İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Socha’nın Yahudileri’

Bilgehan Uçak

Tuhaf, hatta saçma denebilecek bir huyum var.

Eğer izlediğim filmde içtikleri bir şey varsa, benzerinden ben de mutlaka içiyorum.

Kahveyse kahve, limonataysa limonata, buğday birasıysa buğday birası.

Yani, Polonya’da geçen bir filmin yanında da iyi bir Leh votkası şart.

Ne taraftan baktığınıza göre değişir evde yarım şişe Zubrowka vardı, filmle beraber kadehi doldurdum, ilk yudum, derken ikincisi…

Ve ben artık Lviv’deyim, sene 1943.

İşgal altındaki bu topraklarda Nazizm bütün kudretiyle zihinleri ele geçirmişti.

Nazilerin Ukrayna veya Polonya’nın başına gelebilecek en güzel şey olduğunu söyleyenler çoğalıyordu, yerel halktan Nazi ordusuna milis yazılanlar, pazubentlerinden aldıkları güçle yargısız infaz kararları veriyor, insanları duvar diplerinde kurşuna diziyordu.

“Yahudi avı” Lviv’de de bütün hızı ve gaddarlığıyla devam ediyordu.

İşbirlikçi Polonyalılara, yaptıklarının karşılığı “zloti” şeklinde ödeniyordu.

Ormanda ya da şehrin herhangi bir yerinde öldürülen veya Janowska Toplama Kampına gönderilen Yahudilerin mallarının yağmalanmasına da göz yumuyorlardı.

Gettodaki yaşam koşulları berbattı ama gidecek, kaçacak, saklanacak hiçbir yer yoktu şehirde.

Ölüm zamanının gelmesini bekliyorlardı, çaresizce.

Antisemit fikirlere çok yakın bir işçi olan Leopold Socha, Lviv’in kanalizasyonlarından sorumluydu, günün büyük bölümünü yerin altındaki “kanalizasyon şehrinde” geçiriyordu, şehrin altını üstünden daha iyi bildiğini söylüyordu.

Kanalizasyon işçiliğiyle geçinemediğinde ufak tefek hırsızlıklar yapıyordu.

Savaştan önce hapse girip çıkmıştı.

Soyduğu evlerden kaçırdıklarını kanalizasyonda kimsenin bilemeyeceği bir gediğe istifliyordu.

Savaş, şehir halkının çoğunluğu gibi onda da büyük bir fırsatın eşliğinde olduğu hissini uyandırmıştı.

Kampla getto arasında yaşamak zorunda kalanların en değerli mallarını akıl almaz ölçüde ucuza kapatarak zenginleşmenin yolunu açılmıştı, günlerdir midesine doğru düzgün yemek girmemiş birini bulduğunda kalan son mücevher parçalarını birkaç sosise değişmek mümkündü.

Mühtekirler de başgöstermişti tabii, fiyatlar o günün şartlarına göre belirleniyordu.

Leopold Socha da bu atmosfere kapılan Polonyalılardan biriydi.

Berbat koşullarda yaşıyordu, gününün büyük bölümü yer altında, atıklarla boğuşarak, tıkanıklıkları açmaya çalışarak geçiyordu.

Saygın biri değildi, eve meyve götürecek parası yoktu, hayatı sokaklarda geçmişti…

Bu savaş ortamı, asla kazanma şansı olmadığı kendi savaşının da kaderini değiştirebilirdi.

Eğitimi, bilgisi, özel bir yeteneği, parası… hiçbir şeyi yoktu, toplumda kimsenin yapmak istemeyeceği bir işi yaparak geçiniyordu.

Ama bu savaşla beraber kısa yoldan zengin olabilir ve hayatın ona gösterdiği acımasızlıktan intikamını alabilirdi.

Kaybedecek bir şeyi yoktu.

Yahudi, solcu ya da politik fikirleri olan biri de değildi.

Bu muhtaç insanlardan biraz para tırtıklamayı kendine hak gördü, ne de olsa o yapmasa başkası yapacaktı, üstelik o anki ahlak anlayışına göre onlara birer cüzzamlı muamelesi göstermek gerekiyordu, uzak durmak, konuşmamak, öldürüldüğünü gördüğünde, işkencedeki bağırışını duyduğunda, tecavüze uğradığını öğrendiğinde başını çevirmen gerekiyordu.

Polonya’nın ve Ukrayna’nın kaderi Nazilerin eline yükseleceğine göre, başlarına gelen her şey müstahaktı onlara.

Misillemeler halka büyük korku veriyordu.

Olur da ayaklanan birileri, direnen birileri çıkar ve yerel halk onları barındırır, destek verirse ve bu da bir Nazi askerinin ölümüne yol açarsa, ibreti alem olsun diye yirmi Polonyalıyı şehrin ortasına kurdukları darağaçlarına asıyorlardı.

Sanırım her şey Socha’nın kanalizasyon diplerinde kaşılaştığı ölü bedenleri görmesiyle değişti.

Soyut olarak bir gruptan, bir topluluktan nefret etmeniz mümkündür ama o insanları görmeye başladığınızda, karşı koyması mümkün olmayan bir şiddetle mücadele edemeyen çaresiz insanların ölü bedenlerini gördüğünüzde, o küçücük çocukların, ne olduğunu anlaması bile mümkün olmayan bebeklerin, ihtiyarların, kadınların cesetleriyle başbaşa kaldığınızda hayat sizi farklı bir yere sürükleyebiliyor.

Kanalizasyona sürüklenen ölü bedenleri oradan çıkaran Socha’ydı ve her gün yaşananlardan biraz daha iğrenmeye başlamıştı.

Hapisane arkadaşı şimdi namlı bir Nazi milisi olmuştu, apoletleri-pazubentleri, cebinde silahıyla her istediğini yapıyordu.

Leopold’ü ava katılmaya ikna etmeye çalıştı.

Büyük para ödüyordu Almanlar, üstelik elde edecekleri “ganimet” de yanlarına kalacaktı.

Dahası, “görevleri” buydu, derinlemesine düşünmelerine gerek yoktu, görev verildiğine göre şayet burada yanlış bir şey varsa, sorumluluk da o görevi kendilerine verenlerindi.

Günler geçtikçe savaşın akıbeti de değişmeye başlamıştı.

Kızıl Ordu, Stalingrad’da büyük kayıp veren Nazi ordusunu Sovyet topraklarından Berlin’e doğru kovalıyordu.

Getto boşaltılacak, kim var kim yoksa Janowska’ya gönderilecekti.

Nazilerle işbirliğinin mükafatı yüksekti, büyük para kazanabilirdi; öte yandan, eğer Nazilerin gözünde suçlu olan bir kişiyi saklıyorsan ve yakalanırsan, bunun bedeli çok ağır olacağının bilincindeydi.

Sadece kendi hayatının değil, ailenin hayatının da muhtemelen son günü olurdu.

Fakat Leopold Socha, kanalizasyon işçisi sabıkalı hırsız önce vurgun hayallerinden, sonra ölüm korkusundan kurtuldu.

On kadar Yahudiyi kanalizasyonun en izbe yerlerine götürdü ve tam ondört boyunca onları gözetip korudu.

Hayatta kalabilmeleri kanalizasyonda saklanmalarına bağlıydı, gün ışığı yoktu, pislik had safhadaydı, gene de, bir şekilde tutundular hayata.

Leopold onların alışverişini yaptı, izleri bulunduğunda onları başka bir deliğe götürdü, kanalizasyonu su bastığında hepsi ölmek üzereyken oradaydı.

İçlerinden biri kanalizasyonda saklanmaya başladıklarında hamileydi ve bir oğlan çocuğu doğurdu, o şartlarda, karanlıkta, farelerin arasında.

Ve, annesi bebeğini ertesi gün, daha bir günlükken öldürdü.

Bebek ağlıyordu çünkü ve gürültü yaparlarsa hepsi birden yakalanırdı.

Socha, işgal sona erene kadar bebeğe bakacağını söylemek için yanlarına geldiğinde öğrendi hakikati.

Kendi hayatı önemli değildi ama ötekilerin hayatı sessizliğe bağlıydı, kadın tercihini yaptı.

Ses kesildi.

Leopold Socha, tam ondört ay, Nazi işgalindeki bir şehrin kanalizasyonlarında hiç tanımadığı insanlara yardım edebilmek için hayatını ortaya koydu.

İşgal sona erdiğinde, lanet kanalizasyonun kapaklarını açıp perişan insanları birbirini ardına gün ışığına kavuşturduğunda çocuklar gibi bağırıyordu.

“Onlar benim Yahudilerim! Socha’nın Yahudileri! Ben sakladım!”

“Socha’nın Yahudilerinden” Krystyna Chiger, kendisine çok ağır geldiği için Holokost sürecini anlatan filmlerden kaçındığını söylemiş yıllar sonra, kendi hikâyesinin anlatıldığı Karanlıkta Kalanlar’ın prömiyerinde.

“O kadar gerçekçiydi ki sanki yeniden kanalizasyona girdiğimi ve o kokuyu duyumsamaya başladığımı hissettim.”

Son kadehte artık sadece Socha, “Socha’nın Yahudileri” ve yaşamak şansı verilmeyen o bebek.

Film bitti, ben de bittim.

@Ahval Türkçe


Ahval News

Yorumlar kapatıldı.