Dr. Siren Bora ile yeni kitabı ‘Birinci Juderia’yı ve İzmir Yahudilerini konuştuk. Bora, “İzmirli Yahudiler, 17. yüzyılda, ekonominin her alanında, en görünür mesleklerde ön plandaydı” dedi.
Berken Döner
DUVAR – Dr. Siren Bora’nın ‘Birinci Juderia- İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi’ adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Gözlem Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitap beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde, İzmir Yahudi mahallesinin kuruluşuna değin geçen süreç, ikinci bölümde, 17.ve 18. yüzyıllarda “Birinci Juderia”, üçüncü bölümde, 19. ve 20. yüzyıllarda “Birinci Juderia”, dördüncü bölümde “Birinci Juderia”da kurumsal yapılar , beşinci bölümde ise, 17 yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki süreçte İzmir ticaret sektörü ve Yahudiler ayrıntılı biçimde ele alınıyor. Siren Bora ile İzmir Yahudilerini konuştuk.
Dr. Siren Bora
Uzun yıllardır İzmir Yahudileri üstüne çalıştığınızı biliyoruz. Sizi böyle bir kitap hazırlamaya yönelten koşullar nelerdi? Böylesine kapsamlı bir çalışmayı ne kadar sürede tamamladınız?
İzmir Yahudilerinin tarihine ilişkin bir doktora tezi hazırlamak üzere araştırmalara başladığım 1990 yılından 1998 yılına değin, konuya ilişkin akademik makalelerim ve bir kitabım yayınlandı. 1998 yılında sağlık sebeplerinden dolayı çalışmalarıma ara verdim. 2013 yılında mesleğime geri döndüm ve uzmanlık alanım olan İzmir Yahudileri ile ilgili neler yapıldığını öğrenmek için geriye doğru baktım. İzmir’de ve çevresindeki yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudi cemaatlerinin tarihi hakkında Türkçe yayınlanan özgün makalelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Bu konu hala bakir bir alan olarak araştırılmayı bekliyordu. 2013 ile 2021 tarihleri arasında yaklaşık olarak 35 akademik makale ve kitap yazdım. Bu süreçte özellikle merak ettiğim konulara eğildim. Sonra düşündüm: Madem ki İzmir Yahudilerinin tarihini araştırıp yazıyordum; o halde sistematik bir çalışma düzeni oluşturmalıydım. Osmanlı Dönemi İzmir Yahudi tarihi, yaklaşık olarak 500 yıllık bir zaman sürecini kapsıyordu. Önce genel hatlarıyla, periyodik bir anlatım gerekliydi. Antik dönemi ve 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki dönemi yazmıştım. Tam bu sırada İzmir Yahudi Cemaati Vakfı Başkanı Sayın Sami Azar beni aradı ve vakıf olarak kitap yayınlamak istediklerini söyledi. Sayın Azar ve vakıf üyeleriyle birlikte, Birinci Juderia’nın biyografisini yazmaya karar verdik. Elimde bu konuya ilişkin epey arşiv belgesi vardı. Eksikleri, Central Archives for The History of The Jewish People (Jerusalem), Archives Historique de I’Alliance Israélite Universelle (Paris), Başbakanlık Osmanlı Arşivi (İstanbul), İzmir Yahudi Cemaati Arşivi ve özel arşivlerden yararlanarak tamamladım. Ayrıca, konuya ilişkin yazılan kitap ve makaleleri taradım. Araştırmaya ayırdığım hazırlık süresini dâhil etmezsem; kitabı yaklaşık bir yıl içerisinde tamamladığımı söyleyebilirim.
İmparatorluktaki Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu kentlerden biri de İzmir. Bu kenti Osmanlı’nın sosyo-kültürel tarihinde nasıl bir yere koyarsınız?
