Ferda Balancar
Siren Bora’nın kaleme aldığı ‘Birinci Juderia: İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi’ kitabı İzmir Musevi Cemaati Vakfı Yayınları ve Gözlem Yayın’ın işbirliğiyle yayınlandı. İzmir Musevi Cemaati Vakfı Yayınları tarafından İzmirli Yahudilerin tarihine ve kültürüne odaklanan bir serinin ilk kitabı olan eserde, İzmir’in ilk Yahudi mahallesinin tarihi 17. yüzyıldan günümüze kadar ele alınıyor. İzmir ve çevresi üzerine yazdığı kitaplarla tanınan Dr. Siren Bora ile dünden bugüne İzmir’i ve İzmir Yahudi toplumunu konuştuk.
Birinci Juderia günümüz İzmir’inde oldukça geniş bir alana tekabül ediyor. Günümüzde bu alanda Yahudi kültürel varlığından geriye neler kalmış durumda?
Günümüzde, bu alanda Yahudi kültürel varlığından geriye kalan en önemli mekanlardan biri, Havra Sokağı Pazarı. İzmir’de yaşayıp da Havra Sokağı’ndan haberi olmayan tek bir kişi bulamazsınız diyebilirim. Adını çevresinde yer havralardan alan sokağın, 400 yıllık tarihi bir geçmişi var. Zamanında Yahudilere ait dükkanları, şaraphaneleri ve meyhaneleri barındıran 136 metre uzunluğundaki bu sokakta, bugün balık, peynir, helva ve sebze satan dükkanlar yer alıyor. Bir de 1895’te Halifa Politi tarafından kurulan şarap fabrikasına ait büyük bir yapı mevcut. Tarihsel geçmişi göz ardı edilip, sadece Akın Pasajı adıyla restore edilmekte olan yapının giriş kapısı üzerindeki kilit taşında, İbrani takvimiyle 5660 (1900) tarihi hâlâ yazılı.
Birinci Juderia’da sinagoglar var. Bet Hillel Sinagogu, kısa bir süre önce Rav Palaçi Anı Evi olarak restore edilip ziyarete açıldı. Portugal Sinagogu, İzmir Musevi Cemaati Vakfı ile yapılan bir protokolle Ege Genç İş adamları Derneği tarafından restore edilerek, sosyal ve kültürel etkinlik merkezi olarak kullanıma açıldı. Etz Hayim Sinagogu’nun restorasyonu ise tamamlanmak üzere. Onun karşısında yer alan Hevra (Talmud Tora) Sinagogu koruma altına alındı. Hevra Sinagogu’nun yanında biri tamamen yıkılmış olan (Forasteros Sinagogu), diğerleri ise sağlam durumda üç sinagog daha var (Neve Şalom, Senyora ve Algazi sinagogları). Bir de İkiçeşmelik Caddesi üzerinde yer alan Çavez ailesi tarafından inşa edilmiş Bikur Holim Sinagogu mevcut. Ayrıca, ‘Smyrna Agorası Kazı Alanı’ sınırları içerisinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen Sabetay Tsevi Kortijosu var.
Bugün İzmir Yahudi toplumunun ne kadarı Birinci Juderia bölgesinde yaşıyor?
Bugün, Birinci Juderia olarak tanımlanan eski Yahudi mahallesinde yaşayan tek bir Yahudi bulamazsınız. 1948’e kadar bölgede yoğun bir Yahudi yerleşimi mevcuttu. Ama İsrail Devleti’nin kuruluşundan sonra, Birinci Juderia’dan İsrail’e toplu göçler başladı. Hatta İsrail’e göç eden aileler nedeniyle, 1950’lerde kentteki Yahudi nüfusu üç bine kadar düştü. Göçler sadece İsrail’e değildi. Avrupa ve Amerika kıtasına gidenler de vardı. Geride kalan son aileler ise, Karataş’a yani İkinci Juderia’ya taşındılar. 1948 ile 1950’li yıllar arasında meydana gelen Yahudi göçleri nedeniyle eski Yahudi mahallesi sürekli kan kaybetti. Sonunda Birinci Juderia tamamen boşaldı ve kimlik değiştirdi. Yahudilerden boşalan konutların büyük bir kısmı, özellikle Yahudihaneler, Anadolu kökenli Müslüman Türk göçmenler tarafından kullanılmaya başlandı.
İkinci Juderia Mahallesi bugünkü İzmir’de hangi bölgeye denk düşmektedir? Günümüzde bu alanda Yahudi kültürel varlığı olarak neler vardır?
İkinci Juderia; Karataş, Karantina, Göztepe ve Halil Rıfat Paşa arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Günümüzde bu alanda iki adet sinagog var. Biri Karataş Bet İsrail Sinagogu, diğeri ise Roş HaHar Sinagogu. Ayrıca İzmir Yahudileri tarafından inşa edilen ve İzmir kentine hâlâ hizmet etmekte olan iki yapı var. Bunlardan biri Karataş Asansörü; diğeri ise, Karataş Hastanesi. Özellikle Karataş’taki Asansör binası, bugün İzmir’in dünyaca tanınmış simgelerinden biri haline geldi.
Birinci Juderia ve İkinci Juderia mahalleleri arasında tarihsel olarak sınıfsal, kültürel, farklılıklar var mıdır?
İki mahalle arasında, sadece fark değil, büyük bir uçurum mevcut diyebilirim. 1880’lerden itibaren İkinci Juderia’ya yerleşen aileler cemaatin zengin sınıfıydı. Alliance Israélite Universelle’in modern okullarında eğitim gördükten sonra iş hayatına atılıp zenginleşen ve Yahudi burjuva sınıfını oluşturan Yahudiler de 20. yüzyılın başlarında onlara dahil oldu. Kısacası Birinci Juderia’dan ayrılanların, ‘çoğunlukla’ hem zengin hem de eğitimli olduğunu söyleyebilirim. Demek ki geride kalanlar, yoksul Yahudi ailelerdi. Pek çoğu yahudihanelerde ve ‘kortijo’larda yaşıyordu. Öte yandan, 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya, Rusya ve Polonya’dan İzmir’e gelen yoksul Aşkenaz Yahudileri, sadece Birinci Juderia’da kalacak yer buldu. Osmanlı kökenli olmayan göçmenler, Birinci Juderia’da kalan cahil, yoksul ve fanatik Sefarad Yahudilerine Siyonizmi işlediler. Ama Sefarad Yahudileri için Siyonizm, asla bir ideal olmadı. Sadece, yoksulluktan kaçış yoluydu. Böylece Birinci ve İkinci Juderia iki gruba ayrıldı. Taraflardan biri, Birinci Juderia’daki Irgatpazarı grubuydu ve Siyonizm sempatizanıydı. Diğeri ise, Karataş Yahudileriydi ve Siyonizm karşıtıydı. Alliance Israélite Universelle’in tüm Osmanlı kentlerindeki temsilcilerinin, Paris’teki merkez büroya yazdığı mektuplar, Alliance’ın Siyonist etkinliklere muhalefetini dile getiriyordu. Hatta, Siyonist–Alliance çekişmesi, adeta, Sefarad-Aşkenaz çekişmesine dönüşmüştü. Bu çekişmenin İzmir’deki uzantısı, ‘Alliance’ destekçisi Karataş grubu ile ‘Osmanlı olmayan Yahudilerin eseri’ olan Siyonist Irgatpazarı grubu arasındaydı. Yahudi burjuvasının yerleşim yeri olan Karataş grubu Fransızca konuşurken; daha çok yoksulların oluşturduğu Irgatpazarı grubu Judeo İspanyol dilini kullanmaktaydı. Karataş’ta oturan Alliance grubunun aldığı eğitim çağdaşken; Irgatpazarı grubunun aldığı eğitim, geleneksel eğitimdi.
1922 İzmir Yangını’nda Birinci Juderia etkilenmemiş olmasına rağmen yangının ardından İzmir’den büyük bir Yahudi göçü olduğunu öğreniyoruz. Bunun nedenleri nelerdir?
1922 Yangını, İzmir’i harabeye çevirdi. Evet, Birinci Juderia yangından etkilenmedi. Ama yangın bölgesinde büyük işletme ve mağaza sahibi olan Yahudiler vardı. Ve onlar maddi zarara uğradılar. Öte yandan, kentin işgalden kurtarıldığı günlerdeki ‘kaos’, pek çok Yahudi ailenin paniğe kapılmasına yol açmış olsa gerek. Çünkü, Yahudi hastanesi ve Yahudi okullarının idaresinden sorumlu olan yönetici kadronun dahi, Avrupa’ya kaçtığını görüyoruz. 12 kişiden oluşan Cemaat Yönetim Kurulu’nun üyelerinden sadece üçü kentte kalmıştı. Bu arada, İzmir çevresindeki yerleşim merkezlerinden (Manisa, Kasaba, Aydın ve Nazilli) İzmir’e yoğun bir Yahudi göçünün olduğunu da görüyoruz. Sözünü ettiğim yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudiler, mahalleleri tamamen yandığı için İzmir’e gelip sığınmışlardı. Sayıları 15 bini bulan Batı Anadolu göçmenleri, önce geçici olarak İzmir sinagoglarına yerleştirildiler. Yaşamını yeniden kurabilecek maddi olanaklara sahip olanlar kentte kaldı; diğerleri ise Batı Avrupa ya da Güney Amerika ülkelerine göç etti.
1948’de İsrail’in kuruluşunun ardından 1960’lara kadar İzmir Yahudi nüfusunun üçte ikisi İsrail’e göç ediyor. Bunda İsrail’in geleceğine duyulan inancın elbette önemli bir payı vardır. Bunun dışında ekonomik, sosyal nedenler, o yıllarda İzmir’de yaşananların bu kitlesel göçte ne ölçüde etkili olmuş?
Bence kırılma noktası, İkinci Dünya Savaşı dönemi. Dönemin iki önemli adaletsiz uygulaması var ki; bunlar, kitlesel göçü tetikledi. Bunlardan ilki Yirmi Kur’a İhtiyat. Diğeri ise, Varlık Vergisi. 1941’de yaşları 20 ile 45 arasındakiler, ihtiyat olarak askere alınmaya başlandı. Başta İstanbul, İzmir ve Trakya’daki kentler olmak üzere pek çok Yahudi, askerliğini yapmış olsa dahi koşulsuz olarak askere çağırıldı. Askere alınanlara, farklı kumaşlardan dikilmiş farklı giysiler verildi ve geri planda istihdam edildiler. Onurla askerlik görevini ifa etmeye giden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında bir ayırım yapılmıştı. Bir yanda Müslüman Türkler, öte yanda gayrimüslimler. 27 Temmuz 1942 tarihinde Yirmi Kur’a İhtiyatlar terhis edildi. Böylece 14 ay süren zorunlu askerlik dönemi de tamamen sona erdi. Fakat geri dönen Yahudiler, kırgındı. Onurları kırılmıştı.
12 Kasım 1942 tarihinde yürürlüğe giren Varlık Vergisi Kanunu ile, İzmir’de Varlık Vergisi mükelleflerinin sayısı belirlendi. Toplam 349 vergi mükellefinin 156’sı Yahudi’ydi. 1943’ün ilk ayında Varlık Vergisi borcunu ödemeyen mükelleflerin ev eşyaları haczedilmeye başlandı. Varlık Vergisi borcundan dolayı eşyaları satışa çıkarılan mükelleflerin adları ve adresleri basın aracılığıyla halka duyuruldu. Cezalı ödeme süresinin sonunda, vergi borcunu ödemeyen mükellefler hakkında bir yandan haciz işlemleri yapılırken; öte yandan, kamplara ve iş merkezlerine sevkleri konusu gündeme getirildi. Toplama kampı olarak merkezde Büyük ve Küçük Salepçioğlu Hanları, Buca, Tepecik, Karantina ve Karşıyaka’da birer bina belirlendi. Uygulamalar sırasında, bu binalardan sadece Tepecik Kemer’deki bina kullanıldı. Kemer Toplama Kampına beş ayrı kafile ile gönderilen borçlular arasında, 82 Yahudi vergi mükellefi vardı. Aslında Saraçoğlu hükümetinin kanunu çıkarma gerekçesi son derece makuldü. Savaş koşullarında karaborsa önlenemiyordu. Temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki sürekli artış ve onlara ulaşmanın zorluğu halkı bunaltmıştı. Bizim Varlık Vergisi olarak bildiğimiz Fevkalade Kazançlar Vergilendirilmesi Kanunu’nun çıkarılış amacı da yeni kaynak arayışıydı. Ancak Müslüman Türk ile gayrimüslim vatandaşlar arasındaki verginin tahakkukuna ilişkin ayrım adaletsizliğe yol açmıştı. Aynı yerde, aynı işi yapan iki kişiden gayrimüslim olan, Müslüman Türk olandan 20 kat daha fazla vergiye tâbi tutulmuştu. Ülkenin maddi sorunları, bir avuç insanın sırtına yüklenmişti. Böylece pek çok Yahudi malını, sağlığını ve canını yitirdi. Büyük bir bölümü, ülkelerinden kırgın ayrıldılar. 1955’te meydana gelen 6-7 Eylül Olayları ise, hem İzmir’den hem de ülkeden ayrılan Yahudi ailelerin sayısını arttırdı.
Yorumlar kapatıldı.