23 Nisan 2021
Haymatlos Suad
Her Nisan ayında olduğu gibi bu sene de soykırım üzerine çeşitli tartışmalar yürütülüyor. Özellikle son birkaç yıldır, yürütülen kimi tartışmaların odağına ‘’Kürtler’’ oturmaya başladı. Bu tartışmaların genel karakterini ‘’failleştirme-aktörleştirme’’ arayışları olarak özetleyebiliriz. Gazete Duvar’da ‘’Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi’’ başlığıyla yayınlanan Prof. Taner Akçam söyleşisi (1) söz konusu tartışmalar için en güncel örnek. Akçam’ın söyleşisinde sarf ettiği ‘’Korkunç bir örnek vereyim: ‘’19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.’’ sözleri bekleneceği üzere tartışma yarattı. Öncelikle cümlenin sarf edildiği kontekste bakmakta yarar var. Akçam Ermenilerin ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü, hukuki eşitsizliklere maruz bırakıldığını, mahkemelerde şahitliklerinin kabul edilmediğini; biri devlete diğeri ‘’Kürt feodal yöneticileri’’ne olmak üzere iki vergi verdiklerini söyledikten sonra Kürt bölgelerinde Kürt ağalarının evlenen Ermenilerin ‘’ilk gece hakkına’’ sahip olduklarını iddia ediyor. Sözlü ve yazılı tarihle yakından ilgilenen kişilerden tutun, sosyal medyada yorum yapan yüzlerce kişiye kadar hemen her Kürd gibi ben de böyle bir şeyi ilk kez duydum. Konuştuğum hiç kimse de böyle bir şey duymamıştı. Binlerce yıl öncesine değil, iki asır öncesine dair olmasına rağmen hemen hepimizin ilk kez Akçam’dan duyduğu bu ‘’bilgi’’nin kaynağı neydi?
Akçam kişisel Facebook hesabından yaptığı açıklamada şöyle yazıyor: ‘’Gazete Duvar röportajımda verdiğim bazı bilgiler, bazı Kürt dostları biraz üzmüş. Ermeni Köylülerin, devletten başka Kürt ağalara ayrı bir vergi verdikleri ve bazı yörelerde, evlenen kızların “ilk gece hakkını” kendilerine sakladıkları… Bunlar, Ermeni köylülerin çektikler eziyetin ve acının sadece uç iki örneğidir. Hınçak ve Taşnak gibi sosyalist örgütleri silahlı mücadeleye iten de bu ve benzeri koşullardı. Konu hakkında daha çok bilgi edinmek isteyenler, aşağıda verdiğim kaynaklar [Kürdolog M.S. Lazarev, Kurdistan i Kurdskaya Problem (Moscow, 1964); ve bu eserden aktaran, Charles Issawi, The Economic History of Turkey, 1800-1914 (Chicago: The University of Chicago Press, 1980), s.66] dışında, Stephan Astourian’ın çalışmalarına bakabilirler…’’ (2).
Görüldüğü üzere Kürdolog Lazarev’in bir eserinden, o eserden aktarım yapan bir kitaptan ve bir başka makaleden söz ediliyor. Yani sözlü tarihte, folklorda asla izine rastlamadığımız; bir kılmada, stranda, hikayede duymadığımız, yapılan çalışmalarda hiç kimsenin karşısına çıkmamış, bizden önceki nesillerden asla duymadığımız, ilmi-tarihi-sosyolojik gerçeklerle bağdaşmayan bu büyük sırrın ve ‘’korkunç’’ bilginin kaynağı bu imiş! Bir iki kitapta geçen rivayetleri, güvenirliliğini ve mahiyetini titiz biçimde test etmeden kesin bilgi olarak kabul edersek herhangi bir toplum hakkında öne süremeyeceğimiz hiçbir şey yoktur. Bu yöntem esas alınırsa bundan bir iki asır sonra, 21. Yüzyılın başlarında ‘uzaylıların birçok Anadolu köyünü ziyaret ettiği’ rivayetleri bile kesin bilgi olarak kayıtlara geçirilebilir! Akçam’ın Facebook açıklamasında asıl önemli detay şu; Gazete Duvar’daki söyleşide ‘’ 19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.’’ diyerek Kürt bölgeleri ve Kürd ağaları biçiminde genelleyici ifadeler kullanılırken, (Bazı ağalar ya da 500 ağa vs.değil; Kürt ağaları!) Facebook açıklamasında ‘’bazı yörelerde’’ deniliyor. Bu durumda Batı’dan olduğu için ‘’etki gücü’’ de yüksek olan kaynaklara bakılırsa; Akçam’ın ilk ifadesinde genel bir hukuk gibi aktarılan ve ‘’devrimci Ermeni örgütlerinin’’ silahlı mücadele başlatmasının sebeplerinden biri olarak gösterilen ‘’olgu’’, münferit olay veya olaylar olarak karşımıza çıkacağı anlaşılıyor. Böyle şeylerin istisnai olarak yaşanıp yaşanmadığı başka bir mesele, ancak Akçam’ın bu iddiayı kesin ve genelleyici bir dil kullanarak; genel bir hak olarak soykırım kontekstinin içinde ifade etmesi kelimenin tam anlamıyla bilim etiğinin ve ciddiyetinin ayaklar altına alınması anlamına gelir. Söz konusu olan şey örgütlü tecavüz iddiasıdır ve bu ciddi bir insanlık suçu bağlamında ele alınıp tüm taraflar açısından her yönüyle titizce araştırılması gereken bir konu iken, Prof. Akçam’ın bu iddiayı sansasyonlaştırarak sunması hem Ermeni kadınlarına/ulusuna hem de Kürd ulusuna hakaret olup nefret üretmek dışında hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Kürdler söz konusu olduğunda bilimsellik, metodoloji vs ortadan kalkıverir. Kürdler daha çok klişeler ve ideolojik metaforlaştırmalar üzerinden objeleştirme ve yığınlaştırmanın konusudur. Görüldüğü üzere Kürdlere yönelik sömürgeci bakışın ve dilin ürettiği imaj; siyaset, edebiyat, sinema vb alanları aşarak ‘’bilim’’ alanında da kolaylıkla yeniden üretilebiliyor. Örneğin feodalizm/feodalite kavramları, Avrupa, Asya, Osmanlı vs söz konusu olunca siyasal, ekonomik, toplumsal örgütleniş biçimi, ‘’üretim tarzı’’ olarak ele alınıp ayrıntılı araştırma, inceleme ve tartışmaların konusu olurken, Kürdler söz konusu olunca sömürgeci söylem, klişe ve fantezilerin argümanı oluveriyor. Kürd feodalitesi gerçekten var mıdır, varsa nitelikleri nelerdir, ne zaman başlamış, nasıl gelişmiş, ne zaman sona ermiştir gibi sorulara gerek yoktur: –Ben Kürd feodalitesi/feodalizmi diyeyim; sen eşkiyalık, barbarlık, yobazlık, talan, tecavüz anla! Feodalizm kavramı özellikle sol sömürgeci söylemin Kürdü şeytanlaştırma ve insandışılaştrmanın en kullanışlı enstrümanı olagelmiştir. Bu söylem soykırım konteksti içinde ele alındığında etkili bir ‘’failleştirme’’ algısını besliyor ve bu algı ustaca kullanılıyor. Öte yandan negatif, olumsuz şeyler söz konusu olduğunda Kürdler tekilliklerini kaybedip Albert Memmi’nin ifadesiyle ‘’kolektif anonimlik’’in içine tıkılırlar. (3). Böylece ‘’kötülüklerin sembolü’’ haline getirilen bir toplum için genelleştiremeyeceğiniz kötülük yoktur. Akçam tecavüz iddiasında kullandığı genelleyicilik pervasızlığını hem bu algının içinden hem de genel algıya yaslanarak gerçekleştirebilmektedir. (Nitekim röportajı gerçekleştiren gazeteci de şaşırmamış olmalı ki böyle ‘’korkunç’’ bir bilginin kaynağını sormamıştır). Aksi halde gelen tepkiler ve itirazlar üzerine Facebook paylaşımında genelleyici dilin yerine ‘’bazı yörelerde’’ ifadesini koyduğunda bir düzeltme yaptığını söyler ve özür dilerdi. Ancak Akçam bu konuda da rahattır: ‘’Gazete Duvar röportajımda verdiğim bazı bilgiler, bazı Kürt dostları biraz üzmüş… Konuyla ilgilenen herkesi “sakin olmaya” davet etmek isterim. Hele hele 30 yıldır bana saldıran Türk milliyetçilerinin havasında bana saldırmamalarını rica edeceğim, ayıptır çünkü… Ben bir akademisyenim, ve bilmediğim bir bilgiyi paylaşmam.’’
Oysa olan şey ‘’Kürdlerin üzülmesi’’ değildir; Kürdleri çocuk gibi tasvir etmekten vazgeçip, eşit bir iletişim dili geliştirmek Akçam açısından ‘’efendi’’ psikozunu aşması konusunda yararlı olabilir; çünkü kendisi açısından sağlıksız ve ‘’üzücü’’ bir haldir bu. ‘Kürdleri biraz üzmüş’’ demek yerine; ‘’Kürdler itiraz etmiş, eleştirmiş, yanlışlamış, tartışmış; sosyoloji bilmediğimi, bilim etiğini çiğnediğimi, kriminal bir konuyu toplumsal örgütlenişe atfederek sansasyonlaştırdığımı, tarihi ideolojikleştirdiğimi söylemişler’’ demek iyi bir başlangıç olabilir Akçam için. Akademisyen olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmemiş Prof. Akçam. Oysa bunu kendisine hatırlatması daha doğru olurdu. Akademisyen olmak tek başına ne ifade eder, kendi tezlerinin tam tersini iddia edenler de akademisyen değil midir? Akademisyen bilgiyi yanlış biçimde paylaşmaz diye bir kural mı var? Biz Kürdler akademiyi ve akademisyenleri ‘’kart kurt teorisinden’’ beri iyi biliriz. Öte yandan Kürdler soykırımcı, tecavüzcü gibi ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldığında bile karşı tez üretmeye, itiraz etmeye, farklı bir okuma yapmaya kalktığında hemen ‘’inkarcı, ırkçı,’’ gibi söylemler/imalarla örtük bir şiddete maruz bırakılırlar ve böylece tartışmanın zemini de sabote edilir. Akçam da aynı şeyi yapmaktadır; ‘ben bir şey söyledim, akademisyenim, ingilizce kaynaklarım da var, saldırmayın, kabul edin ve yüzleşin!’. Çünkü yüzleşmek, vicdanlı olmak ancak beyaz adamın erdemidir ve o yeterince erdemli olamayanları yüzleşmeye davet etme pozisyonundadır. Sonuç olarak kuyruklu, cahil, yobaz feodal Kürd ile başlayan; ‘’ensest’’ ile hız kazanan yolculuk, ‘’ilk gece hakkı’’nın da sömürgeci nefret dili kervanına katılmasıyla devam ediyor.
‘’Köyler çok fakirdi. Şehir merkezinde veya kasabalarda yaşayan ağaların her birinin sayıları kırkı geçen köyleri vardı. Yüz binlerce dönüm içine dağılmış bu köyler gibi, köylüler de ağalarının malı gibiydi. Bu durumun en iyi açıklaması da genellikle bir veya bir buçuk asır öncesine kadar süren ağalık hakkı olayıydı. Köylü gelinlerin evlilikteki ilk gecesinde ağasıyla cinsel ilişki kurma zorunluluğu vardı. Bu geleneğe itiraz eden cesaretli delikanlı damatlar, ağalar tarafından sürülür veya öldürtülürdü. Ancak Datça’da yaşanmış olan bir ağalık hakkı olayı sırasında damat, ağayı öldürmüştü. Bu ağalık hakkı geleneği onlar için çok normaldi ve gerçekten haktı.’’ (s.86)
Yukarıdaki cümeleler öncesi ve sonrasıyla mübadele süreci ve ‘Rum meselesi’ üzerine çalışıp birçok kitap yazmış olan Ertuğrul Aladağ’a ait. Muğla’da Sivil Toplum Kuruluşları tarafından kurulan “Sözlü Tarih Atölyesi”nde gerçekleştirilen çalışmalar ‘’Yerel Tarih: Yöntem ve Deneyimler 2.Sözlü Tarih Atölyesi’’ (4) adıyla 2007’de kitaplaştırılmış. Muğla bölgesi ile ilgili olan yukarıdaki korkunç ifadeler Aladağ’ın ‘’Toprak Damdan Modern Konuta Evrilmek ve Cinsellik’’ isimli sunumundan…
Bu kaynaktan yola çıkarak, bir röportajda ‘’Korkunç bir örnek vereyim: 19. yüzyıl derebeylik toplumunda örneğin Türk bölgelerinde Türk ağaları, evlenen bütün kadınların ilk gece hakkına sahiplerdi.’’ gibi genelleyici ve yüzeyselleştirci bir dille ifade etsek ve buradan mübadele/soykırıma dair çıkarsamalar yapsak akademiyen olur muyuz? Tepkiler üzerine ‘bazı yörelerde…’ diyerek lafımızı eğip büksek ve fakat ‘’lütfen saldırmayın yüzleşin’’ demekten de geri durmasak sözümüzün bir itibarı kalır mı?
Welhasıl, bir toplumun kendi tarıihini araştırma, yazma koşulları gasp edilmişse o toplumun tarihini başkaları yazacak ve dayatacaktır. Mesele bizim kendi gerçek tarihimizi yazacağımız koşulları yaratmamızdır.
Sonuç olarak, sözün ve bilginin namusunu haraç mezat eyleyenlerin inandırıcılığı ve güvenirliliği kuşkulu hale gelmekten kurtulamaz.
Haymatlos Suad
___________________________________
2)https://www.facebook.com/story.php?story_fbid=3867510776665612&id=100002201837764
3) Memmi, Albert, Sömürgeleştirilenin portresi Sömürgecinin Portresi, Versus Yayınları, 2009
4) Yerel Tarih: Yöntem ve Deneyimler / 2. Sözlü Tarih Atölyesi. Muğla Belediyesi Yayınları, Muğla, 2007. (Aktaran:Sami Biberoğulları, edebiyatdefteri.com)
İlk yorum yapan siz olun