İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fırat Aydınkaya: Kürt Toplumunda “İlk Gece Hakkı” Var Mıydı?

Meseleyi tartışırken üç şeyden uzak durmak lazım. İlki, Türk inkarcıları misali kaynak fetişizmine sarılmamak gerekir. İkincisi bu meselelerde konuşandan çok konuşulana bakmak icap eder. Üçüncüsü ise söz konusu Kürt soylularının cinsel eğilimleri olduğunda tıpkı başka diğer halkların soyluları gibi temkinli konuşmak gerekir.

Giriş

Taner Akçam’ın Duvar gazetesine verdiği mülakat Kürt sokağında neredeyse infialle karşılandı. Gönül isterdi ki “ilk gece hakkına” gösterilen hassasiyetin hiç değilse çeyreğini soykırım ifşasında da görebilseydik. Soykırımın afişe edilmesi noktasında yaptığı cesur iş münasebetiyle Akçam, iltifattan çok tahkir lugatına alışkındır. Fakat bu sefer benzer cümleleri kimi Kürt okumuşlarından görmesi tarihin cilvesi olsa gerek. Yanlış dahi olsa Akçam’ın fikirlerine, fikirle mukabele etmek mümkünken onun bildirisel bir kınamaya muhatap kılınması hayra alemet değil. Ayrıca da düşündürücü. Fakat şu da var ki Akçam, her ne kadar niyeti öyle olmasa bile kulaktan kulağa yayılan soykırımdaki Kürt iştiraki tartışmasını rayından çıkarmış görünüyor. Bu kısa introdan sonra tartışmanın özüne dair kimi noktaları sarih kılmak şart görünüyor.  

Öncelikle ilk gece hakkının, Ortaçağ tarihini çalışanlar açısından bile henüz tamamen kabul edilmiş bir mesele olmadığını tespit etmekle başlayalım. Bunu bir mit olarak görenler olduğu gibi yaşandığını kabul edenler de var şüphesiz. Ne var ki bu Ortaçağ tarihi konusunun uzmanlarına bakmamız icap eder. Feodal Toplum kitabının usta yazarının bu hakkı kült çalışmasında lafzen bile anmaması dikkat çekicidir mesela. Sadece bir yerde “serfliğin değişimleri”ni ele alırken Katalonya bağlamında şöyle bir cümle kullanır: “..eğer serf kız bekaretini kaybederse, senyöre para cezası ödemesi..” gerekirdi. (Bloch-2015) Kitap bağlamında zorlama bir yorumla bu cümleden yola çıkıp meseleye baktığımızda o dönem Avrupası’nın taşrası olabilecek bazı bölgelerinde senyörün, serf ya da serfliğe yakın toplumsal kesimler üzerinde bedensel haklar iddia ettiğinin tespitini yapabiliriz. Yine de bu durumun kitabi manada ilk gece hakkına tam tekabül edip etmeyeceği yoruma açık. 

Fakat öte yandan feodal ortamlarda evlilik meselesinin başka görünümlerine bakmak konumuz bakımından önemli. Evliliklerin her zaman kişisel bir seçim yapmak şeklinde pürüzsüz bir muameleye konu olmadığını biliyoruz. Daha açık olmak gerekirse Ortaçağ Avrupası’nda senyörün bırakalım serfin çocuğunun evlenmesinde, vassalin çocuğu evlendiğinde bile söz hakkı vardı. Senyörün evliliklere bu tarz müdahaleleri Almanya ve Fransa’da yaygın olarak görülüyordu. Hatta evlenecek kadınlar Fransa’da ‘zırh fiefi’ almışlarsa bu durumda senyörün istediği kişi ile evlenmek zorundaydı. Benzer bir durum İngiltere’de I. Henry döneminde kral fermanıyla yasa haline bile gelmişti. (Bloch-2015) Feodal dönem “insanın insana tabiyetinin finali” anlamını taşıdığı ölçüde bu tarz kural dışılıklar yaşanıyordu.  

