Ermeni Soykırımında Kürtlerin sorumluluğunun ne olduğuna dair tartışma, her yıldönümünde olduğu üzere bu yıl da gündeme geldi. İstisnai denemeyecek sayıda Kürt’ün ‒bölgedeki Türkler ve öteki topluluklarla birlikte‒ Ermeni Soykırımına faal katılımı açık bir tarihsel olgudur. Oysa, bu yalın tarihsel gerçek nadiren bu yalınlıkta dile getiriliyor.
“Sivil” Kürtler, Türkler ve diğerleri, devletin görevlilerinin aksine, politik nedenlerle değil bayağı kişisel saiklerle yer aldı Soykırımda. Yani bu katılımın ahlaken daha da kötü olduğunu vurgulamalıyız. Ama mesele bu değil. Mesele, örgütsüz ve devletsiz bir halkın özne statüsünde sayılıp sayılamamasına ilişkindir.
Dönemin Kürtlerinin Soykırımdaki dahli güncel tartışmalarda sıklıkla bugünün Kürtlerine yönelik bir yüzleşme çağrısıyla birlikte anılıyor. Bizce, bu tür bir yaklaşım, “Kürtler” şeklinde ifade edilen soyut ve boş-gösteren bir kategoriye dayanıyor; liberalizm adına devlet-merkezli tarih okumasından kaçarken, istemeden milliyetçi paradigma için tutarlı, liberalizm içinse ‒teorik olarak‒ imkânsız olan “etnik tarihsel özne” mitini yeniden üretiyor; tarihsel hesaplaşma ve yüzleşme gibi pratik karşılığı ne olduğu belirsiz “çözüm”leri politik çözüm olarak öneriyor.
Elbette bu tartışmada, etnik tarihsel özne miti şeklindeki milliyetçi fikre uygun olarak, tüm Kürtlerin tüm tarihsel icraatlarını soyut bir “Kürt halkı” kategorisi altında birleştiren başka bir taraf daha var: “Kürt halkı”nın adını kirletmemek namına yüz yıl önce bir kısım Kürt’ün işlemiş olduğu suçları reddeden milliyetçi Kürtler.
Ermeni Soykırımında Kürtlerin dahlini kabul etmekle beraber politik sorumlu olarak dönemin devletinin işaret edilmesi gerektiği şeklindeki politik ve gerçekçi tutumu dile getiren Kürdistan Özgürlük Hareketinin bu kategoriye yerleştirilemeyeceğini söylemek gerekiyor. Geçerken, bunun, Kürt Hareketinin, kof ve suni nosyonlarla ilgilenmeyerek, milliyetçiliği politik olarak içeriklendirmesi ve işlevlendirmesiyle diğer ezilen milliyetçiliklerinden ayrıldığının iyi bir göstergesi olduğunu da belirtmiş olalım.
Dediğimiz üzere, bu tür bir “Kürt halkı” kategorisi milliyetçilik için tutarlıyken liberalizm için değildir. Liberallerin, Soykırımın faili olarak yalnızca Osmanlı devletine işaret edilmesine itirazlarının altında, devlet merkezli siyaset tarihi okumasına olan mesafeleri yatıyor. Liberal paradigmaya göre bireylerin bilinçli ve iradi katılımları olmadan tarihte hiçbir olay gerçekleşemez; olumlu ve olumsuz tüm icraatların altında bireylerin imzası yatar; ister olumlu ister olumsuz gelişmelerin faili olarak devletleri/örgütleri resmetmek bireyin rolünü, iradesini ve üst-kimliklere sığmayan otonomisini yok saymaktır… Fakat tarih liberalizmin kategorilerine göre değil, devletlerin, örgütlerin ya da diğer odakların arasındaki güç ilişkilerine göre işliyor; tam da bu yüzden liberaller gerçek bir politik olay hakkında konuşurken kendi kavramlarıyla yetinemiyor; ortaya kimi liberal kavramlarla üst-kimliklere dair terimlerin bir bulamacı çıkıyor. Bu yüzden bazı liberallere göre bütün kötülüklerin anası ulus-devlettir. Bir başka yönden, Ermeni Soykırımı tartışmaları özelinde devlet üst-kimliğinden kaçarken, başka bir üst-kimliğe, yüz yıl öncesinin Kürtleri ile bugünkü Kürt halkını aynı anda kapsayabilecek kadar geniş olan bir üst-kimliğe başvurulduğunu görüyoruz.
Genel olarak sol hareketin ya da Kürt Hareketinin söyleminde kullanıldığı biçimiyle “halk” tabirinin, ezilenler cephesini büyütmek ve ona meşruiyet kazandırmak gibi politik işlevlere sahip olmakla birlikte, teorik bir kavram olamayacağını ve bir politik özneye referansta bulunamayacağını söylemek gerekiyor. Bir “halk”, tarihsel devamlılığa ve iç mekanizmaya sahip bir devletin ya da örgütün dolayımı olmadan ele alındığında, her zaman, tek bir kategoride somutlanamayacak denli uyumsuz, heterojen ve uçucu bir nesnedir. Aynı biçimde, “Kürt halkı” şeklinde kendi başına tanımlanabilir, parmakla gösterilebilir, tutarlı ve somut bir nesne, ya da bir politik özne olamaz. Haliyle ona tarihsel devamlılık, kimlik ve sorumluluk da atfedilemez. Ermeni Soykırımında yer alan Kürt birey ve aşiretler ne yaptılarsa, kendi ideolojik, politik ve kurumsal yapılarından yoksun olarak, basitçe Osmanlı devletine rağmen değil tabi olarak yapmış; ve yaptıkları yanlarına kalarak göçüp gitmişlerdir. O zaman, Kürtlere ait, hesap sorulacak bir politik ve kurumsal kolektif kimlik yoktu. Kürt halkı, devrimci Kürt Hareketinin Kürtlerin önemli bir kısmını politik liderlik ve ideolojik tutkalla bir araya getirmesiyle, yine Kürt Hareketi nezdinde kurumsal ve sorumluluk taşıyan bir özneye kavuşmuştur. Soykırımda fiilen yer alanlar müstesna olmak üzere, ne yüzyıl öncesinin ne de bugünün Kürtleri Ermeni Soykırımının sorumlusudur. Dolayısıyla bugün, suçuyla yüzleşmeye çağrılacak herhangi bir Kürt yoktur. Bugün bir Kürt, Ermeni meselesiyle ilgili olarak, ancak Soykırımı haklı gören bir pozisyon takındığı takdirde sorumludur; fakat o durumda yüzleşmeye çağrılacak değil mücadele edilecek bir nesne olur.
Peki, aynısı Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki ilişki için söylenemez mi? Bu, söz konusu iki devletin ayrılığı ya da aynılığına ilişkin bir sorundur. TC’nin, Osmanlı’nın birçok devlet gelenek ve kurumunu devralmasına, oluşumunda Soykırımda özel olarak suçlu İttihat ve Terakki kadrolarının varlığına rağmen, yeni bir devlet olduğu açıktır. Bu bakımdan bir sorumluluk yüklenemez. Ancak gerçeğin ağırlıklı kısmı bundan farklıdır. Yeni Türkiye, Ermenilere dönük katliamcılığı Kurtuluş Savaşı yıllarında bile fırsat bulduğunda sürdürmüş, Ermeni Soykırımıyla Lozan Antlaşması müzakereleri gibi zorlayıcı birtakım durumlarda bile yüzleşmeye inatla direnmiş, Cumhuriyetin kuruluşuyla Ermeni sorununun halledilmiş olmasının rahatlığıyla başta Kürtlere karşı olmak üzere katliamcı, inkârcı, asimilasyoncu uygulamalarını pervasızca sürdürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti, bu bakımdan, Atatürk’ten Tayyip Erdoğan’a kadar kesintisizlik arz edecek biçimde, salt İttihat ve Terakki dönemi değil Abdülhamit döneminin de organik sürdürücüsüdür. TC, Ermeni Soykırımının tarihsel sorumluluğunu üstlenmiştir. Üstelik, Ermeni Soykırımının yeniden politikleştiği 1970’lerin sonlarından bu yana, Soykırıma ilişkin tarihsel sorumluluğunu tazelemiş, teyit etmiştir. Dolayısıyla, Ermeni soykırımına dair bir politik tutum bugün ‒sahte anti-emperyalizm naralarına metelik vermeksizin‒ Türkiye Cumhuriyeti Devletini hedef almaktan şaşmamalıdır.
İlk yorum yapan siz olun