İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Amele Taburları ve Varlık Vergisi Sürgünleri

Yervant Özuzun

Onları bilir misiniz?

22 Nisan 1941 tarihinde gizli bir karar yürürlüğe girer. 25 ile 45 yaş aralığında baba oğul gayrimüslimleri askerlik adıyla toplamaya başlarlar.

Evde, işyerlerinde, çarşı pazarda, sokakta yakaladıklarını götürüler. Askeri kışlalarda toplarlar. Bunlar daha önce askerliklerini yapmışlardı. Bu neydi?…

1915’de de böyle toplamışlar gidenler bir daha geri gelmemişti. Daha onların yüreklerdeki acısı dinmeden bunları nereye götürülüyorlardı.? 

Bunlar, üç gün sonra kara trenin yük vagonlarıyla değişik bölgelerdeki toplanma merkezlerine gönderilir. Oradan da grup grup çalışma kamplarına dağıtırlar.

“20 Tertip Nafıa Askerleriymişler”. Öyle olduklarını öğrenirler. Asker diye toplayıp, Nafıa Vekâleti (Bayındırlık Bakanlığı) emrine verilmişler.  

Görevleri; Erzurum’dan Adana’ya, Afyon’dan Adapazarı’na yurdun dört bir yanında, Nafıa Vekâleti emrinde demiryolu, tünel, geçit, yol yapıp, taş kırıp, toprak kazarak “vatan hizmeti” yapmaktı.

Ne asker elbisesi ne tüfek. Onlar, üzerlerinde 1939 Erzincan depreminden kalan kahverengi bekçi/işçi/amele elbiseleriyle omuzlarında kazma, kürek çakı gibi Amele Taburlarıydı. Yani resmi isimleriyle Nafıa Askerleri.

Nafıa askerleri 27 Temmuz 1942’de hepsi birden terhis edilir. Kaç kişiydiler; gizli olduğu için tam bilinmiyor ama 30 bin kişi oldukları söyleniyordu. 

O zorlu koşullarda bir ağaç altında, kırda, bayırda, dere boyunda toprağa verip, geride bıraktıkları kaç kişi kaldı? Hiç öğrenilmedi.

Ve onlar evlerine, işlerine döndüler. Bu toprakların insanıydılar. Yürekleri buruk da olsa kökleri bu topraklardaydı. İşin ehli, çalışkan ve üretkendiler, işlerinin mesleklerinin, başına geçtiler.  

Evet, geçtiler ama daha toparlanıp, kendilerine gelmeden, Amele Taburlarından üç buçuk ay sonra, 12 Kasımda “Varlık Vergisi” ismiyle bir kanun yürürlüğe girdi. 

Amele Taburlarının devamında yine ırkçı, yine ayırımcı, beter bir kanundu. 

Bu defa işyerleri, evleri her şeyleri ellerinden çıktı. Daha doğrusu el değiştirdi. 

Verginin uygulamasında ülkem insanlarını M (Müslüman), D (Dönme), G (Gayrimüslim), E (Ecnebi- Yabancı-) diye şifreleyip gruplara ayırmışlar vatandaşları din, dil, ırk ayrımı yaparak vergilendirmişlerdi.  

Varlık Vergisi gayrimuslin (G) grubunun tüm mal varlıklarının elden çıkmasına yönelik, “Faşizan” bir uygulamaydı.  

Bu defa kara trenin yük vagonlarının yolcuları, her şeyleri haraç, mezat satıldığı halde vergisini ödeyemeyen her yaşta gayrimüslimlerdi. Başta Aşkale, yurdun dört bir yanına çalışma kamplarına gönderiyorlardı.  Amele Taburlarının bıraktığı yerden kazma kürek çalışmaya devam edeceklerdi. 

Kısmet olursa kalan vergi borçlarını böyle çalışarak ödeyeceklerdi….

***

Babam da Nafıa Askerliğine gitmiş, Ben 7 aylıkmışım (Amasya’da) tertipleriyle hep Amele Taburlarını konuşurlardı. Gençliğimin ilk yıllarından hatırlıyorum. Ağlanacak hallerini gülerek anlatırlardı. Masal gibi ilgiyle dinlerdim. 

Çalışma kamplarında, çadırlarda Ermeni, Rum, Yahudi ve diğerleri beraber kalırlarken günün birinde Yahudileri ayırırlar. 

Almanya’da soykırım, Türkiye’de Nazi yanlısı bir yönetim vardır. Zaten endişe, korku içerisindedirler. “Sonumuz geldi” diyerek vedalaşıp, helalleşip ayrılırlar. Diğerleri sıranın kendilerine ne zaman geleceğini kaygıyla beklerler. 

O günlerde bir haber dolaşır. “Genel Kurmay Başkanı Mareşal (Fevzi Çakmak) “duruma el koymuş” diye işitirler. “Benim askerim beş düğmeli asker kıyafeti giyer.”der ve Amele Taburlarını terhis ettirir. Öyle derlerdi. Doğru muydu?

Nafıa askerleri Fevzi Çakmak sayesinde ölümden kurtulduklarına inanırlar ve onu saygıyla anarlardı. Babam da “Bizi Mareşal kurtardı.” derdi.

***

Neden 1941’de sadece gayrimüslimler Nafıa Askeri olarak alındı?

Neden 1942’de Varlık Vergisinde ödeyemeyecekleri oranda vergilendirildiler?

Neden Trakya olayları…? Neden 6/7 Eylül…? Neden 64 Sürgünleri…?…

Yakın tarihimizin her döneminde “Azınlık Karşıtı Politikalar” hep olmuştur.

Bunların hepsinin nedenleri de aynıdır. ‘Geride kalanlar da gitsin’politikası.

Onlar, öncesi ve sonrasıyla 1915 sürecinde bir şekilde yaşamlarını devam ettiren, resmi literatüre göre “Cumhuriyetin Azınlık Vatandaşlarıydı”.

Anayasaya göre eşit vatandaş olsalar da, ülkemin eşit olmayan vatandaşlarıydı.  

Cumhuriyetin “ulus-devlet” yaratmak için “ötekileştirdiği”, Hedef kitle, Müslüman-Türk olmayan Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi ve diğerleriydi. 

O yıllar, “Almanya’dan esintili”, rüzgarlarla barışık yönetimlerin olduğu yıllardır. 20 Nisan 1939 Hitler’in 50. Doğum günüdür. Türkiye’den de onur konukları gider. Nafıa Askerliği döneminde, Nafıa Vekili olan Ali Fuat Cebesoy’un başkanlığındaki konuklar törenlere, şenliklere katılırlar, Führer Hitler’le 5 çayında birlikte olup, sohbet edip, feyz alırlar. 

Bu ve benzeri her olay “Cumhuriyetin Azınlıklarının” vatanlarıyla bağlarını bir bir koparttı. Ve gönüllerini burada bırakarak dünyanın dört bir yanına dağıldılar. 

Onlar, yüreklerindeki acıyı bastırmayı, yokluğu, çaresizliği, analarının, babalarının yaşadığı o kıyamet günlerinden biliyorlardı. Yine de vatanlarını seviyorlardı.

Ne diyeyim? İyi mi oldu?  

Yervant Özuzun 22 Nisan 2021

***

80 yıllık bir fotoğraf bir anı.

Babam Nafıa Askerliğine gittikten sonra uzun süre ailesiyle haberleşemez. Bu kaygıları artırır. Bir süre sonra babamdan mektup gelir. Evdeki yaşlı kadınlar ve annem sağ, salim olduğuna  sevinirler. Babam Adapazarı – Gebze bölgesinde demiryolu yapımında olduğunu yazar. Annemden bir isteği vardır. Gittiğinde ben 7 aylık mışım, fotoğrafımı ister. Annem bu isteğini yerine getirir, Ve Merzifon’da beni omzuna alarak çektirdiği aşağıdaki fotoğrafı babama gönderir. 

Annem arkasına şunları yazmış: “Matyos Yervantla beraber seni görmeye geldik mini mini oğlunu andıkça bu fotoğrafa bakarsın.” Bercuhi 1941 

Şanslıdır fotoğraf babamın eline geçmiştir. 

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın