İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hrant Dink’in onca emeğinden sonra…

Aslında Türkiye, 90’lar ve 2000’ler boyunca yapılan hararetli tartışmalarla, artan akademik çalışmalarla, Hrant Dink’in hem yaşarken hem de öldürüldükten sonra kurmayı başardığı dille bu eski argümanları terk etmeye başlamış, 2014’den bu yana 24 Nisanlarda devletin resmi taziye yayınlamaya başladığı özgüvenli bir pozisyona ulaşmıştı. Ama maalesef demokrasinin diğer alanlarında yaşanan gerilemeden bu birikim de nasibini aldı.

Yıldıray Oğur

“Bu Meclis’te kaç kişi benim gibi Holokost anmasına gittiğinde “Bir daha asla” sözünü duydu? Aynı kıtada, aynı bölgede yine aynı ölüm kampları. Yine aynı şey yaşandı ve yaşanıyor. Bu sefer Yahudilere değil, bilhassa Müslümanlara yapılıyor. Bize taraf tutmayın dediler, ben taraf olmak için buradayım. Tarihte Müslümanlar ve Hırvatların da yaptığı zulümler olmuştur. Ama onlar tecavüz kampı kurmadılar, ölüm kampları inşa etmediler. Belirli bir etnik veya dini gruba karşı plan bir şekilde toplu katliam yapmadılar. Buna soykırım denir, soykırım! Mladiç, Karadziç, Miloseviç savaş suçlusudur, Himmler’den farkları yoktur. Bunu izleyecek miyiz!”

1995’de ABD Senatosu’ndaki Bosna oturumu sırasında Bosnalılara uygulanan silah ambargonun kaldırılması için verdiği önerge üzerinde bu ateşli konuşmayı yapan ve Bosna’da yaşananlara iki kez “soykırım” diyen senatör Joe Biden’dı.

Biden’in siyasi kariyerine bakınca başkan seçilmesinden sonraki ilk 24 Nisan anmasında, 1915 için de iki kez “soykırım” diyebileceğini tahmin etmek zor değildi.

1972’de 30 yaşındayken seçildiği senatoda 2008’e kadar 36 yıl boyunca Delaware eyaletini temsil etti Biden.

Seçimlerde zafer konuşmasını da yaptığı memleketi Wilmington, Delaware’in en büyük ve kalabalık şehri.

Wilmington, 19’uncu yüzyıldan bu yana Yunanların göç ettiği, 1934’den beri bir Rum Ortodoks Kilisesi olan, her yıl festivaller yapacak kadar örgütlü ve kalabalık bir Yunan nüfusuna sahip bir şehir.

1974 Kıbrıs Harekatı olunca Wilmington’daki Rum Ortodoks cemaati harekete geçti. Tabii ilk yaptıkları eyaletin kongre üyelerine ulaşmak oldu. Bunlardan biri de 32 yaşındaki genç senatör Biden’dı.

Genç Biden, bu yüzden 1974’ten itibaren Yunan tezlerinin güçlü bir savunucusu oldu.

Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin bir üyesi olarak, NATO ittifakı ve Sovyet tehdidi yüzünden Türkiye’ye yakın duran Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’la da karşı karşıya geldi.

Kıbrıs Harekatı sonrası ABD senatosundan geçirilen Türkiye’ye ambargo kararı için çalışan senatörlerden de biriydi.

1980 yılının nisan ayında 38 yaşında genç bir senatör olarak Ankara’ya gelme amacı da NATO’ya dönmek isteyen Yunanistan’la ilgili Türkiye’nin vetosunu kaldırması için lobi yapmaktı.

80’ler, 90’lar boyunca da Biden’ın ABD Senatosu’ndaki tüm “Ermeni soykırımı tanınsın” tasarılarında imzası vardı, Türkiye’yi Kıbrıs ve Yunanistan yüzünden sürekli eleştiren senatörlerden biri oldu.

80’ler ve 90’lardaki gazete arşivlerinde Biden hakkında “Yeminli Türk düşmanı”, “Çirkin Amerikalı”, “Perakende terbiyesiz”, “Rum kuklası” başlıklı pek çok haber bulunabilir.

Biden sadece Türkiye’yle ilgili bu eleştirel sicili yüzünden değil, Bosna konuşmasında net bir şekilde görünen idealist dış politika çizgisi nedeniyle de bunu söylemeye yatkındı.

Ama bu idealizmini hiçbir realist endişeye kapılmadan ifade etmesi için herhalde 2021 yılı kadar uygun bir iklim bulunamazdı.

Trump fırtınası, Kongre baskını, Black Lives Matter hareketi sonrası ABD’sinde başkan seçilen Biden, içeride yaralı Amerikan demokrasisini onarmaya çalışıyor, bu yüzden ülke tarihinin en renkli kabinesini kurdu, Pentagon’un başına siyahi bir bakan atadı.

Ayrıca Biden ABD’si, dışarıda da yeniden geleneksel “özgür dünyanın lideri” pozisyonunu geri kazanmaya çalışıyor. Bu konuda çok tavizsiz gidiyorlar. Türkiye’den daha dişli olan Çin’e karşı Uygurların yaşadıklarına “soykırım” dediler. Putin’le Navalny kavgası veriyorlar, Dünya Demokrasi Kongresi toplamaya çalışıyorlar. Demokrasi, ABD dış politikasının merkezinde yer alıyor.

