bildirmek isterim.
Burada sunduğum belgeler ışığında kamuoyunun, aleyhime yürütülen kampanyanın çapı ve niteliği hakkında bilgi sahibi olacağını tahmin ediyorum. Hakikatlere direnenler, etnik kimlik ayırmaksınız her grubun içinden çıkıyor ve hepsi benzer metotları kullanıyorlar. Bu bilgilerden habersiz olarak çağrıya imza atanları ise kendi vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum.
Bu örneğin gösterdiği gerçek şudur: Tarihimiz ile yüzleşmek zorundayız. Bu yüzleşmeyi bireylere ve topluluklara yönelik nefret ve düşmanlık duygularını körüklemek için değil, insan haklarına saygılı demokratik bir gelecek kurmak için yapmak zorundayız. Tüm akademik uğraşını, Türkiye’nin üstüne kara bir bulut gibi çökmüş ve bugün başta Kürt sorunu, kadına yönelik şiddet olmak üzere insan hakları ve demokrasiye ilişkin tüm meselelerimizin ana kaynağı olan tarihi hakikatlerin inkarına karşı tavır almaya adamış bir bilim insanı olarak herkesi, hakikati ama hakikati bulmaktan başka bir görevi olmayan akademisyenlere yönelik estirilen terör ortamına karşı tavır almaya davet etmek isterim. Düşüncenin özgürce ifade edilmediği ve düşünmenin “ulusa veya ulusal onura hakaret” gibi kavramlarla suç sayılıp linç edilmek istendiği ortamlarda ne özgür akademik çalışma olur ne de demokratik bir gelecek kurulur. Hepimizin üstümüze düşen sorumlulukla hareket edeceğinden zerre kadar kuşkum yoktur.
24 Nisan günü Yesayan Salonu’nda Ermeni Soykırımı’yla ilgili bir söyleşi için Aras Yayıncılık yayın yönetmeni Rober Koptaş’ın konuğu olan Taner Akçam, 12 Mayıs Çarşamba günü, yine Koptaş’la, bu kez de Soykırım ve öncesinde Kürt-Ermeni ilişkilerini ve “ilk gece hakkı”yla ilgili tartışmaları konuşmak üzere Yesayan Salonu Youtube kanalında bir araya gelecek.
Malzemelerin Listesi:
[[EK-6: Kürtçe kitabın çevirisinin Temure Xelil’e değil Amarike Sardar’a ait olduğunu gösterir komisyon raporu ile ilgili haber http://amarikesardar.com/?p=800
EK-7: Kürtçe kitabın çevirisinin Temure Xelil’e değil Amarike Sardar’a ait olduğunu anlatan Kürtçe websitesi http://amarikesardar.com/?p=662 ]]
İlk yorum yapan siz olun