İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yalçın… Abdülrezzak… Oşin…

Edebiyattan sinemaya, gündelik hayata kadar her şeyi konuştuğumuz uzun gecelerde Yalçın’ın Oşin hali diye bir konu yok, bilmiyoruz. Kimse kimseye “nesin” diye sormuyor ki! Hepimiz devrimciyiz. O kadar.

Nadire MATER

İETT otobüsündeyim, Bir anda onu gördüm, beni gördü mü görmedi mi anlayamıyorum. Gözümü kaçırıyorum, selamlaşamadığımız günlerdeyiz.
Yıldız Parkı’ndayız, tırmanıyoruz kadınlı erkekli, 1982 olmalı. Hangimiz kaçak hangimiz değil, bilemiyoruz. Çiğdem, üç dört yaşında, kurbağa Kermit’le çok mutlu, hediyeyi getirenin ismini bağırmaya bayıldı: ‘Abdülrezzaaak, Abdülrezzaaaak!’ Arananlar listesinde Abdülrezzak yoktur diyerekten gülüşüyoruz. “Bu nasıl isim?” Cevap vermiyoruz. Çiğdem’in de böyle sorular sorulmayacağını öğrenmesi gecikmiyor. Çocuklarımıza, galiba, önce yalan söylemeyi öğrettik o yıllarda.

Cunta kapattığında Demokrat gazetesi bir yaşını kutlayamamıştı. Hâlâ Demokrat deyince ilk akla gelen Cihan Ateş’tir bence. Tam da adı ve soyadı gibi yazılar yazıyordu; “Cihan Ateş ne yazmış”, “Cihan Ateş diyor ki…” muhabbetlerimiz aklımda.

Selam veremediğim de, Abdülrezzak da, Cihan Ateş de canım arkadaşım Yalçın aslında. Kırk yılı çoktan aştı dostluğumuz. Birbirimizi aramışız, aramamışız hiç mühim değil, her seferinde kaldığımız yerden devamla susmaksızın konuşmayı başarmışız. Siyaseten birbirimizi pek şaşırtmamışız. Daha ne olsun!

ÜSLUPTA BİR TANIŞIKLIK VAR GİBİ

Agos’ta Oşin Çilingir’i okuyorum, üslupla bir tanışıklık var gibi, bir başka Cihan Ateş mi? Evet, yanılmıyorum.

İlk nasıl, nerede tanıştık? Muhtemelen Yeraltı Maden-İş’te. Yalçın, maden mühendisi, bizim evin ikinci elemanı Tayfun da maden mühendisi. Devrimci Yolcu’yuz. Madencilerin Yeraltı Maden-İş’te örgütlenmesi efsane o günlerde. Çetin Uygur’la, Yalçın aynı evdeler. Evleri kurşunlanıyor, ölümden dönüyorlar.
Yalçın elinde oranj taşınabilir televizyonuyla bizim eve geldi. Bir Yalçın’ın gelmesine seviniyoruz, bir de saldırıdan yara almadan kurtulan televizyona. Yıl 1977, bizim evde TV yok.

Yalçın her akşam salonda koltuk minderlerinden yatağını yapıyor, lambalardan birini yanına alıyor, yatağın etrafını çalışma masasına çeviriyor. Akşam nüfusunun en az on olduğu evde herkes gittikten sonra –giderlerse tabii—biz derin sohbetlere dalıyoruz. Edebiyattan sinemaya, gündelik hayata kadar her şeyi konuştuğumuz uzun gecelerde Yalçın’ın Oşin hali diye bir konu yok, bilmiyoruz. Kimse kimseye “nesin” diye sormuyor ki! Hepimiz devrimciyiz. O kadar. Hayata, dünyaya karşı bitmez tükenmez sandığımız merak ve heyecanımızın sınırları da varmış besbelli. Sadece Devrimci Yolcu’luk bile yetiyormuş diyesim geliyor.

Oşin’leyse darbe sonrasında tanışıyoruz. Bakırköy’de, Beyaz Adam’la ve tabii ki Hrant’la. İnsan kaç arkadaşının doğduğu evi, ilkokulunu, okuma yazma öğrendiği sınıfı bilir? Mesela ben ilkokulumu ziyaret etmeyi aklımdan bile geçirmemişken, Oşin’in gitmek istemesinin, bir yerleri arkaya bakmadan terk etmek zorunda kalmakla ilgisi yok mu?

DİYARBAKIR’DA DOĞDUĞU YERDE

Diyarbakır’dayız. Oşin’ın Savaş Mahallesi Şeftali Sokak’taki evine gidiyoruz 2002’de. Kapıyı açan evin gelini Trabzonlu. Aile köyleri boşaltılanlardan. Kalabalık bir grubuz, rehberimiz Şeyhmus Diken. Geline, ‘Bu ev arkadaşımızın doğduğu ev, bir bakmak istiyoruz’ deyip cevap beklemeden adımımızı atıyoruz.

Gelin dehşetle bize bakıyor. Belki de evi geri almaya geldiğimizi düşünüyor. Ocağa çayı da koydu bu arada. Yalçın bahçedeki havuzun peşinde. Havuz falan kalmamış. Nerede, nerede? Gelin ne bilsin! Her zamanki gibi, meraklı, ince ince her şeyi gözlüyor, soruyor, hiçbir şeyi es geçmiyor. Tabii ki inatçı da. Öyle ki, ertesi gün İstanbul’a dönünce, ilk işi Diyarbakır’daki okulun müdürünü arayıp diplomasını istemek! Sanıyorum müdür de gönderiyor.

Yalçın’la Ada’da da beraberiz, daha yakın olabilmek için yazları dört gözle bekliyoruz. Birlikte denize giriyor, saatlerce kumsalda laflıyoruz, üzülüyor, öfkeleniyor, gülüyoruz. Minik dedikodular da yapıyoruz.

Çok eğleniyoruz birlikte. Eski günlerde dostluklarda “geliştirici mi” gibi laflarımız vardı, söylerken gülerdik de. Yalçın bu standarda da uygun, hakikaten geliştirici. Muzip hali insanı bir şey söylemese de güldürebiliyor. Sohbetlerimize sık sık dahil olan Yoldaş Pançuni’yi de anmadan geçemeyeceğim.
Ve, tabii, canım arkadaşım Ayla. Yalçın’ın bana, ki kendisine de, en büyük armağanı Ayla.

Bu 75’i Ada’da kutlar da kutlarız artık; Yalçın’a Yalçın’a diye kalkan kadehlerimiz eşliğinde.

(Bu yazı, ilk olarak 16 Mayıs 2020’de Agos gazetesinde yayımlandı.)


BirGün Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.