Aslında İzmir, Yahudi göçmenler ve mülteciler açısından yerleşime uygun hatta cazip bir kent olarak hemen hemen tarihin her döneminde revaçtaydı. Bu yüzden Smyrna adıyla anıldığı tarihlerde de kentte bir Yahudi nüfusu vardı. Osmanlı Devleti İzmir’i ele geçirdikten sonra da, kentte bir Yahudi yerleşimi oluştu. Çünkü kent, stratejik bir konuma sahipti. Özellikle liman sayesinde İzmir kenti, gökkuşağını andıran çok renkli demografik ve kültürel yapıya sahip oldu. İzmir, gayrimüslim nüfusun en yoğun olduğu kentlerden biriydi. Burada, 17. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki zaman diliminde, hemen hemen her dilden, her dinden, hatta her coğrafi kökenden insanla karşılaşabilirdiniz: Levantenler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Müslüman Türkler ve Batılılar. Yahudiler, sadece Sefaradlardan ibaret değildi. Başlangıçta Romaniotlar vardı. Sonra Mizrahi kökenliler dahil oldu. En son Rusça ya da Almanca konuşan Aşkenazlar, Girit ve Selanik göçmeni Rumca konuşan Yahudiler bu gruba katıldı. Müslüman Türkler, Osmanlı Devleti’nin toprak kaybettiği her yerden gelmekteydi. Şu saptamayı rahatlıkla yapabilirim: “İzmir, göç kentidir/göçmen kentidir”. Kente yerleşenler, kültürlerini de beraberlerinde getirdikleri için kentte bir kültür harmanı oluşmuştur. İzmir, imparatorluk başkenti İstanbul gibi kozmopolittir. Onu İstanbul’dan ve Anadolu kentlerinden ayıran özelliği, kendine özgü karakteridir. Şimdi tam bu noktada dikkatinizi çekmek istediğim önemli bir nokta var: “İzmir’in kendine özgü karakterinin oluşumuna İzmir Yahudi cemaatinin de önemli katkıları vardır. Başka bir deyişle, bu karakteri irdeleyecek olursak, içinde İzmir Yahudilerine özgü pek çok geleneğin, âdetin, alışkanlığın izlerini buluruz.”
Tilkilik(Anafartalar) Caddesi. Muhtemel tarih, 20. yüzyılın başı.
Selanik ile İzmir, Yahudi cemaatinin kurumsal altyapısının olduğu iki kent ve birbirine çok benzetilir. Selanik’in Avrupai havası İzmir’de de var mıydı? Bu iki kenti siz de birbirine benzetiyor musunuz?
Hangi yüzyılı böylesine bir değerlendirme için kriter olarak almalıyım, bilemedim. Söz gelimi, İzmir’in 17. ve 18. yüzyıllardaki silüeti ile 19. yüzyıldaki silüeti birbirinden çok farklıdır. 17. yüzyıldan itibaren, Müslüman Türkler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar Kadifekale eteklerine yerleşmişlerdi. Kentin aşağı kısmında ve kıyı boyunca ise Avrupalı Hıristiyanların, yani Fransızların, İngilizlerin, Hollandalıların ve İtalyanların evleri vardı. Kentin arka planında kalan Müslüman Türk, Yahudi, Ermeni ve Rum mahalleleri için, planlı ve düzenli bir yapılaşmadan ve Avrupai görünümden söz etmek mümkün değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında, kentte, bir önceki dönemin mekânsal çerçevesinin dışına çıkan önemli değişiklikler meydana geldi. İzmir Rıhtımı ve Konak-Pasaport arasındaki liman inşa edildi. Eski kıyıyla yeni rıhtım arasında, 40-150 metre arasında değişen bir dolgu yapıldı ve inşaata açıldı. Böylece, İzmir’in en prestijli yeri haline gelen Kordon oluştu. Bu kordon üzerine oteller, gazinolar, kafeler inşa edildi. Sanırım tereddüt etmeden, sadece 19. yüzyılın İzmir Kordonu ile 19. yüzyılın Selanik Kordonu’nun birbirine benzediğini söyleyebilirim. Seyyahların ve araştırmacıların bir bölümü tarafından İzmir için kullanılan sıfatlar, “Anadolu’nun Batıya açılan penceresi”, “Levant’ın Yıldızı” ya da “Avrupa’nın Doğu’daki aynası.” Demek ki, kentte Avrupai bir hava mevcuttu. Kanımca, söz konusu ambiyans, kentin sadece belirli bir bölümünü Frenk Mahallesi’ni ve Kordon’u ifade ediyordu. Çünkü kente gelenlerin ilk gözüne çarpan yer liman, rıhtım, Frenk Mahallesi ve Kordon’du.