Ağalığın Değişen Sosyolojisi

Bu mukayeseli tarih bağlamında Kürt aristokratları ile sıradan Kürtler, Kürt ağaları ile Ermenilerin münasebetlerine bakmak faydalı olacaktır. Bu yazıdaki tematikler ve öznelerin geneli kapsamadığı, dönem ve mekanla sınırlı olduğunun altını çizmek isterim. Ayrıca ilk gece hakkı aşağıda genişçe anlatılacak arka plan dahilinde ele alınmalı ve yorumlanmalıdır.  

Zira dönemselleştirme ve mekansallaştırma yapmak konunun anlaşılması için önem arz eder. Kürdistan’da, özellikle de Kürtler ile Ermenilerin yaşadığı melez ortamlarda talan, zorbalık, kız kaçırma, tecavüz, düğünlere müdahale edilmesi gibi vakaların 1860-1900 yılları arasını kapsayan zaman dilimin içinde mebzul miktarda arttığı raporlarla ve tanıklıklarla sabit. Bir istatistik vermek gerekirse sözgelimi 1860-1870 yılları arasında Ermeni patrikliğin, Osmanlı hükümetine bu suçları konu edinen 529 takrir sunmuş olduğunu görmekteyiz. Bunların 65’i Diyarbekir bölgesi, 79’u Erzurum bölgesine aitti. (Sasuni-1992) Peki ama ne oldu da birden bu suç istatistikleri tavan yaptı?

Bunda kuşkusuz birinci etken Osmanlı devletinin aşırı şiddet eşliğinde carileştirdiği ve o dönemin belgelerinde yazıldığı haliyle “Kürdistan’ın mükerrer fethi”ydi. Moltke’nin şahitliğinde dönemin komutanları taş üstünde taş bırakmazken bu arada ortadan kaldırılması hedeflenen Kürt mirlikleri tarihe karışmıştı. Kürt toplumunu canlı bir organizmaya benzetirsek, Kürtlerin başı kesilmiş, gövdesi orta yerde kan kaybediyordu. Bu sebeple Sasuni’nin, Kürt-Ermeni ilişkilerinin bozulmasının miladını Bedirhan beyin yenilgisine bağlaması kesinlikle isabetli bir yaklaşımdır. (Sasuni-1992)

İkinci etken Kürtlerin kolonyalist tasarıma alınmasıyla doğrudan bağlantılıydı. Seferler sonucunda büyük aşiret konfederasyonu dağıldığında Kürt toplumunda bir çeşit kabile rönesansı yaşandı. Aşiret konfederasyonlarından mikro ölçekteki kabile örgütlenmesine dönüş Kürt toplumunda tam anlamıyla ağa enflasyonuna sebebiyet verdi. Yani bu dönemde ciddi bir toplumsal değişim yaşanıyordu ve bu süreç devlet destekli Hamidiye Ağaları süreci ile Kürt toplumunu yenilenen bir feodalizm dalgasıyla yüz yüze bırakmıştı.

Bu ağaların tam göçebelikten yarı göçebeliğe geçişleri hem iktisadi kaynaklar hem de Kürt-Ermeni hinterlandındaki etnik ikilik dengesini Kürtler lehine bozmaya başladı. 1858 Arazi Kanunnamesi göçebe feodalizminden, tarımsal ölçekli feodalizme geçiş için iyi bir fırsattı. Yeni yetme ağalar bir taraftan feodal artığa el koyarken öbür taraftan talanlarla kendi bölgelerine hem sınırlar çizdi hem de güçsüz ve himayeye muhtaç kesimleri bölgesine kattı.

Ermeni yerleşimciler böylelikle ilk kez serf benzeri bir konumla yüz yüze geldi. Önce kolonyal seferler ardından da ağaların şiddeti Ermeniler için öncelikle güvenlik sorununu ortaya çıkardı. Ağalara himaye karşılığında daha ağır vergiler ödemeye başladılar. Buna benzer bir ortam Macar göçebeliğinin alt üst ettiği Ortaçağ Avrupası’nda da görülmüştü. Özgür kimseler kendisine bir koruyucu arıyor ve bunu sağlamak için köleliğe razı oluyordu. 