Ama bütün bunlara rağmen bir NATO müttefikine yine de bunu yapmayabilirdi.

İşte burada da en büyük yardımı ona Türkiye yaptı.

Eğer Türkiye, bu Türkiye olmasaydı belki Biden’ı bile Obama gibi Ermenilerin soykırım yerine kullandıkları “Medz Yeghern” demeye ikna etmek mümkün olabilirdi.

Ama Türkiye, hem dünyanın demokraside, hukukta en çok gerileyen ülkesi olarak hem de dış politikada aldığı S-400 ve benzeri kararlar yüzünden bunu kolaylaştırdı.

Türkiye, artık Batı’da doğru-yanlış hakkında her şey söylenmesi serbest ülkeler statüsünde.

Az kalsın aralarında iç savaş çıkacak Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin üzerinde anlaştıkları nadir konulardan biri Türkiye’nin artık güvenilir bir müttefik olmadığı.

Geleneksel olarak Türkiye yanlısı bilinen çevreleri bile pes ettirip, havlu attıran bir Türkiye var.

Üstelik bu yıl Biden’a baskı yapan Ermeni lobisini daha da öfkelendiren bir Karabağ savaşı yaşandı.

Bütün faktörler üst üste gelince Biden da 24 Nisan konuşmasında iki kez “Soykırım” demiş oldu.

Bunu yaparken olayların Osmanlı döneminde geçtiğini vurguladı, Türkiye Cumhuriyeti’ni işin içine karıştırmadı.

24 Nisan’daki mesajında soykırım diyeceğini de bir gün önce telefon açtığı Erdoğan’a söyledi.

Erdoğan’ın ona ne söylediğini hala bilmiyoruz. Resmi açıklamalarda bundan hiç bahsedilmedi.

Anlaşılan Ankara hem siyasi hem de ekonomik şartlarının farkında olarak bu karara öyle yüksek perdeden karşı çıkmayacak.

Daha önce Fransa, Almanya soykırımı kabul ettiğinde geri çağrılan büyükelçiler, boykot çağrıları, yakılan kravatlar, buzdolapları gibi abartılı tepkiler verilmedi, verilmeyecek.

Zaten soykırım açıklamasının hemen öncesine ‘denk’ düşen, MSB’nin rap klibi eşliğinde çıktığı yeni PKK operasyonuyla milliyetçi hissiyat başka bir yere kanalize edilmeye çalışıldı, iktidar sözcüleri ABD’ye diyemediklerini, muhalefete söyledi, sanki başında Biden varmış gibi milli spor olarak yine HDP dövüldü.

Şu anda Ankara’nın önceliğinin atalarımızı korumaktan çok, 8.1’in üstüne çıkmış, boşalan Merkez Bankası rezervleri yüzünden de önü açık olan dolar kuruna karşı Türk lirasını korumak olduğu anlaşılıyor..

Nihayet ABD, aralarında Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya’nın da olduğu Ermeni soykırımını resmen kabul eden 30 ülkeye katılmış oldu.

Her soykırım diyen ülkeden elçi çekilseydi, Türkiye’nin NATO üyesi ülkelerin çoğunda elçisi kalmazdı.

Üstelik alternatif olarak bu kez bir Rusya da yok. 1915’in 100. yıl anmaları için 2015’de bizzat Erivan’a gidip soykırım anıtına çelenk koyan Putin’di.

Bu ülkelerin 100 yıl önce yaşanmış bir olay için Türkiye’yi mahkeme önüne çıkarıp, tazminat ödemeye mahkum etmeye zorlayacağını düşünmek siyasi paranoyadan başka bir şey değil.

Soykırım artık sadece hukuki yaptırımı olan bir kavram değil, aynı zamanda acıyı ve öfkeyi tarif eden de bir kelime.

Türkiye, Bosna’da olanlara, Çeçenistan’da olanlara, 2009 yılında bizzat başbakan Erdoğan’ın ağzından Doğu Türkistan’da olanlara, Myanmar’da olanlara, Gazze’de olanlara işin hukuki tarafını düşünmeden çok rahat soykırım demişti.

Eğer Türkiye uzun yıllar boyunca total inkar yerine, 1915 ile ilgili kendi kelimelerini üretebilseydi, bu kelimeye karşı bu kadar korunmasız kalmaz, bu kavram da kendisine karşı bu kadar ısrarla ve öfkeyle kullanılmazdı.

Ama Biden’ın açıklaması sonrası yeniden tozlu raflarından indirilen total inkar argümanları, soykırım kavramının şiddetini artırmaktan, tartışmayı yeniden güncelleştirmekten başka bir işe yaramıyor.

Mesela soykırım kavramının hukuki bir kavram olduğunu ve sadece Yahudi Soykırımı için kullanılabileceğini söylemek Türkiye’nin derdine çare değil.