Birinci Juderia – İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Siren Bora, 252 syf., Gözlem Yayınevi, 2021.
İzmir’de Osmanlı Yahudileri ve Yahudi olmayanlar nasıl bir birliktelik içindeydi? Bu anlamda İmparatorluğun diğer kentlerinden hangi yönleriyle ayrılıyordu?
Osmanlı döneminde İzmir’de Rumlar, bugünkü Basmane Garı’ndan denize dik olarak çizilecek bir doğrunun kuzeyinde; Müslüman Türkler güneyde, Kadifekale etekleri ve Eşrefpaşa’ya kadar uzanan alanda; Yahudiler ise, Türk mahallesi ile Ermeni mahallesi arasında kalan bölgede yaşıyordu. Kente gelen göçmenler de, mensup oldukları dinsel cemaatin mahallesinde yerleşmeyi yeğlemekteydi. Osmanlı Devleti’nin coğrafi sınırları içerisinde yaşayan dinsel toplulukların tümü, kentlerde, başlangıçtan itibaren, dini ve etnik kimliklerine göre şekillenmiş olan mahallelerde iskân edilmişti. Aslında, mahallelerin çevresinde somut bir izolasyon yoktu. Sadece gözle görülmeyen soyut bir sınır mevcuttu. Hareketliliği sınırlayan iki etkin faktör vardı. Bunlardan biri toplumsal baskı; diğeri ise, kurumsal yapıların (hastanelerin, okulların, ibadethanelerin) ikamet alanlarının içerisindeki varlığıydı. Peki, İzmir’de ve diğer Osmanlı kentlerinde hangi etnik kökenden ya da hangi dinden olursa olsun, kent halkının bir araya geldiği hatta iç içe olduğu bir yer var mıydı? Evet, vardı. Bu alan, çarşıydı. Çarşıda, yan yana dükkânlarda, bir araya gelen farklı etnik ve dinsel kökenden insanlar, birbiriyle dostane ilişkiler kurmuş ve bu ilişkileri pekiştirmişti. İzmir’de, Ermeniler bir pasajda ipekli ve tiftik yün, bir başka pasajda mücevher satarken, Yahudiler yakında köşede yer alan bir dükkânda pamuklu, yünlü ve ipekli yün satıyordu. Rumlar, yolun karşı tarafında sakız, balık, şarap, deri, ham ipek ve yün ipliği satışı yaparken, Müslüman Türkler sokağın biraz aşağısında kuru üzüm, kuru incir, Şam fıstığı ve hububat satıyordu. Hatta esnaf ve halk, pasajlarda yan yana ve iç içeydi. Arapça, Ermenice, Felemenkçe, İngilizce, Fransızca, Rumca, İtalyanca, Ladino ve Türkçe bağırıp çağıran, sıkı pazarlık yapan, satıcıların ve alıcıların bulunduğu bu alanda, her dilden sözcük havada uçuşuyordu.
İzmir’in sosyo-ekonomik gelişme sürecinde Yahudi toplumunun etkisi ne olmuştur?