Burada artık esas soruna gelmiş bulunuyoruz. Bu dönem ve mekandaki Kürt ağalarla himayesine aldığı Ermenilerin ilişkisi nasıldı? Hangi hukuk cariydi? Hatırlayalım ki, Ortaçağ Avrupası’nda köle, bir efendinin eşyası sayılıyordu ve efendi onun vücudu, emeği ve malları üzerinde tasarruf hakkına sahip bulunuyordu. Bahse konu Ermenileri xulam olarak niteleyebilir miyiz? Değilse bu eşitsiz ilişkinin doğası ve sınırları nereye kadardı? Bir cümleyle özetlemek gerekirse bütün Kürdistan’daki Ermeniler değil ama bu bahisteki Ermenilerin konumu tam da şuydu. Avrupa’da efendiden belli bir toprak parçası alıp da kendi kendisine yeten ve efendinin müdahalesine kölelere nazaran daha seyrek maruz kalan ‘yarı köle yarı serf karışımı’ bir statüydü. 1877 yılında Siirt, Bitlis ve Muş’u gezen Rassam’ın büyükelçi Layard’a gönderdiği raporda benzer şeyler yazıyordu: “Yaptığım soruşturmalardan anladığıma göre Kürdistan dağlarında kölelik tamamıyla kaldırılmamış. Nüfuz edilemeyen dağlık bölgelerdeki Hristiyan köyleri içinde yaşayanlarla birlikte satılıp alınmakta.” (Yarman-2015)  

İlk Gece Hakkı (mı?)

Şimdi artık sadede gelebiliriz. Eğer bahse konu yerdeki Ermeniler yarı xulamyarı serf statüsündeyse bu durumda Kürt ağaları onların bedenleri üzerinde tasarruf hakkına sahip miydi? İlk gece hakkı bağlamında bu sorunun cevabı kesinlikle negatifti. Kürt ağaları başka pek çok zulüm yaptı elbette. Haksız vergiler aldılar, yok yere sudan gerekçelerle Ermeni öldürdüler, talan yaptılar, zalimane usullerle kız kaçırdılar, ırza geçtiler, pogromlara katıldılar, Yani yüz kızartıcı suç sicilleri hayli kabarıktı. Ne var ki bu sicilde ilk gece hakkı diye bir yüz kızartıcı suç yoktu. 

Kürt toplumunda ilk gece hakkı diye bir uygulamayı tarih boyunca kaydeden bir Kürt yazılı kaynağı bulunmadığı gibi bunu ima eden anlatımlar da söz konusu değildir. Sadece Kürt kaynakları değil, Misyonerlerin raporlarında da bu hakkın iması bile yoktur. (Kieser-2005) Ayrıca kıymetli yazar Kieser’le yaptığımız yazışmada da kendisi böyle bir vakayı belgeleyen hiç bir rapora denk gelmediğini teyit etti. İlaveten ulaşabildiğimiz Ermeni şikayetlerini konu alan raporlarda bu vakayı ele alan bir şikayete tesadüf etmiş değiliz. Hatta Palu bölgesinin Ermeni şikayetlerini dinlemeye gelen bir rapor yazarı buradaki Kürt ağalarını “insan yiyen vahşi” (Natanyan-2015) olarak betimlemesine rağmen ilk gece hakkından bahsetmez.  

Çok daha önemlisi 8 Kasım 1871 yılında Ermeni Milli Meclisi oturumuna sunulan “Taşraya Özgü Kanunsuz Eylemleri” soruşturan raporun 4. Bölümü Kürt-Ermeni ilişkileri bağlamında “Özel Zulüm” başlığıyla kaleme alınmıştı. Bu iddiayı ortaya atan kaynakların örnek vakaları da bu döneme ait gibi görünmektedir. Ne var ki bu tarihi öneme haiz rapora dair bilgi veren Sasuni, ilk gece hakkı benzeri bir şeyden söz etmemektedir. (Sasuni-1992) Bahse konu rapor okunmadan temkinli olmak gerek elbet ama en azından bu yazıda bahsedilen kaynaklar itibariyle Kürtlerde ilk gece hakkının söz konusu olmadığını tespit etmek mümkündür.

