***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler ve/veya soykırım inkarcılığı, ırkçılık, ayrımcılık ya da nefret suçu içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***
|
Erdal Sağlam
ABD Başkanı Biden, gecikmeli olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayınca, piyasaların bayram etmesi bekleniyordu. Biden aradı ama beklentilerin tam tersine, piyasalar bayram etmedi, bozulmaya devam etti. Reagan’dan sonra ilk kez bir ABD Başkanı, 1915 Ermeni olayları hakkında “soykırım” sözcüğünü kullandı ve daha öncesinde bu açıklamayı yapacağını, ilk telefon konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a haber verdi. Konuşma sonrası yapılan açıklamalardan çıkan tek somut duyuru ise “Hazirandaki NATO toplantılarında iki ülke arasındaki ilişkilerin kapsamlı olarak ele alınacağı” idi. Biden’ın telefonla aramasının 23 Nisan’a denk getirilmesi, soykırım açıklaması, Osmanlı ve Konstantinapol vurguları, belli ki ince planlanmış bir operasyonun detaylarını oluşturuyordu. Bu kapsamda Türkiye’nin vereceği, daha doğrusu verebileceği tepki de belli ki hesaplanmıştı. Sonuç olarak ABD’nin planının tuttuğunu, Türkiye yönetiminin göstermelik tepkiler dışında sessiz kaldığını, ilerideki işbirliklerini tehlikeye atmamak için beklemeye geçtiğini gördük. ABD Büyükelçisi’nin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp protesto edilmesi, birkaç bakanın “ABD’nin bize haksızlık ettiği, popülist davrandığı” gibi mesajlarının dışında bir şey duymadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan sessiz kalırken, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Türkiye’nin tepkisini önümüzdeki haftalarda, aylarda somut olarak göstereceğini” belirtti, yani şimdilik sessiz kalınacağını itiraf etmiş oldu. Halbuki biz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle durumlarda üst perdeden konuşmalarına, somut tepki vermekten çekindiği iç ve dış politika konularında ise çıkıp “Diklenmedik ama dik durduk” demesine alışığız. Farkında mısınız, artık böyle bir söylem de kalmadı. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan da çok iyi biliyor ki özellikle ekonominin geleceği açısından Batı ittifakının, özellikle de ABD’nin desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Rusya ile yaşanan balayının sonuna gelindiği, Rusya veya Çin’le yapılan işbirliklerinde artık tercih yapılması gereken bir dönemece girildiği çok açık. Ekonomik açıdan bakıldığında diğer blokların Türkiye’ye olumlu etkisinin Batı’ya kıyasla çok marjinal kaldığının, Batı ile ilişkileri düzeltmeden ekonominin istikrara kavuşamayacağının da görüldüğünü tahmin ediyoruz. Eski Başkan Trump zamanında da Türkiye’ye karşı gösterilen terbiyesiz sözlere bile sessiz kalmıştık ama o dönem unutmayalım ki Trump-Erdoğan arasında kişisel ilişki vardı ve Trump da Rusya ile iyi ilişkiler içindeydi. Artık yeni dönemde kurumsal ilişkilere dönüleceği beklentisinin, Biden’ın telefonla arama zamanlaması, daha önce alt düzeydeki temaslara bakıldığında, somut olarak hayata geçtiğini söyleyebiliriz. TERCİH ZAMANI GELDİ Şimdi gelelim bir süredir devam eden, muhalefetin 128 milyar dolarlık rezervlerin eritilmesi kampanyası ile Biden’ın telefonu ve çok uzun yıllardan sonra ABD Başkanı’nın “soykırım” sözünü edip Türkiye’nin sessiz kalmasına… Şurası çok açık ki döviz rezervlerini erittiyseniz, net olarak eksi 50 milyar dolarlık bir rezerviniz gözüküyorsa, ABD’nin ya da ilişkilerde baskın hiçbir ülkenin size karşı hareketlerine gerekli tepkiyi gösterme imkânınız kalmıyor. Hep söylüyoruz: 128 milyar dolarlık rezervinizi eritmeniz sadece ekonomik değil, siyasi ve güvenlik açısından da somut sonuçlar doğuracak kadar büyük bir hata. İşte “Ermeni soykırımı” sözüne Türkiye’nin yeterince tepki verememesinin ardında, 128 milyar dolarlık döviz rezervinin erimesinin çok büyük payı var. Bu olay ve ardından iktidarın verdiği tepkiler gösterdi ki Türkiye iyi yönetilmiyor ve ekonomide yaptığı hayati hataların tekrarlanma ihtimali de hâlâ çok yüksek. Hem rezerviniz kalmamış hem de aynı hataları tekrarlama riskiniz büyükse, ekonomik ve siyasi arenada anlatacağınız çok fazla bir şey kalmamış demektir. Unutmayın ki yetersiz rezervlerin de etkisiyle ekonomide çok kırılgan bir hale geldiğiniz için Çin’le yapılan swap anlaşmaları, ihale pazarlıkları nedeniyle Uygur Türkleriyle ilgili milli duruşunuzdan bile vazgeçtiniz. Ekonominiz zorda olduğu, dövize ihtiyacınız olduğu için Rusya’nın turizminize uyguladığı kısıtlar, tüm ekonomide paniğe yol açabiliyor. Özetle ekonominiz kötüyse, atacak “döviz barutu”nuz bile kalmadıysa, bırakın diklenmeyi, “diklenmedik ama dik durduk” bile diyemez noktaya gelirsiniz. Dış politika konularında, kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmalarından bağımsız olarak geçmişten gelen geleneksel tavırlarınızı bile artık gösteremezsiniz. Peki, bundan sonra Batı blokuyla, özellikle ABD ile ilişkiler düzeltilebilir mi? Türkiye’nin bu ilişkileri geliştirebilmek için elinde tuttuğu hâlâ önemli kozların bulunduğu kesin. ABD ve Avrupa’nın ilişkileri iyileştirme niyeti de ortada. Türkiye bu pazarlık sürecinde karşı taraftan gelecek taleplere yanıt verebilir mi derseniz, kritik olan nokta burası. Cumhurbaşkanı Erdoğan “bana mahkûmlar istediğim gibi oynamaya devam ederim” görüşünü değiştirmek zorunda kalacak gibi gözüküyor. Bunun için 2.5 milyar dolar ödenen S-400’lerden nasıl vazgeçeceği önemli olacak. Bu arada “Halkbank davası karşılığında taviz verileceği” sözünün doğru olmadığını, ilişkiler düzelse bile ceza gelebileceğini tahmin ediyorum. Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesinin hangi dozda talep edileceği, Erdoğan’ın bu taleplerin ne kadarına yanıt verebileceği kısmı hâlâ tartışmalı. Güvenlikçi politikaların geride bırakılmasının gerekeceği ortada. Erdoğan’ın mevcut ittifak ve Kabine içindeki temsilcileriyle devam ederek Batı’nın taleplerini yerine getirmesi, dolayısıyla ekonomiyi istikrara kavuşturması pek mümkün gözükmüyor. |
Yorumlar kapatıldı.