İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ateistlerin beyinleri inanan insanların beyninden farklı mı?

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Miguel Farias

Dinin bilişsel açıdan araştırılması, son zamanlarda tanrıya inanmayan insanların zihinleri gibi yeni ve bilinmeyen bir alana dek genişledi. Acaba ateistler, inançlı insanlardan farklı biçimde mi düşünüyor? Beyinlerinin çalışma biçimiyle ilgili özel bir şey mi var? Neler bulunduğunu ortaya koymak amacıyla, üç önemli kare üzerinde duracağım.

Bunlardan ilki, 2003 yılından, büyük ihtimalle ‘nöro-ateizmin’ en fotojenik ânıdır. Biyolog ve ateist Richard Dawkins, dinsel bir deneyim yaşamak ümidiyle, Kanadalı nörolog Michael Persinger’ın laboratuvarına gitti. BBC’de yayınlanan ‘Horizon’ adlı programın ‘God on the Brain’ adlı bölümünde, Dawkins’in kafasına bilim kurgu filmlerdekine benzer eski model bir kask takıldı. Bu ‘tanrı miğferi’, temporal loblara* uygulanan zayıf manyetik alanlar oluşturdu.

DAWKINS SÜRPRİZİ

Persinger, daha önce bu tür bir uyarının, görünmez birinin ya da bir şeyin varlığını algılamaktan beden dışı deneyimleri harekete geçirmeye kadar çok çeşitli dini olguları tetiklediğini ortaya koymuştu. Buna karşın, Dawkins’le yapılan deney başarısız oldu. Persinger, Dawkins’in temporal lob hassasiyetinin çoğu insanda yaygın görülenden ‘çok, çok daha düşük’ olduğunu açıkladı.

Temporal lobların dini deneyimlerin merkezi olabileceği düşüncesi 1960’lardan beridir mevcut. Öte yandan, bu, hipotezin, bir beyin bölgesinin daha düşük duyarlılığa sahip olmasına dayanan dini deneyim eksikliğini açıklamak üzere genişletildiği ilk çalışmaydı. Bu hipotezi daha geniş bir ateist örneklemeyle test etmek heyecan verici bir olasılık içerse de, hâlâ yapılması gereken şeyler var.

İkinci kare, bizi 2012 yılına götürüyor. ABD ve Kanada’da bulunan laboratuvarlarca yayınlanan üç makale, analitik, mantıksal düşünme biçimini inançsızlığa bağlayan ilk kanıtı ortaya koydu. Psikologlar, uzun zamandan beri, beynin bilgiyi, bilinçliye karşı bilinçsiz, derinlemesine düşünceye karşı deneyimsel, analitiğe karşı sezgisel gibi farklı yollarla işlemesi hakkında teoriler oluşturuyorlar. Bunlar, beynin belirli bölgelerinde görülen aktivitelerle bağlantılıdır ve sanat da dahil olmak üzere uyarıcılar tarafından tetiklenebilir. Araştırmacılar, katılımcılardan Rodin’in meşhur heykeli Düşünen Adam’ı düşünmelerini istediler ve daha sonra analitik düşüncelerini ve tanrıya dair inançsızlıklarını değerlendirdiler. Heykeli görenlerin analitik düşünme görevinde daha iyi bir performans sergilediklerini ve imajı görmeyen insanlara kıyasla tanrıya daha az inandıklarını söylediklerini kaydettiler.

Aynı yıl içinde, Finlandiya’daki bir laboratuvar, bilim insanlarının bir dizi kısa hikâye sunduğu ve son cümlenin ‘evrene dair bir işaret’ olup olmadığını sorarak ateistleri doğaüstü düşünmeye yönlendirmeyi denedikleri bir çalışmanın sonuçlarını yayınladı (bir şeyi ‘işaret’ olarak yorumlamak, örneğin bir şeyi ‘rastlantı’ olarak yorumlamaktan daha doğaüstü bir yaklaşımdır). Bu çalışmayı, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) aracılığıyla beyinlerini tararken yaptılar. Katılımcılar, doğaüstü düşünceyi ne kadar engellerse, beynin ‘sağ alt frontal girus’ bölgesindeki aktivite de o kadar güçlü olur. Bu bölgenin bilişsel engelleme, yani kimi fikir ve davranışlardan kaçınma yeteneğiyle bağlantılı olduğunu biliyoruz.

Birlikte ele alındığında, bu çalışmalar ateistlerin analitik ya da derinlemesine düşünceye daha fazla ilgi göstermiş olduğunu göstermektedir. Eğer bir tanrıya inanmak sezgiselse, o zaman bu sezgi daha titiz biçimde düşünme yoluyla geçersiz kılınabilir. Bu bulgu, ateistlerin zihinlerinin inananlarınkilerden tam anlamıyla farklı olduğu ihtimalini açık biçimde gündeme getirdi.

TEKRARLANAMAYAN DENEYLER

Peki bu bulgular ne kadar sağlam? 2015 yılında, psikoloji alanında bir ‘tekrarlama krizi’ baş gösterdi. Yeniden gerçekleştirildiğinde, pek çok klasik çalışmanın sonuçlarının elde edilemediği ortaya çıktı. Din ve ateizm psikolojisi de bir istisna değildi.

Rodin’in Düşünen Adam’ı ile yapılan deney, gözden geçirilen ilk çalışma oldu. Orijinalinden daha büyük olan üç yeni çalışma gerçekleştirildi ve tamamı da orijinal sonuçları tekrarlama konusunda başarısız oldu. Dahası, bir örnekte zıt bir sonuca ulaştılar: Düşünen Adam’ı düşünmek, dini inancı artırmıştı.

Orijinal çalışmalarla ilgili muhtemel bir sınırlama, tamamının ABD’de gerçekleştirilmiş olmasıdır. Kültür, bir ülkede, ateizmle ilişkili analitik bilişsel tarzın başka bir yerde olmadığı kadar kararlı bir şekilde hareket etmesine neden olabilir miydi? Orijinal Rodin çalışmasının yazarı, 13 ülkeden bireylerin yer aldığı yeni bir çalışmada buna yanıt bulmaya çalıştı. Elde ettiği sonuçlar, bilişsel analitik yaklaşımın sadece üç ülkede ateizmle bağlantılı olduğunu teyit etti: Avustralya, Singapur ve ABD.

2017 yılında, inançsızlık ve bilişsel engelleme arasındaki bağlantıyı daha sağlam bir yolla test etmek için bir çift kör çalışma yapıldı. Hangi alanın aydınlandığını görmek için beyin görüntüleme tekniği kullanmak yerine, bilişsel engellemeden sorumlu olan ‘sağ alt frontal girus’ bölgesini doğrudan uyarmak için bir beyin uyarım tekniği kullandılar. Ne var ki, katılımcıların yarısına sahte bir uyarıcı verildi. Ulaşılan sonuçlar, uyarıcının işe yaradığını, katılımcıların bilişsel engelleme görevinde daha iyi sonuçlar elde ettiğini ortaya koydu. Öte yandan, bunun, doğaüstü inancı azaltma hususunda hiçbir etkisi yoktu.

ATEİZMİN KARMAŞIKLIĞI

Üçüncü kare şuydu: Bir adam, kilise gibi görünen bir arka planın önünde durmaktadır. Sol eli kalbinin üzerindeyken sağ eliyle kutsama işareti yapıyor gibi görünmektedir. Adam bir rahip olsa da tanrıya inanan herhangi bir kilisenin mensubu değildir: O, 19’uncu yüzyılda August Comte tarafından ateistler ve agnostikler için kurulan bir kilise olan ‘Pozitivist İnsanlık Tapınağı’nın başkanıdır ve bu rahip istavroz değil, Pozitivist kutsama yapmaktadır.

Fotoğrafçı Aubrey Wade ile birlikte, dünya çapında 20’den fazla laboratuvarı kapsayan ve sürmekte olan ‘İnançsızlığı Anlamak’ adlı büyük bir proje için veri toplarken, Brezilya’nın güneyinde bulunan bu faal tapınağa rastladım.

İnsanlık sevgisine adanmış inançsızların oluşturduğu faal bir kilise bulmak –başta gelen ilkesi ‘başkaları için yaşamak’ idi-, ateistler ve onları dindarlardan ayıran sınır hakkındaki düşünme biçimimi alt üst etti. Ve bu durumun, bu alanda yapılan çalışmaları nasıl geliştirdiğimizle ilgili etkileri de söz konusu. İnançlı insanlarla deneyler yaparken, dini imgelerden müziğe varıncaya kadar birçok uyarıcıyı kullanarak laboratuvar ortamında dini bir etki ya da kavrayışı tetikleyebiliriz. Ama inançsızlar için bunun bir eşdeğerini bulmak zor oldu.

Oxford Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir beyin görüntüleme çalışması, Meryem Ana’nın bir görüntüsünü normal bir kadınınkiyle karşılaştırdı; resimlerin ikisi de aynı dönemde yapılmıştı. Araştırmacılar, Katoliklerin elektrik şoklarına maruz kalırken Meryem Ana’ya odaklandıklarında, bunun diğer kadına bakmaya kıyasla duydukları acıyı azalttığını keşfettiler. Hissedilen acıdaki bu azalma, ağrı engelleyici devreleri harekete geçirdiği bilinen bir bölge olan ‘sağ ventro-lateral prefrontal korteksin’ olaya dahil olmasıyla ilişkiliydi.

İnanmayanlar söz konusu olduğunda benzer bir etki bulunamadı ancak seküler resmi dini olandan daha hoş bulduklarını belirttiler. Peki ya testten geçirilen inançsızlar Pozitivist Tapınağın üyeleri olsa ve bu resimlerin yerine kendilerine insancıllığın tanrı veya tanrıçalarının bir resmi gösterilseydi, bu durum, dindar insanların yaşadığına benzer bir şekilde acılarını hafifletebilir miydi?

Geleceğin bilişsel bilimi, ateizm hakkında nasıl ilerleyeceği konusunda ziyadesiyle kafa yormak zorunda kalacak. Kültürel çeşitlenmeleri hesaba katan modeller geliştirmesi ve ateistlerin insanlığı yücelten ritüellerle ilgilenmesinin neticelerini de göz önünde bulundurması gerekecektir.

Yazının orijinali The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.