Peki Akçam ve referans verdiği kaynaklar neden böyle bir tanımlama yapmış olabilir? Bu arada sadece Akçam’ın refere ettiği İssawi, Astorian, Lazarev gibi yazarlar değil Barsoumian da bu tarz bir bilgiyi paylaşmaktadır. Akçam’ın refere ettiği kaynaklara baktığımızda şunları görmekteyiz: 

“-Sasun vilayetinde Ermeniler Kürt beylere khafir adında vergi veriyordu.

-Koruma karşılığında alınan khafir mahsul veya zanaat ürünleri cinsinden tahsil edilirdi.

-Köylüler xulam gereği feodaliteden aşina olduğumuz angaryayı (corvee)hatırlatan mecburi hizmeti yerine getirirdi.

-Düğünlerde beyler çeyizin yarısını hediye olarak alırdı. Bazı beyler ilk gece hakkına sahipti. (Jus Primae noctis)

-Kışlak zamanlarında Ermeniler beye kışlak hizmeti sunardı.

Zer kurri olarak bilinen bazı Ermeni köylüler altın karşılığı alınıp satılıyordu. Hayvanlardan tek farkı işledikleri toprakla birlikte satılmalarıydı.   

Söz konusu bu kaynaklara baktığımızda ortaya çıkan gerçek tastamam şudur. İlgili yazarlar ilk gece hakkı vakasından değil, başka bir şeyden söz ediyorlar. Ve bu bahsedilen uygulama ilk gece hakkını teyit etmiyor. Aşağıda genişçe anlatılacağı üzere söz konusu yazarlar vakayı vasıflandırırken mukayeseli yorum hatasına düşmüşlerdir. Ağaların düğünlere müdahale edip, düğün sahibinden vergi almasını Ortaçağ Avrupası’nda yaşandığı varsayılan ilk gece hakkına vurgu yaparak yorumlamış görünmektedirler. Zaten feodal dönemin angaryasına (corvee) yapılan atıf yazarların okuma tekniğini ortaya koymaktadır.  Yazarlar düğüne yapılan müdahalenin çağrıştırdığı uygulamayı Avrupa tarihine mukayese yaparak anlamlandırmaya çalışmış görünmektedirler. Fakat aşağıdaki vakalara bakıldığında yapılan mukayesenin hem biçim hem muhteva bağlamında hatalı olduğu görülecektir.

Feodalite Paralaksı 

Meselenin bihakkın anlaşılması için önce birkaç vaka nakledip ondan sonra bunları irdeleyelim. Boğos Natanyan, Patrikhanenin görevlendirmesi ve Babıalinin onayıyla Ermenilerin şikayetlerini dinleyip raporlamak için 1878 yılında Kürdistan’a bir gezi düzenleyecektir. Aşağıdaki vakalar onun raporundan:    

1878-Palu

“…Her köye yerleşmiş ağa ve beyler var. Bunlar işledikleri yüzlerce suçun yanı sıra duyulmamış bir zorbalık daha yapmaktadırlar. Bir genç kız başka köyden bir delikanlıyla nişanlandığında, beyler müdahale ediyor, keyiflerine uygunsa rüşvet karşılığında nikaha izin veriyorlar. Aksi halde genç kızı kendilerinin onayladığı başka bir delikanlıyla zorla evlendiriyorlar. Eğer papaz nikahı kıymazsa kendi mollalarıyla işi hemen hal ediyorlar.” (Natanyan-2015)

1878-Çapakçur

“…Ermenilerin düğünlerine de müdahale ediyorlar. İstedikleri kızı veya oğlanı vermeyecek olurlarsa ailelerini ağır vergiler ödemek zorunda bıraktıktan başka, istedikleri kişiye zorla papaz nikahı kıydırıyorlar.” (Natanyan-2015)

