Ohannes Kılıçdağı
Bir hususun altını çizeyim. Vakıflar seçim kararı alırsa her şey çok güzel, çok kolay, çok hızlı olur ve yeni yöneticiler mutlaka seçilir demiyorum. Bunu diyemem, çünkü karşıda muhatap olarak iyi niyetli, haklara ve özgürlüklere saygılı, sorunları bu prensipler temelinde çözmek isteyen bir yönetim yok. Olsaydı zaten bu sorunları yaşamıyor olurduk. Fakat sonuçta mahkeme seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini söyleyerek ve bunu bütün yasa ve yönetmeliklerin üzerinde olan Anayasa’ya atıfla yaparak seçim için bir yol açtı.
Geçtiğimiz haftalarda Ankara 7. İdare Mahkemesi kitlenen vakıf seçimleriyle ilgili bir karar aldı, malum. Hem bu köşede hem de genel olarak Agos’ta genişçe ele alındı bu konu. Geçen hafta da gene Agos’ta kimi vakıf yöneticilerinin mahkemenin bu kararıyla ilgili görüşlerine yer verildi. Bu görüşleri okuduğumda iki farklı insan tipi gördüm. İkisi de ibretlik, ikisi de trajik, ikisi de üzüntü verici. (İlkesel doğruları özetleyen Laki Vingas’ı tenzih ederim.)
Bu iki insan tipinden birincisi, öğrenilmiş çaresizlikten mustarip. Doğrusu bunlara daha az kızıyor insan. Kuşaklar boyu devletin tokadını yiye yiye sinmişler ve dolayısıyla her şeye ihtiyatla yaklaşıyorlar. Devletin mahkemesi, “Hakkın çiğnendi” dediğinde bile o hakkı talep etmekten çekiniyor. Elini uzatırsa kolunu kaptıracağından, elindekinden de olacağından korkuyor. Hep bir ‘son dakika darbesi’ bekliyor. İnsan bunlara daha az kızıyor, çünkü bir haklılık payları var. Daha doğrusu, kuşaklar boyu ne görmüş, ne öğrenmişlerse ona göre hareket ediyorlar; zira ‘gayrimüslim azınlıklar’ olarak tabir edilen gruplara ve onların kurumlarına muamele söz konusu olduğunda hakkın, adaletin, aklın, vicdanın gereği bellidir ama kamu otoritesi inatla bunun tersine hareket eder. Devlet ilk günden beri bu insanlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Atar, tutar, çağırır, gönderir, azarlar, tehdit eder… Dolayısıyla, bu insanlar da kendilerine haklarının ancak devleti yönetenler isterse, onların bir ‘lütfu’ olarak verileceğini düşünür. Nitekim, Süryani toplumundan Sait Susin “Ben hiçbir konumuzun mahkeme kanalıyla çözülmesini doğru bulmuyorum. Diyalog ve müzakerelerle sorunlarımızın çözülmesi daha sağlıklı olurdu” diyor. Zaten aklı başında kimse hastaneye ve mahkemeye düşmekten hoşlanmaz ama bazen kendi iyiliğiniz için ikisine de gitmeye mecbur kalırsınız, çünkü gitmemenizin sonuçları daha ağır olur.
Gelelim ikinci tipe. Bunlar çıkarcı, bencil, kurnaz, durumu kendi lehine kullanmaya çalışanlar. Onların özrü yok. Bu tip, seçime gitmemek için kırk dereden kırk su getiriyor. Bunların daha ziyade malı mülkü çok olan vakıfların yöneticileri olduğunu, seçim olursa koltuklarını kaybetmekten korktuklarını söylemek büyük bir keşif olmaz. Dolayısıyla da, bu son mahkeme kararını da “Buna dayanarak nasıl seçim yaparız” motivasyonuyla değil, “Bu karara rağmen seçimden nasıl kaçarız” motivasyonuyla yorumluyorlar. Kraldan çok kralcılar.
O görüşlerde ifade edilen, bilerek veya bilmeyerek yapılan kimi yanlışlar üzerinde duralım. Bunlardan biri, bu mahkeme kararından sonra seçim yapmak için hâlâ VGM’den bir adım, bir izin veya genelge beklemek. Bu mahkeme kararı seçimin önünü açmış, siz seçim için harekete geçin, VGM engellerse o da başka davanın konusu olur. Tutulacak yol bellidir: Hiç vakit geçirmeden seçim bildiren (izin isteyen değil) yazıyı VGM’ye yazmak, oradan engelleyici bir idari adım gelirse, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin söz konusu kararını gerekçe göstererek İstanbul’daki idare mahkemesinden yürütmeyi durdurma talep etmek.
Başka bir tuhaflık da “İstinafın sonucunu bekleyeceğiz” ifadesi. Geçen hafta da söyledim; bu tuhaf, çünkü hukuk mantığında istinaf, bir davayı kazananın değil kaybedenin düşüneceği bir şey. Kazanan, kazancının gereğini hayata geçirmeye çalışır. Demek ki bu yöneticiler kendilerini kazanan tarafta görmüyorlar. Dolayısıyla, burada bırakın istinaf VGM’nin derdi olsun. Ayrıca, bu yöneticilerimiz istinaftan kararın ne zaman çıkacağını biliyorlar mı? Üç-beş sene de istinaf beklemeye hazırlar mı? Yoksa istedikleri, umdukları tam da bu mu? “İstinaf lehimize karar verirse oturup düşüneceğiz” diyen bile var. Hadi istinafı beklediniz, oradan da seçim yapılabileceği kararı çıkarsa daha neyi oturup düşüneceksiniz? “Bu sefer seçimden nasıl kaçarız?” sorusunu mu? Bu söz, zihnin arkasındakini mi ele veriyor?
Bir hususun altını çizeyim. Vakıflar seçim kararı alırsa her şey çok güzel, çok kolay, çok hızlı olur ve yeni yöneticiler mutlaka seçilir demiyorum. Bunu diyemem, çünkü karşıda muhatap olarak iyi niyetli, haklara ve özgürlüklere saygılı, sorunları bu prensipler temelinde çözmek isteyen bir yönetim yok. Olsaydı zaten bu sorunları yaşamıyor olurduk. Fakat sonuçta mahkeme seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini söyleyerek ve bunu bütün yasa ve yönetmeliklerin üzerinde olan Anayasa’ya atıfla yaparak seçim için bir yol açtı. Yöneticilere düşen, bu yoldan yürümektir. Sonunda belki gene önleri kesilir, gene seçim olmaz ama aslolan bunun mücadelesini vermektir. Yöneticilerin Ermeni toplumuna karşı sorumluluğu budur. Sen yapman gereken idari ve hukuki mücadeleyi yap, gayreti göster, başaramasan da “Helal olsun, haklarımızı korumak için elinden geleni yaptı” deriz.
Yorumlar kapatıldı.