İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Eyüp Ensari: 24 Nisan Yaklaşırken

***HyeTert, bu kaynağın ve/veya içeriğin yanlış ve/veya yanıltıcı bilgiler içerdiği/yaydığı kanısındadır. Metni paylaşmadan önce bu uyarıları göz önüne alarak, içeriği ve/veya kaynağı güvenilir kaynaklardan kontrol ediniz.***

Eyüp Ensari

21 Nisan 2021

 “Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” (Prof. Dr. Taner Akçam). 

Ermenilerle ilgili büyük bir kitaplığa sahip değiliz. Herkesin tarih konuştuğu, tarihçi kesildiği bir yerde bu kitaplığın oluşması da mümkün görünmüyor. Ermeni şiir, romanı, hikâyesi yok denecek kadar az niteliktedir ve yine Ermeni resmiyle ilgili bilgilerimiz yok denecek haldedir. Bir halkın tutunacağı en önemli dal, şiiridir, romanıdır, hikâyesidir, resmidir ve elbette, son yüz yıl dikkate alınacak olursa, sinemasıdır. Ermenilerle ilgili en geniş kaynak olan tiyatro ise Toto Karaca’yla bir yerde son bulmuştur. Müzik, yine öyledir. Katliam insanların öldürülmesi değildir yalnızca. 

Ermeni tarihi ve özellikle tehcirle ilgili kitap sayısıysa çok azdır. Olanların büyük bir kısmında da, muhalif gibi görülen ama alttan alta çok inciten temalar vardır. Ermeniler iyidir ama Ermeni örgütleri kötüdür; Taşnak kötüdür, Ermeniler iyidir, Asala kötüdür ama Ermeniler iyidir teması sıkça işlenir. 

 Yayımlandığı günden sonra dilimize “Geçmiş İtinayla Silinir” gibi bir sözcüğün sahibi olan Cemil Koçak; Ermenilerle ilgili en küçük bir tarihçe için bile baktığımız Taner Akçam ve son yıllarda Ermenilerle ilgili hatırı sayılır bir kitap ve makale yazan Ahmet İnsel…  Bu kalemlerin kitapları saygın bir yayın evi olan İletişim yayınlarından çıkmıştır. 

Bu yazarların aydınlanmamızda kuşkusuz payları vardır, yazarların samimiyetleri tartışılmaz. Ancak Türkiye gibi tarih derslerinin alacakaranlık odalarda verildiğini göz önüne getirdiğimizde, dil sürçmelerinin yara açacağı da ayrı bir gerçektir ama en büyük gerçek, dil sürçmeleri değildir, dilin, ifade ettiği gerçektir; bilinç değil, bilincin altı. 

Cemil Koçak, özellikle son yüzyılda geçmişin itina ile silindiğini ifade ederken arada şu hesabı da görür:“Asala Ermeni terörünün toplumsal hafızada canlandırılması anlamına geliyor” (s.25). Tuhaftır, Koçak, kitap boyunca resmi tarihe karşı çıkan bir kalem olarak dikkat çeker ve resmi tarihi belleğimizi silen bir araç olarak görür. Terör nedir diye bir soru burada değerli hocamızı incitebilir. Terör dinlemediğimizdir. Terör kavramının, tanımıyla birlikte siyasi yapılar ve onların karşı taraflarının ifadeleri olduğunu söylemek zor olmasa gerekir. 

Örneğin bu gün Kürtler, devlet teröründen söz eder ve devlet kimi Kürtler için terörist ifadesi kullanır.  Ancak Kürtler, devletin sahibi olarak Türkler teröristtir ifadesini; devlette yetkilileriyle Kürtler teröristtir ifadesini kullanmaz. Burada can alıcı olan, bir siyasi yapıyı bir halkla bitişik (Asala Ermeni terörü)söylemenin bilim adamlığıyla nasıl bağdaştığıdır. Ayrıca şunu belirtmekte de yarar var: Türkiye’deki Marksist örgütler içinde çok sayıda Ermeni sosyalist vardır ve kimse (Koçak’da dahil), bu örgütler için (????) Türk terörünün toplumsal hafızasında diye bir ifade kullanmaz. Niye kullanmaz, bunlar bizim çocuklarımızdır. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar buna dahil değildir. 