1878- Çarsancak

“..Ağanın onayı ve emri olmadan yapılan evlilik halka çok pahalıya   patlıyor…” (Natanyan-2015)

Son örnek ise Çarsancak-Dersim bölgesinde 1867 yılında gerçekleşmiş ve Eçmiadzin Katolikosluğuna bildirilmişti:

“..Bir kız ya da dul evlendiğinde köyde oturan ağaya 500-1500 kuruş nakit para vermeye mecburdur, yoksa ağa evliliğe izin vermez.” (Çelebyan-2003)

Soru şu: gerek Akçam’ın, gerek referans verdiği yazarların altını çizdiği vakalar ve gerekse yukarıda verdiğimiz örnekler kitabi manada “ilk gece hakkı” çerçevesinde mütalaa edilebilir mi? Bunun ilk gece hakkı uygulaması anlamına gelmediği yeterince açık. Peki bu vakaların anlamı nedir, nasıl yorumlamak gerekir? Bahse konu ağaları bu davranışlara iten motivasyon nedir?

Bunun en az iki açıklaması olabilir. İlki iktisadi mantık, ikincisi ise soyluluk yasası. Kürt ağalarının ilgilendiği şey esasen yukarıda andığımız üzere tıpkı Katalonya’daki gibi ilk gece hakkını ima eden bekaret merakıyla ilgili bir motivasyon değildi. Ağalar kendi maiyetine aldığı Ermenilerin evlilik gibi toplumsal kurumları üzerinden vergi almaya çalışıyordu. Düğünlere müdahale edip düğünü durdurma ya da gelini bir başkasıyla evlendirme tasarrufunun büyük oranda iktisadi mülahazalardı.  

Tam da girişte tartıştığımız konuya gelmiş bulunuyoruz. Senyörün evliliklere yaptığı hadsiz müdahalelerin bir benzeri Almanya ve Fransa’da görüldüğü gibi Kürdistan’da da görülüyordu. Kürt ağalarının düğüne müdahale ederek aldığı verginin ismi ise halen tartışmalıdır. Her ne kadar Akçam ve kaynakları bu ödeneğe hafir dese de bu konuda bir mutabakat bulunmamaktadır. Zira hafiri, başka yazarlar Kürt göçebe aşiretlerinin Ermeni köylülerinden “himaye” karşılığında aldığı ödenek olarak tarif ederken (Ter Minassian-2007), başka bir yazar buna yıllık haraç (R.H.Hewsen-2007) demektedir. Sasuni ise bu vergi türüne kafirlik demektedir. Ona göre Ermenilerin bağlı olduğu feodal beye kendi ekonomik gücü ile orantılı ödediği bir vergiydi bu. Fakat bu verginin özellikle Ermenilerin evliliklerinde çok daha fazla tutar olarak alındığından bahseder. (Sasuni-1992) 

Hewsen ise Ermenilerin hafir dışında nişanlılık ve evlilik durumlarında ödedikleri ödeneği “hala” (Yarman-2005) olarak nitelendirmektedir. İsmi ne olursa olsun Kürt ağalarının bu vergisi iki şeye dayanmaktaydı. Biri dinsel meşruiyet, diğeri de soyluluk meşruiyeti. Ağaların bu davranışları sınırsız değildi, hem dini kaide hem de Kürt aşiret töresiyle denetlenirdi. Misal Gülizar vakasında Musa bey’in, gerçekte Gülizar’ı kendisi için kaçırdığı halde dört eşli olmasını ihtar eden şeyhlerinin araya girmesi ile Gülizar’ı kardeşine nikahlamak zorunda kaldığını hatırlayalım. Velhasıl hafir İslami fıkıh usulü olarak uygulanmış Cizye’nin Kürtleşmiş haliydi. Ve öyle görünüyor ki düğünlere müdahale yapılmasının temel gerekçelerinden biriydi.  

