3 Mayıs 2021
Osmanlı ve ardında gelenlerin, karşısındaki en önemli güç (1946’ya kadar) Kürt aşiret örgütlenmesi olmuştur. Kürt aşiretleri, Osmanlı Devletine “Milleti Sadika” olmadığı için, hep hedefe konmuştur. Evet, sistem bazı Kürt aşiretlerini onların sosyal zaaflarını yakalayarak kullandığı dönemler olmuştur (Bu zaaflarin neler olduğu tartışılmalıdır.zira her mazlum milletin zaaflari, onları köle konuma düşürmüştür). Bu duruma düşmelerinin çok sayıda nedeni var, ancak en önemli neden, merkezi bir devlet olgusunda ve halk olarak genel bir irade sahibi olmamalarındandır.
Mutkili Musa Bey hikayesi, araştırmaya muhtaç bir konudur.
Atatürk, 1919’a kadar Musa Bey ile irtibatlidir. Ancak, Erzurum Kongresi’nden sonra İlişkileri bozulduğu anlaşılıyor.
Mustafa Kemal 1927’de okuduğu Nutuk’ta, Bir gazetecinin, “Heyeti Temsiliye’de neden Kürtler yok?” diye sorduğunda, M. Kemal, “Mutki ağasını, Erzincan nakşibendi tarikatı temsilcisini Heyeti Temsiliye’ye alarak, işlerimizi zora sokamazdik” diye cevaplar.
Musa Bey hakkında, 1920’lerden sonra kriminal iddialar, Gulê sorununda muhakeme başlatılır. Ancak Musa Bey bu iddiayı kabul etmez, reddeder. Ancak, emir büyük yerdedir, yakayı paklamaz. Cezaevine düşmemek için, çok iyi bildiği devletten kaçar, Suriye’de kalan ömrünü bitirir..
Lazerev’in kitabında, “Ermeni gelinlerinin ilk gece hakkı Kürt feodal ağalarının” iddiası, anti-Kürt olduğu kadar, Ermeni halkına da hakarettir, mesnetsizdir. Burada, Kürt ağası ile İspanya Feodalini kısadan ve kolayca birbirine “benzer” görerek, pek çok alanda feodalizmdeki uygulamada olduğuna göre, “İlk Gece hakkı Kürt ağalarında da vardır” deyip, karalama yorumunda gemi ağza alıyorlar.. Bu tutum, anti-Kürt histeriden ya da devletlerin Kürt karşıtı ideolojilerinden kaynaklandığı düşüncesindeyim. Kaldı ki, Ermeniler, 1800-1900 yıllarında, pek çok konuda, şikayetlerini “Milleti Sadika” olarak, yönetimine girdikleri Osmanlı Sancak ve devletine şikayetlerde bulunmuşlardır. Ancak, “İlk Gece Hakkı” gibi şikayet tarzı bir şeyden bahis ettikleri olmamıştır.
Zira devlet, bir sorun karşısında sıkıştığında, Kürt-Ermeni kışkırtıcı sözlerini ettiğini tarihten biliyoruz. Üzücü olan, soykırım gibi ciddi bir sorunu işlerken, ideolojik propaganda motuna düşerek, böyle olmamış ve olmayan asparagaslara düşmek, asıl konuyu itibardan düşürür. Böylesi bir iddiaya dair Kürtlerde yazılı olmaktan ziyade, sözlü tarih pek güçlü ve kadimdir. Keşke bir de işin bu tarafına bakılarak kelam edilseydi. Ancak, Lazerev’in iddia ettiği, Taner Akçam ile Recep Maraşli’nın hemen “Doğru” diye üstüne atlamalarının, bilim ettiği ile bağdaşır bir yanı ve karşılığı yoktur. Zira, Kürt ileri gelenleri, 1927 Xoybûn’da yan yana geldiklerinde, Ermeni meselesini, kendi sorunları gibi algılamış ve bunu programlarına da yerleştirmişlerdir.
Sistemin, Kürtlere her defasında, “Ermeni” deyip, “gayrı-islami” saiklere yerleştirerek, saldırmak hiç kimsenin dikkatine şayan olmazken, bunun esas nedeni, Yakın Doğu’da Türk ve Müslüman olmayan herkesin, “temizlenmesi”, “ayıklanması” stratejisi üzerinde inşa olunmuş, bir Türk ulus devletinin otokton (yerel kadim) halklara yaptığını gizlemek ve “haklı” “iyi” bir şey yaptıklarını salık verme ihtiyacından kaynaklıdır.
Kürtlerin yaptığı dostluk girişimleri, her nedense popüler ideolojik kesimler, Küçük programlarına kurban etmek üzere, hep görmezden gelerek, “Suçlu Kürtler”, “genellemsi doğru değil, efendim Kürt Agasi”, “Yok yok Kürt ağası deyip, bunun üzerinden tüm Kürt aşiret ileri gelenlerini katmak da doğru değil, Bazı Kürt ağaları demek gerek!” motuna her defasında obsaide düşer gibi, düşmeyi tercih ettikleri çok olmuştur.
Taner Akçam, Ermeni meselesinde ciddi araştırmalar yaptığı inkar götürmez, ancak bunu yaparken, Kemalizmi “pragmstist” diyerek, ittihatcilardan ayırıp kolamayı ihmal etmemesi de gözden kaçacak bir durum değildir.
Kaldı ki Kürtler, Yakın Doğu’da potansiyel ve aydın duruşta ilericiligin, devrimciligin, tabuu tanımazlığın motoru olduklarını, Ermeni sorununda da göstermiştir..
Misal,
1980 Darbe doneminin sıkıyonetim mshkemelerinde, “Ermeni Soykırımı” meselesinin nasil işlendiğini, “Kawa Davasi Savunması, Cemil Gündoğan Vatê Yayınları, kitabına. bakabilir.
Yine 1992’de Ermeniler ile ilgili ilk tarihsel ve siyasal kitapları, önce Med, sonra onun yerine yayın faaliyetini sürdüren Zêl, Nûjen ve Pêrî yayınları -ki Recep Maraşlı’nın 1915 Ermeni Soykırımı kitabı da burada çıktı- onlarca kitabı yayınlarken, kendine “Muhalif” diyen Türkiye Solu’nun dudağı uçuklanmış, doğal olarak Ermeniler de sinmiş ve korkarak çıkardığımız kitapları alıp okurken, ürkekçe kendilerinden bahis etme cesaretini topluyorlardi. Garo Sasuni’nin “Ermeni Kürt İlişkileri(1992) M. Kalman’in “Batı Ermenistan”(1994), Hraçya Koçar’ın “Özlem/Garod”(1994’te) benim yayın yönetmenliğini yaptığım bu Kürt yayinevlerinde çıkmış ve sonrasında, sadece soykırımlara dair 20’ye yakın kitap yayınladık. 1996’dan itibaren, Belge Yayınları Yaves Terno’nun “Ermeni Tabusu” kitabını yayınlayarak konuya girdi. 2000 yılında Su Yayınları Taner Akçam’ın kitaplarını yayınlamaya başladı, sonra iletisim sürdürdü. 2004 yılından sonra Pencere ve daha sonra Aras yayınları Ermeniler ve yaşadıklarına dair önce edebi, sonra tarihi yayınlar yayımladılar. İyi bir yayıncılık süreci oldu.
Bu konuda bile dürüst bir duruş gösterilmediği, Kürtlerin yaptıklarının görmezden gelinir olduğunu izledim.
Ama suçlamaya, karalamaya gelince, “vurun abalıya” misali, hemen insafsizca saldırıya geçme, hakaret etme çok rahat olabiliyor..
Bu durumun, biz Kürtler tarafından ve diğer halklar için değerlendirilmesi gerekir.
Kürt aşiret liderlerinin 1806’dan bugüne, devletin hedef tahtasına konması, diğer olumsuz şeylerin yanında, bunun da ciddiyetle değerlendirilmesi ihmal edilirse, yanlış olur. Kaldı ki, ortaya atılan iddiaların, aktarımların da kuşkuyla ele alınıp, kritik edilmesi önemlidir.
Misal, ideolojik Sovyet Yazarlarının, Jenosidlerle Kürt ulusu, Koçgiri, Dersim, Piran, Agiri ve sonrasında jenoside tabii tutulurken, Kürt aşiret liderlerinin, halk ile kırıma tabii tutulurken, “Feodalizmin tasfiyesi” tezi ile, sömürgeci, jenosid girişimleri destekler konuma düştükleri, egemen moderniteyi savunarak, Ittihat ve Tetakkî takipçilerinin izine düştükleri aşikardır..
Inanın ki bu “Kürt Ağası” hikayesi, tıpkı suya doymayan hamur hikayesi gibi, daha çok su çeker.
Bu tez, jenosidal ideoloji için egemen ulus modernizminin elinde paslı değnektir, kendine “demokratız”, “aydınız”, “ilericiyiz” diyenlerin kullandığı bu paslı değneği dillerine pelensek etmeleri, kendilerini zehirledi, zehirliyor.
Bu arada, Taner Akcam’ın, “İlk Gece Hakkı” iddiasına karşı, 132 imzacının bir metin yayınlamasıni “Linç” olarak değerlendirmek doğru değildir. Uzun tutulan metnde yanlışlar olsa da, tepki yanlış değildir. İyi degerlendirildiğinde, Doğru bir analizi yakalamak zor olmadığı gibi, geçmişte ortaya atılan pek çok kötü hücre misali duran yanlışın ortaya çıkarılmasina hizmet edeceği açıktır. Yeterki eleştiri tekamülü olsun.
Biraz özen, dikkat değerlidir. Bilimin normları burada da çok önemlidir.
İlk yorum yapan siz olun