Kavramı Yunanca Genos (ırk) ve Latince –cide (Öldürmek) kelimelerden birleştirerek yaratan ve Soykırım Sözleşmesi’nin ilham kaynağı olan Polonyalı Yahudi hukuk profesörü Raphael Lemkin, bu kavrama ilham kaynağı olarak 1921’de Berlin’de Talat Paşa’yı öldüren Tehliryan’ın yargılandığı davaları gösteriyor, bizzat kendisi Ermenilerin başına geleni Yahudi Soykırımı’nın öncülü sayıyor.

“Siz de yaptınız” argümanının haklı bir tarafı var. Dünyada kendi ulus devletini kurarken etnik temizlik, soykırım, katliam yapmamış millet az.

Hatta yaşayan en büyük sosyologlardan Michael Mann Demokrasinin Karanlık Yüzü kitabında etnik temizlikleri ulus devletlerin ve demokrasilerin kurulması süreçlerinin bir parçası olarak anlatır.

Demos ve ethnos birbirine karışınca, iki rakip etnik grup aynı topraklarda kendi devletlerini isteyince işin sonu dünyanın pek çok yerinde güçlü olanın zayıf olanı etnik temizlikle ortadan kaldırıp, demokrasi için zaruri olan homojen ulusu kurmasıyla sonuçlanmıştı.

Ama “yaptık yine yaparız”, “yaptık ama bir sor niye yaptık” diyerek olay sanki dün olmuş gibi atalarına bu kadar kuvvetle kefil olan pek kalmadı.

O yüzden Biden’ın kararına kızıp, “Biz de Kızılderili soykırımını tanırız o zaman” demek Amerikalılar için bir şey ifade etmiyor.

Bu tartışmalar oralarda çoktan yapıldı, ahlaken bunun yanlış olduğu çoktan teslim edildi, 19. yüzyılın ortalarından itibaren yerli Amerikalılara rezervazsyon denen özel alanlar tahsis edildi, 70’lerde eğitim, 90’larda yönetimde özerklik verildi.

Yerli İşleri için özel bir bakanlık kuruldu. Bugün o bakanlığın sitesine girince ABD’nin uzun yıllar uyguladığı asimilasyon politikalarının eleştirisiyle karşılaşıyorsunuz. Son olarak Biden bu bakanlığın başına yerli kökenli bir ismi atadı.

Bizzat Kaliforniya Valisi, eyaletinde yaşanan yerli katliamlarına soykırım deyip, resmen özür diledi. Pek çok yerde katliamlar için anıtlar var.

Yani Meclis’ten “Kızılderili Soykırımı”nı tanıma kararı çıkarılırsa bu sadece hakaret kabul edilen “Kızılderili” kelimesi yüzünden Amerikan yerlilerini öfkelendirir.

Sanki bunlar üzerine binlerce film yapılmamış, buradaki Amerikan devletinin politikaları yerden yere vurulmamış gibi ABD’nin Kore’de, Afganistan, Vietnam’da, Irak’taki katliamlarını hatırlatanlar da Kore’de ve Afganistan’da Türkiye’nin de ABD’yle müttefik olduğunu, Irak’a da son anda reddedilen tezkereyle girmediğimizi, hem Vietnam hem de Irak savaşlarına karşı ABD’de büyük toplumsal hareketler ortaya çıktığını, hatta bu yüzden başkanların seçim kaybettiğini unutuyor.

“Savaş koşullarında oldu, bizi arkadan vuracaklardı yoksa” argümanı ise “Peki Adapazarı’ndaki, Kütahya’daki Ermeni kadınlardan, çocuklardan hangi ihaneti gördünüz” sorusu karşısında ne diyebilir? Aynı argümanla Naziler, “1941’de Rusya’ya savaş açınca cephe gerisini temizlemek gerekti” diyerek Yahudi Soykırımı’nı aklayabilir, 1944’de Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Stalin’in Kırım Tatarları için verdiği sürgün emri de meşrulaştırılabilir.

Aslında Türkiye, 90’lar ve 2000’ler boyunca yapılan hararetli tartışmalarla, artan akademik çalışmalarla, Hrant Dink’in hem yaşarken hem de öldürüldükten sonra kurmayı başardığı dille bu eski argümanları terk etmeye başlamış, 2014’den bu yana 24 Nisanlarda devletin resmi taziye yayınlamaya başladığı özgüvenli bir pozisyona ulaşmıştı.

Ama maalesef demokrasinin diğer alanlarında yaşanan gerilemeden bu birikim de nasibini aldı.

Bir asır boyunca Türkiye’nin başını daha fazla ağrıtmaktan, karşıdaki insanları daha fazla tahrik etmekten başka bir işe yaramamış, empati duygusundan yoksun eski total inkar argümanları geri döndü.

Biden’ın “soykırım” tabirini kullanması da esas olarak Türkiye’de 1915 olayları ile ilgili bugüne kadar alınmış mesafeye zarar vermiş oldu.

Muhalefet iktidarın daha da gerisine düştü.

İki toplumu makul bir yere çekmek için hayatını ortaya koymuş Hrant Dink’in onca emeğinden sonra…


Serbestiyet

Yorumlar kapatıldı.