Son olarak bir kısım Kürt soylusunun bu davranışını sadece iktisadi motivasyonla açıklayamayacağımız bir gerçek. Ağalar kalemle yazılmamış bir Kürt soyluluk yasasından da ilham alıyordu muhtemelen. Bu yasa soyluların kendi tebaasının düğünlerine müdahale etme hakkını da haviydi. Kürtlerin destanlarına ve folklorik kaynaklarına baktığımızda bu durumu sarahaten görebiliriz. Memê Alan destanında Zîna Zedan’ın üç yıl Çeko’nun nişanlısı olduğu halde, Padişah Mem’in Zîne’ye talip olmasıyla Çeko’nun neredeyse hiç sorun çıkarmadan nişanlısından vazgeçmesi, ağabeyi Hesen’in ise üç yıllık nişanlı kardeşinden ısrarla Padişah Mem lehine geri çekilmesini talep etmesi önemlidir. (Lescot-2020)  Xecê û Sîyabend destanında, Sîyabend’in düğün hazırlıkları yapmak için nişanlısı Xecê’yi bırakıp şehre gittiğinde ağanın Xecê’yi kaçırması mühimdir keza. (Celil-2018) Binefş u Cembelî destanında Binefş, Dewrêş ağa ile evli olduğu halde, Cembeli’nin gelip Binefş’i neredeyse hiçbir zorlukla karşılaşmadan alıp gitmesi de öğreticidir. (Cindî-2016) Xelîle Birazî ile Mehmud paşa örneğinde paşanın, Xelîl’in sevdiği Gozel’i ailesinden isteyip eve getirdiği halde, paşanın Gozel’i Xelîl’e vermemesi de bu zaviyedendi.(Cindî-2016) 

Son olarak Ûsiv u Xezal hikayesinde sevgililerin arasına yeniden ağanın girmesi bu manadaki soyluluk yasasını örnekleyen folklorik eserlerdendir. Özetle Kürt soyluları düğüne müdahale etmeyi veya iki aşık arasına girmeyi bazı zamanlar yönetme yasasının bir gereği gibi görüyordu. Fakat bu örneklerin hiç birisinde ilk gece hakkının esamesinin okunmadığı da çok açık.     

Hülasa 

Hülasa meseleyi tartışırken üç şeyden uzak durmak lazım. İlki, Türk inkarcıları misali kaynak fetişizmine sarılmamak gerekir. İkincisi bu meselelerde konuşandan çok konuşulana bakmak icap eder. Üçüncüsü ise söz konusu Kürt soylularının cinsel eğilimleri olduğunda tıpkı başka diğer halkların soyluları gibi temkinli konuşmak gerekir.  Zira Şerefname’ye bakılırsa Diyarbekir ve Cezire’de devlet kuran Ahmet Bin Mervan’ın her gece başka bir cariyeyle yatma kuralı uyarınca 360 cariyesi bulunuyordu. (Bitlis-i 2013) Bir de soykırıma bir kısım Kürt iştirakını konuşurken varlığı tartışmalı ekstrem iddialar yerine, olan biteni basitçe anlatmak usul açısından daha doğru görünüyor.  

En iyisi son sözü tarihçilerin piri İbni-Haldun’a bırakalım. “Naklediciler sadece duyduklarını nakletmekle yetinirler. Basiret ve feraset sahipleri ise, doğrusunu yanlışından ayırmak için duyduklarını değerlendirmeye tabi tutarlar.” (İbni Haldun-2020)

Kaynakça

Marc Bloch, Feodal Toplum, Doğu-Batı Yayınları  

İbn-i Haldun, Mukaddime, Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları

Roger Lescot, Memê Alan, Avesta Yayınları

Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.yy’den Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Med Yayınları

Şerefhan Bitlis-i, Şerefname, Nubihar Yayınları,

Ordîxanê Celîl, Destanên Kurdî, Wardoz Yayınları 

Antranik Çelebyan, Antranik Paşa, Peri Yayınları

Hecîyê Cindî, Folklora Kurmancîyê, Lis Yayınları

Arsen Yarman, Palu- Harput 1878, Belge Yayınları

Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, İletişim yayınları

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın