İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gedikli meyhanelerden muhabbet masalarına rakı

Gözde TÜZER

Sabah ne yesek, akşam ne içsek, işe nasıl gitsek, çocuğa nasıl baksak… Bir yandan hayat koşturması, bir yandan ev içi stres… “İki tek atalım” desek, pandemi nedeniyle mekanlar kapalı. Evde içelim desek durum daha vahim… Türkiye topraklarında en az 500 yıllık tarihi olan rakı, artık yurt dışında daha ucuz. Yani vergisini verenin içebildiği bir içki haline geldi. Ama sadece vergi vermek yetmiyor bu aralar içki içmek için. Önceden plan da yapmak gerekiyor. Zira pandemi kararlarında hafta sonu uygulanan sokağa çıkma yasağında tekeller kapatıldı, marketlere içki satma yasağı getirildi. İçki içecekseniz hafta içinden plan yapmak zorundasınız yani.

Hem bu kadar “yasak” varken bir de üzerine Dünya Rakı Günü’yken, anlatmamak olmazdı tabii rakı tarihini… Rakı bu toprakların en önemli kültürlerinden biri. Nasıl ki Fransızların şarabı varsa, bu toprakların da rakısı var. Üstelik tarihi 500 yıldan eski.

İLK RAKI FABRİKASI SULTAN ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE KURULUYOR

  1. yüzyıl Bizans döneminde rakı benzeri bir içkiden söz edilir ancak bu tam olarak rakı değil. 1200’lere gelindiğindeyse bu içki Anadolu ve Rumeli’ye getiriliyor. Bu dönemde de bugünkü rakıdan bahsetmek zor. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne göre rakı üreticilerine “Arakçıyan esnafı” deniyor ve bunlar da muzlu rakı, hardaliye rakı, nar rakısı gibi ürünler üretiyorlar. Yani bugün anason kokulu rakımızın ilk ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmiyor. (Bilinse, onun adına da kadeh kaldırırdık) Ancak bilinen ve kabul edilen bir gerçek varsa ilk rakı fabrikası Sultan Abdülhamid döneminde 1880’li senelerde Tekirdağ Yolu üzerindeki Umurca Çiftliği, daha sonra da bu çiftlikte Umurca Rakı Fabrikası kuruluyor.

GEDİKLİ MEYHANELERDEN AYAKLI MEYHANELERE

Meyhaneler tarihine ise aslında İstanbul tarihi demek doğru olur. Bizans döneminde her türlü meyveden şarap yapılıyor zaten. Ve meyhaneler hemen hemen şehrin her yerinde. Yine Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle anlatıyor: “İstanbul’un dört tarafında da meyhaneler vardır. Samatya, Kumkapı, Eminönü, Unkapanı, Cibali, Fener, Balat ve Hasköy ise meyhaneye en çok rastlanılan semtlerdir. Galata ise, zaten meyhane demektir.”

Osmanlı’da yasal meyhanelere “gedikli meyhaneler” deniyor ve vergi verip, bir loncaya kayıtlı oluyorlar. Ancak o dönemin de kaçak meyhaneleri yok değil. Bunlar “koltuk meyhaneleri”. Gedikli meyhanelerden daha ucuz ve yoksul halk buralara geliyor. Osmanlı’nın en ilginç meyhaneleri ise “ayaklı meyhaneler”. Satıcılar bellerine ucu musluklu bir tulum sarıyor, kadehlerini de tulumu gizlemek için giydikleri cübbenin içinde gizliyor. Meyhaneci omzuna astığı peştemalden tanınıyor.

MUHABBETLİ MEYHANE MASALARI DÖNEMİ

1850’lerden sonra Tanzimat ve meşrutiyetle beraber masa sandalye düzenine geçiliyor. Koltuk meyhaneleri ruhsat alıp ucuz meyhaneler haline gelirken, Gedikli meyhaneler de içkili lokantaya dönüşüyor. Buzdolabının kullanılması ile de kökten bir değişim yaşanıyor. Yemekler ve mezeler çoğalıyor, kadehlerin şekli değişiyor.

Günümüzde ise meyhaneler elbette Osmanlı’daki gibi değil. Ancak rakı kültürü hâlâ devam ediyor. Müziğiyle, mezesiyle, ara sıcağı, ana yemeğiyle, sohbeti muhabbetiyle, kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman güldüren zamanlarıyla meyhanelere biraz ara versek de, pandemi bitimi bir “büyük”le kutlanacak büyük olasılıkla.

YENİDEN BİR MASANIN ETRAFINDA OLACAĞIZ, ‘BÜYÜKLERLE’ BERABER

EN başta söylediğimiz gibi, evde içecekseniz de mutlaka önceden plan yapın. Yok öyle “Abi sen balıkları at mangala, ben bi’büyük aldım geliyorum, mezeyi de diğer arkadaşlar getiriyor zaten” zamanları. Ama o günler yeniden gelecek. Ve biz yeniden hep beraber bir masanın etrafında olacağız “büyüklerle” beraber… Afiyet olsun.


Evrensel Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.