Gedikpaşa, Kumkapı ile yakınlığından dolayı genellikle aynı kültürel hayat bütünlüğü içinde değerlendirilse de ayrı kimliğe sahipti. Kumkapı “halk semti”, Gedikpaşa “aristokrat semti”ydi. Zamanlar değişti… Kırlangıçlar geçti gökyüzünden, ılık rüzgârlar esti, günler uzadı, güneş tatlı sarı bir ışıkla batmaya başladı. İstanbul Radyosu’ndan türkülerle akşam sefası başladı. Dantel perdeli cumbanın berisinden Manuş Hanım seslendi. “Buyrun bir acı kahvemizi için”. Bekletmeyelim!
Berken Döner
DUVAR – Gedikpaşa sokaklarında dolaşırken kendinizi bir romanın sayfaları arasında hissedersiniz. Tıpkı romanlardaki gibi çok katmanlı hayatlara, farklı kültürel değerlere, birbiriyle çatışan ya da uzlaşan inançlara, ritüellere, geleneklere tanık olursunuz. Bu tanıklık sizi ta eski zamanlara, dayanışma, komşuluk, bir aradalık gibi değerlerle örülmüş bir hayata götürür. Hagop Baronyan, ‘İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’ adlı şahane kitabında Gedikpaşa için şöyle yazar: “Bu mahallenin ahalisi birbirlerinin sözünü anlamaz, dilleri karışmıştır”. Evet, dilleri karışmıştı! Gedikpaşa gibi tarihsel bir geçmişe sahip bir semtte farklı kültür ve kimlik katmanları üst üste birikmişti. Camiler, Rum, Ermeni, Süryani kiliseleri bu çok kültürlülüğün kanıtıydı. Gedikpaşa’da Türkler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler bir arada yaşıyor olsa da semtin hayat dinamiğini ağırlıklı olarak Ermeniler oluşturmaktaydı. Geçen haftaki yazımda ele aldığım “Zvartnots Korosu” örneğinde de görüldüğü gibi, Gedikpaşa yerleşimcilerini asla kendi hâline bırakmadı, mahallede yaşayanları belli bir aidiyet etrafında topladı. Bu özelliği bölgenin kültürel konumunu belirginleştirdi. Kumkapı ile yakınlığından dolayı iki semt genellikle aynı kültürel hayat bütünlüğü içinde değerlendirilse de ayrı kimliğe sahipti. Kumkapı “halk semti”, Gedikpaşa “aristokrat semti”ydi. Kumkapı’da balıkçılar, reisler, merametçiler, Kapalıçarşı’nın mıhlayıcıları, sadekarları yaşarken; Gedikpaşa’da doktorlar, öğretmenler, şairler, tiyatrocular, yazarlar yaşardı. 19. yüzyılın sonlarından, 20. yüzyıl başlarına kadar hizmet veren Amerikan Koleji ve Fransız Koleji semtin aristokrat kimliğinin ipuçlarındandır (Amerikan Koleji binası, günümüzde aslına sadık kalarak restore edilip, otel olarak hizmet vermeye devam ediyor).
Gedikpaşa’yı Vedat Türkali romanlarından da hatırlarsınız. Türkali’nin roman kahramanlarının mutlaka bu semtle bir ilgisi vardı. ‘Kayıp Romanlar’ın Gedikpaşalı Sirak Osepyan’ın kızı Ovsanna’sını anımsayın. Bütün birikimlerini Varlık Vergisi’nde yitiren, üstelik babasının Aşkale’ye gitmesini de önleyemeyen Ovsanna’yı… ‘Güven’de Necla’nın Laleli’deki evinden mutfak alışverişi için iniverdiği, Turgut’un umarsızca yokuşlarını adımladığı Gedikpaşa’yı. Ve diğerlerini… Türkali, kahramanlarını genellikle Beyazıt, Çarşıkapı, Kumkapı, Çemberlitaş, Gedikpaşa hattında dolaştırırdı. Mekânları öylesine canlı biçimde anlatırdı ki, bütün politik tartışmaların, iç hesaplaşmaların ötesinde her bir kitabı esasında İstanbul’un da romanıydı. Buraları bu kadar iyi bilmesinde kuşkusuz çok gidip gelmesinin büyük payı var. Üstelik gençliğinde, çocukluk, mahalle, parti arkadaşı Dr. Hayg Açıkgöz(1) ile… Hani cezaevinde gördüğü işkenceye rağmen can dostu Vedat Türkali’nin ismini vermeyen, Nâzım Hikmet’in kendisine verdiği gömleği Vedat Türkali’ye hediye eden Hayg Açıkgöz… Türkali’nin biricik arkadaşı Hayg, Samsun’dan İstanbul’a yerleşince, önceleri Gedikpaşa’da oturur. Dr. Hayg’ın evinin karşısında Altunyan’lar vardır: Dr. Nurhan Altunyan ve Ara Altunyan. Türkali onlarla da iyi bir diyalog kurar. Büyük yazarımızın Gedikpaşa’yı, Kumkapı’yı, Kadırga’yı ayrıntılarıyla anlatmasının ilk nüveleri sanıyorum ki böyle oluştu. Türkali, yaşamının sonuna kadar bu bölgeye ilgisini yitirmedi. Kendi gelemiyorsa bile kahramanlarını dolaştırmaya devam etti. Böylece iyi bir Vedat Türkali okuru olarak benim de semte bağlanmam kaçınılmazdı!
KÜLTÜR YILLARI: GEDİKPAŞA TİYATROSU
Konu az önce edebiyattan açılmışken… Şair Madteos Zarifyan (1894-1924) da Gedikpaşa’da dünyaya gözlerini açmıştı. Hangi evde? Bilinmiyor. Öyle ya, Gedikpaşa şairlerden çok, tiyatrocuları ile ünlü bir semtti. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başları Gedikpaşa’nın kültür yıllarıydı. Kurulduğu 1859 yılından, yıktırıldığı 1884 yılına kadar Osmanlı tiyatrosunun en iyi oyunlarını ve oyuncularını Gedikpaşa Tiyatrosu’nda izlemek mümkündü. 1868’den sonra Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yönetiminde Güllü Agop (Agop Vartovyan) vardı. O Güllü Agop ki, kurduğu tiyatro topluluğu Darülbedayi’nin ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun kurulmasına gidecek sürecin temel taşı kabul edilir. O dönemde Gedikpaşalılar hemen yanı başlarındaki tiyatroda Shakespeare yorumuyla büyük bir ün kazanan Bedros Atamyan, Mari Nvart, Merope Kantarcıyan gibi usta isimlerin hazırladığı oyunların tümünü izlerken; Ahmet Fehim, Ahmet Necip, Muhterem Efendi, Mehmet Vamık gibi ilk Türk-Müslüman tiyatro oyuncularının yetişmesine tanıklık ettiler. Kel Hamit, Kavuklu Hamdi, İsmail Hakkı Dümbüllü gibi ünlü tuluatçılar da Gedikpaşa Tiyatrosu geleneği içinde yetiştiler. Tiyatronun oynadığı oyunlar arasında klasiklerden çeviriler, melodramlar, yerli oyunlar yer alırken, Ermenice oyunlar da sergilenirdi. Güllü Agop idaresindeki Gedikpaşa Tiyatrosu’nun 1874-1875 mevsimi oldukça verimli geçti. Sahnelenen oyunlar arasında Namık Kemal’in ilk temsili 1 Nisan 1873 tarihinde yapılan “Vatan Yahut Silistre” oyunu oldukça ses getirdi. “Değirmenci Kız Opereti”, İstanbul çapında ilgi çekti. Aynı dönem “La Belle Helen” opereti de Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendi(2). 1880 yılında on yıllık imtiyazın sona ermesinden sonra Güllü Agop yönetimi Mınakyan’a bıraktı. Altı yıl sonra Gedikpaşa Tiyatrosu yıktırıldı. Tiyatro yerini yazlık Azak Sineması ve Azak Tiyatrosu’na bıraktı, sokağın adı “Tiyatro Caddesi” olarak değiştirildi. Sonraki yıllarda Gedikpaşa tiyatro geleneğini Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan ikilisi sürdürdü. Azak Tiyatrosu’nu alkışlarla çınlattılar. Şimdilerde İstanbul’un en önemli değerlerinden, meşhur Gedikpaşa Tiyatrosu’nun yerinde devasa bir otel, heyula gibi yükseliyor.https://39231ec4f50d0cc6eaa762eee5a131e0.safeframe.googlesyndication.com/safeframe/1-0-37/html/container.html
1950’LER… GEDİKPAŞA’DA BİR YILBAŞI GECESİ
Edebiyattaki, tiyatrodaki yeriyle Gedikpaşa, görkemli bir tarihsel mekan! Büyük anlatılardan uzaklaşıp, tıpkı bir yönetmen gibi kamerayı mahalleye, “sıradan insanlar”ın gündelik hayatına doğru çevirelim. Her şeyin daha yumuşak, daha dingin olduğu bir zamana gidiyoruz. 1950’nin aralık ayının sonunda Gedikpaşa’dan geçiyorsanız nohut oda bakla sofa evlerin nasıl olup da bu kadar ışıldadığına şaşırırsınız. Perdeler yıkanmış, tahta merdivenler sabunla fırçalanmış, dış kapının tokmağı bile mangal külüyle parlatılmıştır. Sofadaki büfede renk renk likörler, reçeller ikrama hazırdır. Evin küçük çocuğunun eline alelacele bir anuşabur (aşure) tabağı verilerek, komşuya yollanır. Öyle ya yılbaşıdır! Gedikpaşa’nın Manuş’ları, Yevkine’leri, Janet’leri Kuaför Derbab’da saçlarını taratmak için birbiriyle yarışır. Nazları hep Derbab’a! O Derbab ki boşuna “Süsler” soyadını almamış… Samatya’yı bir kenara bırakalım, Beyoğlu’ndan, Yeşilköy’den bile süslenmeye ona gelirlerdi. O ki, bir zamanlar İstanbul’un en meşhur kuaförlerinden olan Kaçarikyan’ın yanında yetişmiş, ustalığı da ondan öğrenmiş. Her ne kadar Gedikpaşa’nın tanınmış simâları arasında yer alıyorsa da, esasında Yozgat/Boğazlıyanlı’ydı. Hayatı boyunca iki şey ile çok övündü: İlki Hermine hanımla evliliğinden doğan güzeller güzeli kızıyla, ikincisi elinin çabukluğuyla! Öyle ya, bunca kadın akşamki eğlenceye nasıl yetişecekti? Kadınlar Derbab’ın dükkanından birer “Kraliçe Süreyya” olarak çıkmaya hazırlanırken, erkekler de çoktan Berber Kirkor Derya’nın yolunu tutmuştu. Asıl soyadı “Dervoghormiacıyan” olan Kirkor Derya’nın dükkânının yeri, Meyhaneci Garbis’in tam karşısındaydı! Fakat bu akşam meyhaneye gitmek yok! (Günümüzde Kirkor Derya’nın dükkanının yerinde tatlıcı, Kuaför Derbab’ın dükkanının yerinde bir hava yolu şirketinin ofisi var).
Hummalı bir çabayla hazırlık yapılan yılbaşı eğlencesinin mekânı Surp Mesropyan Okulu’ndan Yetişenler Derneği’nin salonuydu. İstanbul’un denizinin ve toprağının bereketinden yararlanarak, el birliği hazırlanan kırk çeşit meze, adeta kadınların yeteneklerini sergileme yarışına dönüşürdü. Gedikpaşalılar’ın dışarıdan meze almak gibi bir huyu yoktu. Eğlence, Vartkes Balıkçıoğlu ve Baron Beyleryan tarafından tertip edilmişti. Gecenin onur konuğu ise Baykar Gazetesi’nin sahibi Hagop Sivaslıyan’dı! Kolalı masa örtüleri serildi, evlerden getirilen “özel günler”in servis takımları masaya yerleştirildi. O gün tüm Gedikpaşalılar akordeon ve cümbüş ile eğlendiler. İçlerinden biri “Gağant Baba”(Noel Baba) bile oldu. Gağant Baba’nın hediyeleri Gedikpaşa Caddesi üzerinde yer alan “Manifatura Bonmarşe”den temin edilmişti. Gece yarısına doğru bütün bu kalabalık kapı önüne çıktı. Gelenek olduğu üzere, bütün seneyi bereketli geçirmek için narlar kırıldı. 1950’nin son günü Gedikpaşalılar için ne güzeldi. Taze tazeydi hayat… Taze tazeydi yepyeni yıl… Taze tazeydi kırılmış nar. Nardan kalan leke…Tazecikti!
‘İĞNEDEN İPLİĞE’ GEDİKPAŞA
“Manifatura Bonmarşe”nin sahipleri Bercuhi ve Berç Sakalyan Kardeşler’di ki mahallenin iğneden ipliğe bütün ihtiyaçlarını onlar karşılardı. “Özel günler”de kadınların elbiselerinin bir ucunda daima “Manifatura Bonmarşe” izi vardı. Knar’ın yeni bebeğinin vaftizi mi var, Varsen ile Mardiros mu evlenecek…. Buradan alınan dantellerle, düğmelerle, tokalarla doğruca terziye koşulurdu. Gedikpaşa’nın maharetli kadınları dikiş dikmesini bilirdi bilmesine ya… Her “prova”da ayak uçlarında yükselip, şöyle bir dönerekten… Terzide diktirilirse daha muntazam duracaktı. Semtin iki büyük biçki-dikiş kursu vardı: Altın İğne ve Ar Biçki Dikiş. Hayganuş Hanım eğitmenliğindeki Altın İğne’nin özelliği, öğrencileri arasında Ermenilerin yanı sıra Rumlar’ın ve Türkler’in de olmasıydı. Öyle ki her öğrencinin ana diliyle tuttuğu ders notlarının, prova bilgilerinin yer aldığı defter günümüze kadar özenle saklanmıştı. Ar Biçki Dikiş’in özelliği ise Heranuş Çoryan gibi dillere destan bir eğitmene sahip olmasıydı. Vâkur, kocaman kadın Heranuş Hanım… Mavi gözlü, pamuk tenli; Gedikpaşa genç kızlarının rol modeli. Taktı mı şapkasını, yokuşları titrete titrete öyle bir yürürmüş ki, Gedikpaşalılar öylesi bir özgüveni kimsede ne görmüşler ne duymuşlar…
‘MEYLE BÂDE’: GEDİKPAŞA MEYHANELERİ
Gedikpaşa’nın erkeklerinin ev dışındaki anılarının baş köşesinde iki ünlü meyhane var: Hacı Yervant’ın Meyhanesi ve Garbis’in Meyhanesi. Osmanlı dönemi halk şairlerinden Âşık Razi, Gedikpaşa meyhaneleri için şiir bile yazmış. Daha ne olsun! “İki koca meyhane, birinde meyle bâde/Birinde mahbub uşak, bir işmara uşak/Gedikpaşa demişler, güzellerle doludur”. Semt içinde “Garbis’in Meyhanesi” olarak bilinen yer, meşhur Küçük Müsellim Meyhanesi’ydi. Meyhane demişken, şimdiki tıkış tıkış masalar, fasıl heyetleri, gürültü vs. aklınıza gelmesin. Burası bahçeli, az masalı, az mezeli kalender bir yerdi ki aman diyeyim, iddiasız sanmayın. Derler ki Neyzen Tevfik de müdavimleri arasındaymış. O gece “Fasulya pilakisi”ni, uskumru dolmasını fazla kaçıran soluğu Gedikpaşa’nın dahiliye mütehassısları Dr. Hamparsum Gürsoy’un(3), Dr. Kevork Bodrikyan’ın(4) muayenehanelerinde ya da Vahram Asaduryan’ın eczanesinde alırdı. Garbis’in Meyhanesi, “Sümerbank” ile karşı karşıyaydı. Ziyafetin uzadığını ve eve geç kaldığını fark eden erkekler, bir koşu Sümerbank’tan, en çiçeklisinden kumaş kestirip, akşam eve huzurla gitmeyi garanti altına alırdı! Bu meyhane sansasyonları ile de meşhurdu. Hristo ismindeki garsonunun fenalaşarak, aniden kalp krizi geçirmesi, 1937 yılının İstanbul gazetelerinde haber bile olmuştu. Garbis’in Meyhanesi 1930’lardan 1980’lere kadar hizmet vermeye devam etti. 1980’den sonra yerini oğlu Asadur’a bıraktı. Şimdilerde bir lokanta! Hacı Yervant’ın Meyhanesi olarak bilinen “Büyük Müsellim Meyhanesi” ise 1920’lerin sonundan 1960’lı yıllara kadar Bali Paşa Yokuşu’ndaydı. Meyhanenin sahibi Yervant Ekneyan, Gedikpaşa’nın köklü ailelerinden birinin oğluydu.
GEDİKPAŞA’DAKİ AKŞAMLAR İÇİN
Bu çarşılı, pazarlı, meyhaneli, şarkılı Gedikpaşa’nın çocukları da oldukça şanslıydı. Harçlıklarını Bakkal Şnork’un dükkânında harcarlardı. Genellikle Mesropyan, İncirdibi Ermeni Protestan okullarında okuyan öğrenciler Azak Yokuşu’ndaki Kırtasiyeci Agop’un dükkanına az mı uğramıştı? Ayakkabısını yokuşlarda eskiten çocuklara hemen yeni bir ayakkabı alınmazdı. İşten çıkan babanın yorgunluğu geçtikten sonra, Köşker Çolak Garabed Ağa’nın dükkanına gidilirdi. Ayakkabısını eskittiği için yol boyunca tatlı sert azarlanan çocuğun gönlünü almak da ihmal edilmezdi. Sütçü Timotei’den alınan kaymak, annenin yaptığı ekmek kadayıfının üstüne konur, ziyafet çekilirdi. Timotei’nin de az önce azarlanmış çocuktan farkı yoktu hani! Babası Alexandrof’a ne yapsa beğendiremezdi. Acaba diyorum, Mösyö Alexandrof’un bu kadar gergin olmasında hemen sahildeki “Boris’in Yeri” kadar meşhur olamamasının payı var mıydı? Kim bilir…
(Günümüzde sütçü, kaymakçı dükkânı tatlıcı olarak hizmet veriyor. İncirdibi Okulu’nun yeri ise bir otopark).
Zamanlar değişti… Kırlangıçlar geçti gökyüzünden, ılık rüzgârlar esti, günler uzadı, güneş tatlı sarı bir ışıkla batmaya başladı. İstanbul Radyosu’ndan türkülerle akşam sefası başladı. Dantel perdeli cumbanın berisinden Manuş Hanım seslendi. “Buyrun bir acı kahvemizi için”. Bekletmeyelim! Şu satırlardan ötesini siz anlatın, ben dinleyeyim.
*Gedikpaşa sokaklarında bana eşlik eden, büyük bir titizlikle oluşturduğu arşivini benimle cömertçe paylaşan, Kumkapılı Nazaret Davityan’a sevgi, saygı, minnetle…
Dipnotlar
- Vedat Türkali, son romanı “Bitti Bitti Bitmedi” yi Hayg Acıkgöz’e adadı.
- İkinci Abdulhamit’in şehzadeliği sırasında Beyoğlu’na gelen Fransız operet heyetleri tarafından Fransızca olarak oynanmış, Nalyan Efendi (Gedikpaşa Tiyatrosu aktörlerinden) tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
- Gedikpaşa cad. Yeni Pataj No.7-8
- Tiyatro Caddesi No: 34
https://www.gazeteduvar.com.tr/kent-bellegi-gedikpasa-zaman-atlasinda-bir-ugultu-haber-1512459
İlk yorum yapan siz olun