***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
|
Ali Çatakçın
Ermeniler 1915’i “Medz Yeghern (Büyük Felaket) ya da Aghed (Facia) olarak adlandırır. Türkiye’yi bugünkü uçurumun kenarına kadar getiren asli vakalardan biridir Ermeni soykırımı. Türkiye’nin siyasi sistemi ve toplumu, insanlığa karşı işlenen suçun 106. yılında da muazzam derecede ırkçı zihniyetin esiri. Yüzleşme, hesap verme, demokratik devletlere ve demokrasi kültürüne sahip toplumlara özgüdür. Irkçı ve tekçi totaliter yönetimleri insanlığa karşı işlemiş oldukları suçlar için adaletin karşısına çıkarmak ancak uluslararası güçlerin baskısıyla mümkün olabilmiştir. 106 yıl önce gerçekleşen Ermeni Soykırımı ile yüzleşmemiş Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler için mücadele potansiyeli var mı sorusu, cevap bekleyen en acil sorudur. Nasıl olur da yüz yıl boyunca uygulanan katliam ve soykırım politikalarına toplum sessiz kalır? Sorunun doğru yanıtı, 1915 Ermeni soykırımı ve onu takip eden Kürt kıyımına karşı toplumsal sessizliğe; bu uygulamanın bir yüzyıl boyunca engelsiz uygulanmasına ışık tutacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk nüfus sayımına göre soykırım sonrası Türkiye’de yaşayan Ermenilerin sayısı 300 bin dolayındadır. Yüz yıl sonra, yani bugün, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin sayısı kimine göre 40, kimine göre 76 bin ile ifade ediliyor. Bu şunu gösteriyor: Ermeni soykırımı 1915 ile bitmemiştir. Devlet, fiziksel imhadan kurtulanlara karşı bir yüzyıl boyunca sistematik baskı, yaşam alanlarını daraltıp ortadan kaldırma ve zorla ülke dışına göç ettirme politikasıyla soykırımı devam ettirmiştir. Katliam, asimilasyon, zorunlu göç, mülksüzleştirme ve yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirme yöntemleri, devletin etnik ve inanç azınlıklarına karşı sistematik hale getirdiği uygulamalardır. 1955 İstanbul pogromu bu politikanın bir sonucudur. Cumhuriyet, Ermeni, Pontus, Kürt, Süryani etnik kimlik, Alevi, Hristiyan inanç kimlikli azınlıkların katliam ve soykırımları üzerine inşa edilmiştir. Bu, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de olduğu gibi devam ediyor. Çorum, Maraş, Sivas, Beyoğlu, Gazi, Ankara, Suruç Cizre, Sur, Siirt, Şırnak, Roboski katliamları bu politikanın, 21. yüzyıl ilk çeyreğinin icraatlarıdır. Bu hakikatlerle, başka bir ülke devlet, değil bir yüzyıl, yüz gün dahi ayakta kalamaz. Peki Türkiye sistemini yüzyıldan beri ayakta tutan ne? Soykırım ve katliam gibi ağır suçlarda ortaklaştırılan toplum, suç zincirinin devamı olan yolsuzluk, ahlaksızlık, soygun, cinayet ve insan ticareti ağının oluşmasında suçun toplumsallığını yaratıyor. Devleti ayakta tutan bu! Gri pasaportlarla yapılan insan kaçakçılığı, toplumsallaştırılan suç ortaklığının sonucudur. AKP ve Erdoğan var olan yolsuzluğu, ahlaksızlığı, ırkçı ve kökten dinciliği sadece doruğa çıkardı. Bu hayasızlığın sınırsız sirayet etmesinde belki dindarlığın ırkçılıkla bütünleşmesinin rolü vardır. Ama bu modeli de onlar yaratmadı, onlar kendi ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn etti. Türkiye, Ermeni soykırımı ve Kürt kıyımıyla, farklı etnik ve inanç kimliği mensuplarının katliamlarıyla yüzleşmediği müddetçe insanlık ailesi içinde saygın bir yere gelemez. Gerçeklerle yüzleşme cesareti olmayan devletlerin ve toplumların vardığı nokta toplumsal çılgınlıktır. Türkiye bu duraktadır. İşin kötüsü ne devletin, nede onunla kader birliği yapan toplumun bu durak da durmaya niyeti yok. Türkiye, devleti ele geçiren seri katillerin, soyguncuların, mafyanın suçlar ülkesine dönüşmüş bir görünüm sergiliyor. Çetelerin eline geçen devlet seri bir katile kolayca dönüşebilir. Bu olduğu zaman devlet kendisine ters bakan herkesi düşman görür ve kendisine ters bakanı sindirmedikçe, yok etmedikçe kendisini emniyette hissetmez. Peki Toplum? Suçtaki payını sorgulayıp, suçluyla arasına mesafe koymayan toplumun, gidişatı durdurması ve sistemi sorgulaması mümkün değil. © Ahval Türkçe Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Ahval’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir. |
Yorumlar kapatıldı.