Özcan Geçer ile Süryani Katolik Peder Yuhanna Louis Sabuncu’nun öyküsünü konuştuk. Geçer, “Peder Sabuncu’nun vasiyet ettiği sözünün mezar taşında yer alıp almadığını merak ediyorum” dedi.
Berken Döner
DUVAR – 1976 Mardin doğumlu Özcan Geçer, yüksek öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde İşletme Mühendisi olarak tamamladı. Geçer, 2020 yapımı Süryanilerin göçü temalı “AN” uluslararası belgesel projesinin hem yapım ortaklığını hem de araştırmacılığını üstlendi ve Ekim 2020 tarihinde Şlomo isimli Süryani kültürüne dair kitap çalışmasına yazar olarak katkıda bulundu. Kültür platformu “www.suryaniler.com” kurucu üyelerinden olan Geçer, Süryaniler ve diğer kültürler, kaybolan dillerle ilgili belgesel, kitap, sergi projeleri ile toplumsal bellek araştırmaları ve anma etkinlikleri gibi kültür-sanat dünyamıza yaptığı katkılarla biliniyor.
Geçer, şimdilerde ise fotoğraf tarihi için oldukça önemli bir isim olan Süryani Katolik Peder Yuhanna Louis Sabuncu’nun hayatı üzerine çalışıyor. Özcan Geçer ile Peder Sabuncu’nun öyküsünü konuştuk.
Louis Sabuncu ile nasıl karşılaştınız? Sizin ilginizi çeken neydi?
Uzun zaman önce bir fotoğraf dergisini karıştırırken Peder Yuhanna Louis Sabuncu’nun (1838-1931) kısa özgeçmişi ve fotoğraf tarihine katkıları hakkındaki profesör Engin Özendes’in yazısını okur okumaz bu ilginç karaktere merak duymaya başladım. Oldum olası kendi işinden ayrı, farklı alanlarda da üreten kimliklere ilgim vardır. Bir de karakter benim gibi Süryani ve Diyarbakır/Mardin kökenli olunca odağıma daha da girmiş oldu.
İzini nasıl sürdünüz? Nelerle karşılaştınız? Belgelerin ilginç bir serüveni var mı?
İlk iş olarak yazıyı hazırlayan ve artık kadim dost olduğumuz kıymetli Engin Hoca ile temas kurdum. Sonra çevremdeki bilgi kırıntılarını toplayıp, ilgili akademisyenlere ve sahaflara ulaşarak bunları çoğaltmaya başladım. Araştırmamın ikinci ayında bir gün telefonum çaldı ve sahaf dünyasının duayenlerinden Lütfü Seymen, acil olarak kendisine uğramamı istedi. Heyecanla yanına gittiğimde, elindeki yıpranmış, sararmış defteri uzattı. Bir de ne göreyim! Defterin üzerinde orijinal el yazısıyla “1888-89 Louis Sabunjie – London” ibaresini okuduğumda büyük bir şaşkınlık yaşadım. Evinin bir köşesinde uzun yıllardır biriktirdiği efemera belgeleri toparlayan sahaf, işe yaramayacağını düşündüklerini elerken, defterin üzerindeki yazıyı okur okumaz sözlerimi aklına getirmiş ve bu sayede belgenin kaderi değişmişti. Sabuncu’nun Londra’da verdiği bir konferansın notlarını yazdığı defterin satış bedelini müzakere ederken, tecrübeli sahafın ‘’Cancağızım, biliyorsun bu defterin bu dünyada tek satıcısı var’’ deyişine, aynı espriyle “tek alıcı” olduğumu söyleyerek karşılık vermemle patlayan kahkahalarımızın tütsülediği bu eşsiz hediyeyi bir nevi işaret kabul ettim. Araştırmalarımı derinleştirip Osmanlı arşiv kayıtlarını karıştırmaya başladım. Belgeleri okuyup, anlayabilmek için Osmanlıca dersleri aldım. Atatürk Kitaplığı’nda ‘Yıldız Sarayı’nda Bir Papaz’ isimli, hatıratından seçilmiş kesitlerden oluşan kitabı ortaya çıkarmamla kişisel iç dünyasıyla tanışmış oldum. Zaman içinde kendimi bu karakterin baş döndürücü tarihsel yolculuğunda buldum. Yurt içi ve yurt dışındaki pek çok kaynak, kütüphane, arşiv kayıtlarında ilginç ipuçları buldukça, arama iştahım daha da arttı. Onu tarih sahnesinde hak ettiği şekilde yansıtıp, tarih severlerin ilgisine sunmak istedim.
Sabuncu Ailesi ile ilgili ne gibi bilgilere ulaştınız? Bizi aydınlatır mısınız?
Babası ve annesi Mardin kökenli. Babası devlet memuru olarak inşaat mühendisliği görevini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra, Mardin’e geri geliyorlar. Sabuncu, daha on bir yaşında maceralı yaşamına yelken açarak eğitimi için evden ayrılıyor. Kardeşi Georgi Sabuncu da sonradan Louis’in ona öğrettiği ve bölgede yeni gelişen fotoğraf tekniği sayesinde Beyrut’ta fotoğraf stüdyosu açıyor. Bölgenin en önemli fotoğrafçısı oluyor. Diğer kardeşlerden Melki Sabuncu da Hindistan’da tanınmış bir mücevher taciri ve illüzyonist olarak romanlara konu olan sıra dışı bir yaşam sürüyor. Araştırmalarımda ailenin dünyaya dağılmış fertlerinden çok önemli yerlerde yöneticiler, akademisyenler olduğunu gözlemledim.
Peder Sabuncu’nun Süryani toplumuyla ilişkisi nasıldı?
Peder Sabuncu’nun sarayda olduğu dönemde, dönemin Süryani toplumu liderleri ve diğer azınlık liderleri ile yakın ilişkisini biliyoruz. Kendisi görevinin ilk yıllarında Süryani Katolik Patrikliği’nin merkezinin İstanbul’a taşınmasının çok önemli olduğunu, merkeze yakın olmanın talepleri iletmede, ilişkileri sıcak tutarak isteklerin sonuca vardırılmasında kritik olduğunu vurgular. Sarayla azınlık toplumları arasında yaşanan sorunlarda çözümler yaratır. Yine azınlıklara tahsis edilen kimi araziler için yardımcı olur, anlaşmazlıkları giderir. Papa vekili Bonetti ile de arasının çok iyi olduğunu, dini ve siyasi konularda görüş alışverişinde bulunduklarını da hatıratlardan okuyoruz.
‘ÖMRÜ, BİLGELİĞİ ARAMAKLA SEYAHATLERDE GEÇTİ’
Peder Sabuncu’nun “felsefe doktoru”, “çevirmen”, “gazeteci”, “fotoğrafçı” gibi özellikleri olduğunu biliyorum. Eğitimi ve ilgi alanları kişiliğini nasıl biçimlendirmişti?
İstanbul Nadir Eserler Kütüphanesi’nde karşıma çıkan çok ilginç bir el yazması bize Sabuncu’nun çocukluğu ve gelecekte şekillenecek karakterine dair ipuçlarını bulmamı sağladı. Hayatından çok etkilenen ve ondan Arapça dersi alan Prost isimli matematikçinin ricası üzerine İstanbul’da 1892’de ona yazdırdığı bir özgeçmişti bu. İki küçük ciltten oluşsa da kütüphanede sadece ilk yarısı mevcuttu. Çocukluğunda hakkını arayan, okumayı çok seven biri olarak büyüklerinin dikkatini çekip, El-Şarfe Manastırı’nda aldığı sıkı eğitim ertesinde dönemin Patriği Anton Semheri’nin onu Roma’ya götürmesi ile hayatında büyük dönüşüm başlıyor. Oradaki büyük kaynak imkanları, bitmek bilmez öğrenme aşkıyla harmanlanınca hayata bakışı da şekillenmeye başlıyor. Rönesans’ın ünlü şairlerinden Taso gibi karakterlerin eserleri ve yaşam öykülerinin peşine düşüp, kâh sanatla ilgilenip kâh Antik Roma’dan günümüze siyaset dünyasında iz bırakan isimleri araştırıyor. Mardin’den Beyrut’a, Londra’dan İstanbul’a, Kahire’den Los Angeles’a pek çok kentte onun da aynı şekilde farklı alanlardaki üretimleriyle eserler, izler bıraktığına şahit oluyoruz. Özyaşam öyküsünü aktarırken mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği bir söz de onun bu dünyadaki ele avuca sığmaz yerini tanımlıyor: “Ömrü, bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti”. Gerçekten de 1870’lerde yeryüzündeki farklı inançların felsefesini anlamak için çıktığı dünya turundan gazeteciliğine, astrolojiden fotoğraf tekniklerine, uzun ömrün sırlarını yazdığı kitaptan, şiirlerini derlediği ‘Divân’ kitabına ve sayısız eserlerine kadar böylesine çok yönlü kimliğin portresini aktarmak da bir o kadar meşakkatli duruyor.
Peder Sabuncu’nun ilginç yaşam öyküsünü izlediğimizde Osmanlı Sarayı’nda da karşımıza çıktığını görüyoruz. Peki, Peder’in saraydaki faaliyetleri konusunda neler söylersiniz?
1880’lerin sonunda Bağdat-Basra Demiryolu’nun ihalesi için bir şirketin danışmanı olarak Der Saadet’e geliyor. İzmit’teki büyük bataklığın kurutulması ile ileride önemli bir sanayi alanı yapılabileceği tekliflerini sunuyor. 1891’de siyasi tecrübesi, sekiz ayrı dili bilmesi ve nitelikleriyle II. Abdülhamid’in mabeyn tercümanı olarak görev alıyor. On sekiz yıl boyunca Avrupa basınından siyasi raporlar ve arkeoloji, fotoğraf konuları ile ilgili tercümeleri padişaha sunuyor. Dünyadaki son teknolojik gelişmeleri aktarıyor. Yeri gelmişken, 1870’lerin sonunda İngiltere’de Kraliyet Akademisi’nde dersler verdiği yıllarda, Edison’un icat ettiği ilk ses kayıt cihazı fonografın test hakemliğinde yer alırken Arapça, Süryanice, Türkçe ses kayıtlarını yapıyor. Muhtemelen bu dillerdeki ilk kaydı yapan isim olarak da tarihe notunun düşülmesi gerekir. Eğitime önem veren Sabuncu, Osmanlı’da Meclis-i Maarif Azası olarak da görev üstleniyor, bu konuyla ve farklı konularda pek çok öneri ve rapor hazırlıyor. Örneğin, arşivde 1902’de uzun ömrün sırları ile ilgili yazdığı layihalara rastlıyoruz ki gündelik hayatında sağlığına verdiği önem takip edilebiliyor. Doksan üç yaşında ölümüne denk dinç olduğunu da biliyoruz. 1919’da ‘Uzun Ömrün Sırları’ isimli bir kitap çalışmasını da Amerika’da bir kütüphanede buldum.
‘SABUNCAKİSLER’İN KÖŞKÜ OLARAK BİLİNEN EV PEDER SABUNCU’NUNDUR’
Büyükada “Sabuncakis Köşkü” olarak bilinen bir köşk var. Oysa siz bu köşkün Peder Sabuncu’ya ait olduğunu öne sürüyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
İstanbul’dayken Büyükada’da annesi ile yaşayan Sabuncu’nun Ada’da bıraktığı izleri takip ederken, annesinin mezarına Rum Kilisesi Mezarlığı’nda ulaştım. “Ada’nın Beyaz Sarayı” olarak tarif edeceğimiz, “Arılı Ev” olarak da bilinen, 1911’de Dersaadet’ten ayrılana kadar ikamet ettiği evinin gizemlerini birer birer çözmeye çalıştım. Sürekli yazmak, eserler yaratmak için adeta zamanla yarışan Sabuncu, evinin kolonlarının üzerine gazetesi için hazırlattığı armayı yerleştirmiş, kolonlara şiirler yazdırmış, altında ‘’Allahın gözü, sevdiği kulların üzerindedir’’ yazısıyla bir göz kondurmuş. Evin içindeki duvarlarda da naturalizmin üç boyutu yapıcı, koruyucu ve yıkıcı öğeleri temsil eden farklı inançlardaki üçer öğenin fresklerini yaptırmış. Döneminde ‘’Arı Kovanı’’ ismiyle otel olarak da kullanılan evin kapısında halen mevcut olan metal arıları da hem aile lakapları hem de durmak yorulmak bilmez koşturmasının nişanesi olarak yerleştirmiş. Soyadı benzerliğinden yanlış bilgiyle Rum aile Sabuncakisler’in köşkü olarak bilinen ev aslında kendisinindir. Bulduğumuz hatıratında evin deniz tarafındaki sağ temelinin altına bir büyük şişe içinde ismi, tarihi, fotoğraf ve notları olan bir iz bıraktığını da kaydeder. Sabuncu’nun yine bu evde dönemin sinema tekniği ile Büyükada’daki çevresine film seyrettirdiğini de bulduğumuz hatıratından okuyoruz. Evin bir başka özelliği de, içinde paha biçilmez bir tablonun üretilmiş olmasıdır. Dönemin saray baş ressamı Fausto Zonaro’nun da hayranlıkla beğendiği bu tablo, sekiz farklı ressam ve kendisinin meydana getirdiği 4*2,5 metre boyunda içinde altı yüz altmış figürün olduğu Genesis (Yaratılış) isimli farklı inanç gruplarının sembollerinin olduğu yağlı boya bir çalışmadır. İçerisinde kendisinin peder kıyafetleri ile yer aldığı eserin içeriğini tanıtan özel broşür de hazırlatan Sabuncu, bu yağlı boya eseri son nefesini verene kadar yanında muhafaza etmiş. 1871’deki dünya turuna çıkma felsefesiyle ve otuz altı yıl boyunca edindiği birikimiyle oluşan bu eser adeta hayata bakışını yansıtan bir anıtsal yapıttır.
Peder Sabuncu ile ilgili araştırmalarınızın tarihsel ve sosyal değeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda araştırmanızı başka boyutlara taşıyacak mısınız?
Çalışmanın, ileride geniş bir biyografisinin de içinde olduğu bir eserinin basılması ya da belgeselinin yapılması söz konusu. Sabuncu’nun Mısır Hidivi Abbas Hilmi’ye hediye ettiği ve şu an en kıymetli kitabım olarak kendi arşivime geçmesi ayrı macera olan dünyayı gezme anıları, fotoğrafları ve şiirlerinin yer aldığı beş yüz seksen sayfalık, 1901 yılı basımı ‘Divân’ının çevirisinin yapılması gibi çeşitli hayallerim var. Ayrıca Sabuncu’nun stereoskopik fotoğraf tekniğine katkılarını araştırırken merak saldığım bu dünya ve uzun yıllardır yaptığım 1857-1910 dönemi İstanbul stereoskopik fotoğrafları koleksiyonuyla ilgili ileride bir sergi yaparsam kendisine de bir saygı köşesi hazırlamayı çok istiyorum. Aslına bakarsanız, bu maceraya sermaye piyasalarındaki yoğun iş stresimden uzaklaşmak adına vakit buldukça gece çalışmalarıyla sadece meraktan, bir proje amacı gütmeden başlamıştım. Birikimler arttıkça tarih severlerle paylaşma isteği belirmeye başladı. Sabuncu’nun Los Angeles’taki mezarına da çok taze bilgi olarak ulaştığımı ifade edeyim. Koordinatları ve kayıt belgelerinden sonra sıra fiziken yeri bulmakta. Vasiyet ettiği “Ömrü, bilgeliği aramakla seyahatlerde geçti’’ sözünün mezar taşında yer alıp almadığını merak ediyorum. Orada yoksa da bir buket çiçeğimizi, son nefesine kadar yanından ayırmadığı hayat felsefesinin özeti ‘’ Dinler Tablosu’’nun bir fotoğrafını alıp, vasiyet yazısının yer alacağı plaketimizi de götürerek, tarihe yaptığı katkıdan ötürü kendisine saygımızı sunmayı çok istiyorum.
Deneyimlerinizden yola çıkarak, bu tür konuları araştıranlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Araştırmacılara ilk olarak içlerindeki ‘’merak’’ duygusunu asla kaybetmemelerini onu geliştirecek faaliyetlerde bulunmalarını tavsiye ederim. Geçmişte araştırmacıların çok zorlandığı arşiv kayıtlarına artık daha kolay erişebildikleri için hedeflerine ulaşmada daha şanslı olduklarını düşünüyorum. Araştırmalardan sonuç aldıkça edindikleri keyif ve bu sayede süreç içerisinde yeni tanışıklıkları ile motivasyonlarının daha da artacağını umuyorum. Zamanın ruhu için zor konu olsa da ‘’sabır’’ da çok önemli bir meziyet. Bu tip araştırmalar bazen arkeolojik kazı gibi zaman isteyen hususlar, o yüzden sabretme konusunun altını da önemle çizmek isterim. Zaman ayırma konusunda da geceleri uykudan feragat edilen ama konsantrasyonu yüksek birkaç çalışma saatinin de verimli olduğunu düşünüyorum. Birikimlerini edinirken de ileride bir projeyle tamamlayacaklarsa, bulduklarını paylaşma konusunda yeri geldiğinde ketum olmayı bilmeliler zira maalesef edindiğiniz bilgilerin bir gün bir yerlerde siz çalışmayı bitirmeden paylaşıldığını görmek üzücü olabiliyor. Zira kendimden biliyorum.
Konuyla ilgili detaylar için Youtube’da yayınlanan Assyria TV sunumu izlenebilir.
Yorumlar kapatıldı.