Özellikle 17. yüzyılın başlarından itibaren, İzmir’in ticari faaliyeti hızlı bir gelişme sürecine girdi. Aslında süreç, birbiriyle etkileşimi olan bir döngü oluşturmuştu: Bir yandan kentte komisyoncu, banker, tercüman, mültezim, idareci, toptancı, perakendeci, gemi kalafatçısı, pazar esnafı, aracı, hamal, hancı, deveci ve uluslararası tüccar gibi yeni meslek gruplarına talep vardı. Öte yandan bu talep, bu meslekleri icra etmek isteyen Arap, Ermeni, Rum, Yahudi ve Müslüman Türkleri İzmir’e çekmişti. Bu vesileyle, İzmir Yahudi Cemaati’nin de sayıca büyüdüğünü tahmin ediyorum. İzmirli Yahudiler, 17. yüzyılda, ekonominin her alanında, en görünür mesleklerde ön plandaydı. Vergi mültezimliği, aracılık, tefecilik ve dragomanlık (tercümanlık) adeta Yahudilerin tekelindeydi. Komisyoncu, tefeci, aracı ve toptancı olarak İzmir Limanı’nda çalışan Yahudiler, aynı zamanda İzmir’in ve Yahudi cemaatinin loncalarına da kayıtlıydı. 17. yüzyılda artık İngilizler ve Hollandalılar, kendi tüccarlarından daha fazla Yahudilere güveniyordu. Bu da Yahudilerin hem Levant ticaretindeki hem de İzmir ticaretindeki konumunu sağlamlaştırdı. Özellikle Portekiz Yahudileri, İngiliz Levant Kumpanyası ile çalışmaya başladıkları tarihten itibaren İngiliz pazarını ve âdetlerini kavramış, ailevi, dini bağlar vasıtasıyla yeşeren ve İzmir’deki varlıklı dindaşlarının sermayesiyle beslenen bir ticaret ağı kurmayı başarmışlardı. Sonuç olarak, Levant ticaretindeki dönüşüm, sadece İzmir kentini değil aynı zamanda İzmir Yahudi Cemaatini de refaha kavuşturdu. Ta ki, 18. yüzyılın ikinci yarısına değin…
Sizce Türkiye kamuoyunun, Yahudi toplumunun kent mekânındaki anıtsal izlerini, tarihini daha iyi tanıması için neler yapılmalı? Kitabınızın bu anlamda yeni bir diyalog zemini oluşturduğunu söyleyebilir misiniz?
Bence şu anda yapılanlar oldukça etkili. İzmir Musevi Cemaati Vakfı ve Vakıf Başkanı Sayın Sami Azar ve İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi Koordinatörü Sayın Nesim Bencoya, Yahudi toplumunun İzmir kent merkezindeki anıtsal izlerinin ve tarihinin daha iyi tanınmasını sağlamak için iki koldan yoğun bir faaliyet içerisinde. Şimdiye dek yapılanlara bir göz atalım: programlanmış sinagog turları, Sefarad müziği konserleri, Sefarad Mutfağı etkinliği, İzmirli eski bestekârların eserlerini kapsayan konserler, sergiler, Birinci Juderia’da yer alan sinagogların korunma ve restorasyon çalışmaları, film gösterimleri, İzmirli Yahudi yazarların kitap lansmanları, İzmir Sefarad Kültür Festivali ve “kitap yayını”. Yazdığım, ‘Birinci Judera – İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi’ adlı kitap, İzmir Musevi Cemaati Vakfı Yayınları serisinin ilk kitabıdır. Bu kitap, bir diyalog zemini oluşturabilir mi, bilmiyorum. Fakat kitabın, İzmir Yahudi Mahallesi’nin tanınmasına önemli bir katkı oluşturacağından eminim. Yahudi toplumunun kent mekânındaki anıtsal izleri, İzmir kentinin sahip olduğu kültür mirasına dâhildir. Günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kentin kültür envanteri çıkarılmaktadır. Kitapta Yahudi kurumsal yapılarına ilişkin verdiğim ayrıntılı bilgiler, belediyenin oluşturduğu kültür envanterine birinci elden kaynak oluşturacaktır.
Yorumlar kapatıldı.