Taner Akçam, 1915 Yazıları adlı kitapta da benzer ifadeler vardır. Akçam şunları söylüyor: “Ermenistan Parlamentosu’nun Türkiye’den herhangi bir toprak talebi olmadığının açıklanması, Türk diplomatlarını öldüren Asala’nın cinayetlerinin açık olarak kınanması gibi bazı jestler yaparak resmi propaganda boşa çıkarılabilir ve Türk kamuoyu yeniden şekillenebilir” (s. 365). 

Akçam devamla bir dizi öneri sunar. Burada Ermenistan ve Türkiye arasında olması gereken dostluktan dem vurulur ve Asala yine bir “cinayet şebekesi”olarak anılır. Akçam’ın Marksist bir gelenekten geldiği iddia edilir; 1975’te Devrimci Gençlik Dergisi’nin yazı işleri müdürü oluyor, 76’da tutuklanıyor, üç ay hapiste kalıyor, sonra firar ediyor, sonra akademisyen, yani kısa da olsa, iki yıllık bir sol hayatı var;  cinayet ve bir örgüt adına hareket etmenin ne olduğunu da sol kültürden olmasa da, daha sonra devam ettiği akademiden bilebilir.    

En nihayet Ahmet İnsel, adı bile hemen okur bulan Ermeni Tabusu kitabında şu ifadeler yer alıyor: “Asala ile yaşadığımız sorun, Türk diplomatlarını hedef almasıydı. (Asala) askıda kalmış bir örgüttü, sadece intikam almak için kurulmuş, siyasal olmayan bir örgüttü” (s. 68). 

İnsel, Asala için “Ermeni suikastçılar” (s. 84), Ermeniler için “Türkiye Ermenisinin” (s.51) gibi ifadeler kullanır. Eklemeden de edemez İnsel, “benim Ermeni arkadaşlarım vardır ”vs. 

Bu ifadelerin ne kadar yaralayıcı olduğunu Tuba Çandar’ın hazırladığı “Hrant”kitabının bir bölümünün Mesele dergisinde (Mesele; sayı, 46) yayımlanmasıyla fark ettim: “Benim babamın ustası bir Ermeni’ydi. Öyle ki bizler bu nostaljik samimi okşamalarınızla aslında bizleri tokatladığınızın farkında olmadığınıza da çoktan alıştık. Hatta kendimizi sizlerin antikaları gibi görmeye de. Hatta, hobiniz olmaya da” (s.3)  

Bütün bu ifadelerde altı çizilenin, kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak ifade edilenin Asala olduğu açıktır. Ancak hiçbir yazıcı Asala’dan söz ederken kaynak göstermez. Asala’nın ne zaman, kim tarafından, nasıl, nerde kurulduğu ile ilgili bir bilgi yoktur. Asala denilince sadece şimdi kırk elli yaşlarında olan kimselerin aklında olan gazete ve televizyon görüntüleri (TRT I) vardır. Bu görüntüleri besleyen temel argüman Türk diplomatlarının öldürülmesidir. Burada savunduğum bir öldürme, savunduğum bir yapı söz konusu değildir. 

Maksat, Ahmet İnsel’in Ermeni Tabusu kitabında kullandığı şu cümleye dikkat çekmektir. İnsel, “Deniz Gezmiş, Mahir Çayan benim kahramanlarımdır” (s. 46) diyor. Evet, Deniz Gezmiş insanın asıldığı her ülkede bir kahramandır; Mahir Çayan insanın kurşunlandığı her ülkede kahramandır. Eklemem gerek Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın geldikleri siyasi yapılar da terörist örgütler değillerdir ve ikisinin mensup olduğu örgütler de devlet terörüne karşıdır. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan, Türk halkının evlatları, içinden çıktıkları örgütlerin yüz aklarıdır ve Türkiye’deki bütün halklar bu kimselerin adlarını çocuklarına vererek onları yaşatmışlardır.  

Evet, bunlar söyleniyor ve hatta bunların söylenmesi gerekiyor ama sıra Leon Ekmekçiyan’a geldiğinde kantarın topuzu değişiyor. Türkiye’de zaten kahraman figürü sıkça değişir. Adnan Menderes yakalandığı ve asıldığı dönemde, köylerde onun bir fotoğrafını bile evinde asanlar ağır işkencelere uğradı, hapis yattı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan zamanın teröristleriydiler. Devlet öyle diyordu ama şimdi, bu isimler, birer simgeler ve devlette bunları kabul ediyor. Suçsuz yere asıldılar diyor. 

Ancak bilgi masum değildir. Doğruyu söylemek gerek. İnsel, Deniz ve Mahir’in kahramanları olduğunu söylüyor. Çünkü artık gündelik hayatın plastik cerrahisi içinde bunlar hatırı sayılır bir tüketim nesnesi haline getirildiler ve dahası “itibarları” kısmen de olsa iade edildi (belgeseller, TV filmleri vs); yani artık onlar, “terörist” değiller. Nazım Hikmet’in büyük şair olduğunu bilmemiz için Türkeş’in onun bir şiirini okumasını beklememiz gibi bir gün birilerinin çıkıp Levon Ekmekçiyan’ın itibarını iade edelim demesini beklememiz gerekecektir belki de. 

Cemil Koçak, resmi tarihin sadece istediği kısımları öne çıkarttığından yakınıyor, sonra da diyor ki resmi ideoloji tarihsel bilginin önemli kısımlarını sakıncalı ya da gereksiz sayıyor. Ne kadar haklı? 

III. Akçam’ın belden aşağı bilimi! 

Taner Akçam, soykırımıyla ilgili kitaplar yazıyor ve bu konuda ilk akla gelen kimselerdendir.  Doğru. Akçam’ı pek çok araştırmacıdan ayıran, açık bir taraf olma duygusudur ama bu duygu düzeyinde kaldığından, sağlıklı bir düşünce üretmek mümkün olamıyor; taraflık duygusu, bir yerden sonra ne tarihçi ne de “sol kimliğine” bir şey veriyor; taraflılık bilgi vermiyor, düşünme şansı tanımıyor; tek şey veriyor: Kin ve bu kinde, dünle hesaplaşma adına, bugüne yapılan atıf ve çokça da garezdir. Bunun içinde, bel altından, doğru yanlış demeden, kim ve ne olduğunu hiç düşünmeden, adının önündeki unvanları görmeden, belden aşağı çalışıyor; geveze de değildir; geveze, meraklı yanıyla dikkat çeker, sadece budur ama filozof için gevezeyi tedavi etmek zor ve zahmetlidir; çünkü filozofun, ilaç diye elinde bir tek logosu vardır ve logos, sadece dinlemesini bilenler içindir; geveze bu yüzden, felsefeden ve tarihten uzaktır, çünkü dili korkutur, bu korku, bilgiden gelmez, bu korku, dedikodu düzeyindedir ve geveze için, her zaman tek şey önemlidir; dinleyici! 

Geveze karşısında, insanın imdadına tek aza koşar: Ayak. Kaçmak gerekir, suları Karadeniz’le yarışan dile ayar vermek zordur; en kötüsü, akılda kalacak, erotik fıkralarla tarihçiliğin yapılması ve bir tutulmasıdır. Geveze, onu dinlemeyenlere karşı kin besler ve bunu fırsat bilir; her ne konu olursa olsun, sözü onlara getirir, kinini kusar. Plutarkhos’un şu sözüyle bahis kapanabilir belki: “Dürüst gevezeler yerine, zeki serserilerle iletişim kurun.” 

Akçam’ın adı kendisini, soyadı ailesini, doğasıyla yine kendini bağlar ama adının önündeki prof unvanı, bilim adamlarını da bağlar. Akçam’ın siyasal olarak Kürtlere kini, nefreti, küfür raddesinde bile olsa desteklenmelidir. İstediğini söyleyebilir, yazabilir. Kaldı ki Akçam’ın kini, nefreti siyasal değildir. Kültüreldir. 

Bildiğimiz, bir bilim adamının, bilgiyi yüzeyselleştirdiği zaman bittiği yönündedir. Ancak, bilgi yüzeyselleştiği zaman kendine taraftarlar (amigolar) bulur; TV kanalları, gazete sütunları, sosyal medya! 

Taner Akçam’ın Aras yayınları arasında “Ermeni Soykırımı’nın Kısa Tarihi” (2020) adıyla bir kitabı yayımlandı. Kitap etrafında Gazete Duvar’da n Filiz Gazi tarafından bir söyleşi yapıldı: https://www.gazeteduvar.com.tr/taner-akcam-gonullu-bir-katilim-olmasaydi-bu-kadar-insan-oldurulemezdi-haber-1519773

Akçam’ın söylediklerinde pek çok bilgi yanlışı vardır. Sanırım bu yanlışlar salt dikkat çekmek için yapılmışlardır. Bir köpeğin insanı dişlemesi değildir, bir insanın köpeği dişlemesi haberdir.

Akçam şunu söylüyor: “Ermeni Soykırımı’nı 1878 Berlin Antlaşması ile başlatıp 1923 Lozan Antlaşması’yla tamamlanmış bir süreç olarak kavramak gerekir.”  

Akçam, dönemi Abdülhamit’le sınırlı tutuyor. Bu dikkat çekiyor. Abdülhamit’le başlayan süreç, Mustafa Kemal’le sona eriyor. Abdülhamit öncesi ve Mustafa Kemal sonrası sanki alttan altta bir aklama var. Abdülhamit, Kürtlere “iyi davranan” biri olarak, literatürde yer alıyor; suni, İslam’da…  Mevlevi ve Alevi- Bektaşi danışmana itibar etmeyen biri olarak da…

Soykırım, Fatih’in İstanbul’u almasıyla başlar. Bu dönemden itibaren, “Şeriat Mahkemeleri”  vardır ve o günden sonra Ermeniler, yasanın dışına atılmışlardır. Müslüman tanığın olmadığı mahkeme, asla mahkeme sayılmamıştır; Ermenilerde mahkemeye çıktıkları zaman, Müslüman tanık şartı aramışlardır. Yani Ermeniler, “kanıt değeri taşıyan tanıklar”  değillerdir ve bu, onların her türlü haklarının gaspına neden olmuştur.  Şeriat hükmünün sürdüğü her yerde ve zamanda katliam olmuştur ve 1923 sonrasında katliam, biçim değiştirerek devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde Mimar Sinan’ın mezarı açılmış, kafatası Hititlere, doğasıyla Türklere bağlanmıştır! 1926- 38 yılları arası yapılan heykellerin parası Ermenilerden alınmıştır; Taksim Anıtı bunlardan biridir yalnızca. Çok örnek verebilirim, ama uzatmak niyetinde değilimdir; 12 Eylül’den sonra, Mehmet Ali Birand tarafından büyük boy bir kitap yayımlandı, önsüzü Kenan Evren yazdı ve şu denildi: Tehlike Oluşturacak bir Ermeni Nüfusu kalmadı. 

Bugün bile Ermeni işletmelerinin müdürü Ermeni bile olsa, yardımcı Türk’tür; karar merci de bu yardımcıdır; soykırım, İslam’ın tek din, şeriatın adalet olarak kabulüyle- açık, Fetih Suresi’yle başladı; bitti, denilecek bir tarih varsa bu, 12 Eylül’dür. 

Akçam, tarih alanında, belgelere ulaşıyor ama işleyiş açısından ufuk açıcı önermeler sunmuyor, şunu söylüyor:  19. yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi. Onun ötesinde Ermeniler çifte vergi veriyordu. Bir devlete normal vergi veriyorlardı, bir de “Hafir” (veya hapir; kiafir) denen yöredeki Kürt feodal yöneticilerine vergi veriyorlardı yani vatandaş sayılmıyorlardı. Mahkemelerde ifadeleri kabul edilmiyordu. En iyi sayılan Hanifi hukukuna göre bile iki tane Hıristiyan bulacaksın ki, bir tane Müslüman’ın şahitliğine eşit olsun. Hukuki eşitsizlikler anlatılır gibi değil. Kıyaslarsak eğer Güney Afrika’daki ırkçı rejime benzer. Ermeniler, Hıristiyanlar, Süryaniler ikinci sınıf vatandaş statüsündedirler, o statülerini değiştirmek istemedikleri müddetçe sorun yok. Kürtlerin bugün her bakımdan Türklerle onurlu, eşit ve eş değer bir arada yaşamak istemeleri gibi.” https://www.gazeteduvar.com.tr/taner-akcam-gonullu-bir-katilim-olmasaydi-bu-kadar-insan-oldurulemezdi-haber-1519773

Bu paragrafın tümü yanlıştır. Tasnif edilse elde tek cümle kalmıyor. Rakamlar ve kimi hukuki terimler kullanarak bir bilgiçlik taslanıyor. Lisede okurken, Osmanlıca kelimeleri kullanarak (Müktesebat, mamafi, fil hakika gibi) çok şey bilmek havası verilirdi, bu onu geçmiyor!

Bir defa “19’uncu yüzyıl feodal toplumunda” diye bir dönem yoktur, Akçam, uyduruyor; feodalizm, Sanayi Devrimi’yle Avrupa’da kısmen bitti; Askeri olarak da, İstanbul’un fethi ve burada kullanılan malzemeyle (top gibi), feodalizmin yerini monarşiler aldı; büyük krallar, imparatorlar, devri başladı; mülk dediğimiz, insanıyla birlikte Allah’ın gölgesi olan krallarındı artık. Kürt şairi Ahmede Xani, bir kralı olmadığı için dert yanar.  

Akçam, şunu söylüyor: Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi. 

Bilim adamının ağzından çıkacak bir cümle midir bu?  

Bilim adamı için cinsel suçlar vardır. Tarafların sözleri ve iddiaları vardır. Bilim adamı böyle bir genelleme yaparak bir iddiada da bulunamaz: “Kürt ağaları” diyor. Bir, iki, yüz değil, hepsi! 

Burada biraz durmak gerek!

Ermeni meselesi, bir kadastro meselesidir. Bunu baştan söylemem gerek.

Ancak Akçam, kadastrodan uzaktır. İlkokulda anlatırlardı. Kadastro üç şeye yarar; bir, emlağın vergisi ve toprağın değerini kayıt altına alır; iki, mülkiyeti korur, sınırı belirler; üç, imarı planlar.

Nedir ağa! 

Moğolca, büyük ağabey; evin büyüğü vs. 

Ağa denildi mi, Türk sinemasının etkisiyle, şu jeton düşüyor: Ağa Kürt’tür. 

Türk, ağa olmaz mı? 

Ermeni katliamı da zaten bir tek Kürdistan’da yapılmıştır. 

Ankara, İstanbul, İzmir, Tokat’ta bir şey olmamıştır! Konya’da bir şey olmadı. Sıvas’ta bir şey olmadı. Sıvas’ta niye bir şey olmadı, orda Aleviler vardı. Onlar katliam yapmazdı.  

İttihat ve Terakki’nin dini neydi? 

Orayı karıştırma! 

Cemal Paşa, Enver Paşa, Talat Paşa, onları da karıştırmayın; hala devletin çimentolarıdırlar.

Kim yaptı?

Eşkıya yaptı? 

Eşkıya kim? 

Eşkıya Kürt’tür. 

Peki, Ege’de efeler, onlar eşkıya değil mi? 

Orayı hiç karıştırma, milli mücadele vardı. 

Bir not: Ege dağlarına Ermeniler çıktı, hem efelerden kurtulmak hem de onlarla savaşmak için; efeler ailelerini zarar veriyordu ve onlarda, ancak dağa çıkarak bunun önünü aldı… Çakırcalı’nın filmlere konu olmuş hikâyesini, hangi tarihçi, ne zaman Ermeni Tarihi’nin garip bir parçası olarak okuyacaktır.  

Esnaf katliam yapmadı? 

Yaptı! 

Şehirlerde Ermenilerin malları yağmalanmadı mı? 

Yağmalandı. 

Kürt esnaf mıydı? 

Evet, kentte yeni gelmiş ve bir an önce zenginlik için Ermeni mallarına çökmüştür. Salkım Hanımın Taneleri, ah ne güzel aklar birilerini. Ne kötü bir romandır, ama ne iyi bir filmdir.

Almanya’daki Nazi katliamlarının tek sorumlusu Hitler ve çevresi gösterilir; Alman halkı aklanır. Türk aydını bunu yapar, şunu söyler: Kürtler katliam yaptı? Liderler söylenmez. Ağa denir, geçiştirilir. 

Türkler katliam yaptı diyene de rastlamadım. Türkler söz konusu olunca, devlet yaptı denir ve Türk halkı katliamdan uzak tutulur. 

Türkler, Çerkesler ve Araplar söz konusu olunca renk değişir, bir de not düşülür, üç tane de dip not: O zamanın asker ve bürokratları? 

Araplardan hele hiç sözleri edilmez. Bir Arap Köyü, şimdi adı Germuş, giden oldu mu? Yok. Burada görkemli bir Ermeni kilisesi vardır. Burada tek Kürt yaşamaz. 

Bir yanda Kürtleri coğrafyadan soyutlama, diğer yandan kirli bir şey olduğu zaman tek hami olarak Kürtleri sunma! Ayıptır, günahtır. 

Bilim Ahlakı (Bayat) diye bir şey vardır. Akçam diyor ki, “Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.” 

Belden aşağı, Türk devletinin, katliam “oralarda” (Kürt coğrafyasında) oldu tezine uygun, satır başlarıdır bunlar. Halkın gözünde Kürtleri küçük düşürme; tecavüzcü yapma!  

Kürtler katliam yapmadı mı? 

Yaptı. 

Bunlar kimlerdi? 

Bunlar, hiç uzatmadan, soysuzlardı. 

İnsanları kuyularda yakıldı, uçurumdan aşağı atıldı, ağaçlara bağlandı. Ölülere saygısızlık aldı başını yürüdü. Adıyaman’da düşmüş insan başlarına ip bağlayıp yerlerde sürüklediler. 

Kimdi bunlar? 

Bunlar, Kürt’tü ve hepsi, bir dönem solcularının alkış tuttuğu tek parti döneminde meclise giren vekillerin ya kendisi ya babalarıydı. Adlarını bile yazmak istemem, iğrençler.  Türkiye tarafından da ağalar yok muydu? Eskişehir’de Sazaklar, Antep’te Cenaniler, Ocaklar, Nizip’te Deniz’ler, Eğe’de Karaosmanoğulları, Uşakizadeler… 

Marshall Planı’yla bunlar çözüldü. 

Sahi, bu aileler katliam yapmadı mı? 

Mesela Cenani’ler… 

Antep’in yarısını aldılar, devasa çiftlikler kurdular. Topraklarının bir ucu Halep’e vardı. Cenani, Kürt olmalıdır. Akçam’a göre Kürt’tür. Çünkü Kürt, tecavüzcüdür.  Cenani, İstanbul bağlantısı hiç kimsenin aklına gelmez. Hala, Üsküdar’da Cenani Köşkü var. Teşkilatı Mahsusa denilen örgütün arazi mesulüdür. 

Akçam, yanlış bilgi veriyor, çarpıtıyor, sosyoloji bilmiyor: Soykırım sırasında Kürt ağası yoktur. Ağalık, Kürtlere, Ermeni katliamından sonra devlet tarafından verilmiş bir unvandır. Devlet adına, devlet için, devletin toprağını- mülkiyetini kontrol eden kişidir. Kral zamanında Mülk Allah’ındı ve onun yerde vekili kraldı. Daha sonra bu değişti, mülk devletindir. 

Kürdistan folkloru içinde,  yaşamdan gelen bir ağa yoktur. Kralın emri, kulu Beyler vardı, bunlar da kralın emri olmadan tek bir şey yapamazdı.  Kürtlerin en çok sevdiği, övündüğü ve Bedirxan Paşa’da yalaka olmaktan öteye geçmemiştir. Nefes darlığı çekiyorum diye Malta’ya gitmiş, sonra da birileri çıkıp buna sürgün demişlerdir. Bedirxan, kendi ikbali ve devlet için yapmadığı kalmamıştır.  

Urfa’da kadastro çalıştım; burada yirmi dört ağa köyü vardır ve bunlara Ermeni köyleri devlet tarafından verilmişti. Verilme nedeni Ermeni katliamıdır; yani, Ermenileri katletmiş ve bunun karşılığında devlette onları ödüllendirmiş, toprak, arazi, dükkân vs vermiş, Ağa diye bir unvanla seslenmiştir. Bu ağanın bir odası vardır. Kahve pişirecektir. Ağanın ya kendisi ya oğullarından biri Ankara’ya vekil olarak gelecektir.  Yoksul Kürtlerde bunların kapılarında kuldur. Ağanın toprağını sürer, tarlasını biçer.  

Cümleyi bir daha okuyalım. Prof. Dr. Akçam diyor ki: “Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi.” 

Böylesi bir yaklaşım, terbiye sınırlarını aşar, Ermenilere de Kürtlere de hakarettir. Hiçbir Ermeni, ilk gece hakkını” birine verecek tıynette değildir. Zorla kaçırmalar, tecavüzler; bir sürü cinsel suç vardır. Bunları bilmiyor değilizdir. Hele ki benim kuşağım, bunları iyi biliyor. Saf ırk peşinde değilim. Bu bir bilgi, bir belge değildir. Burada Akçam’ın bilinçaltı vardır ve bu, kirli bir bilinçtir/ seksist ve maçodur. Cinsel suçlar, mahkeme edilmelidir, ip cambazlığına dönüşen kirli siyasetin, ucuz tarihçiliğin harcı da olmamalıdır. 


https://www.nupel.online/eyup-ensari-24-nisan-yaklasirken-173066.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın