Hratch Tchilingirian, Oxford Üniversitesi
Karabağ’da silahlı çatışma başlamadan çok daha önce, bölgenin gerçek tarihini ‘ispatlama’ çabaları, tarihçiler, siyaset bilimi uzmanları, arkeologlar, araştırmacılar ve bürokratlar için akademik ve bilimsel bir savaş alanıydı. Sovyet araştırma geleneği, özellikle de tarihin inşası süreci, oldukça yıkıcıydı ve hala da çatışan tarafların ‘öteki’ni nasıl gördüğü noktasında olumsuz etki yapmaya devam ediyor. Bugün hala Güney Kafkasya’da çatışan bu iki tarafta bulunan milliyetçi güçlerin Sovyet zamanında oluşturulan bu propagandist tarihlerden istifade ederek ‘öteki’ ve ‘düşman’ hakkında oluşturulan kamuoyu algısını üzerinde etkili olduğunu vurgulamak gerekir.
Dilbilimsel ve kültürel benzerlikler var olmamasına rağmen, Azerbaycan tarihyazımı Azeri ulusunun etnik kökenlerinde bir ‘Albanya bağlantısı’ inşa etti. Bu teze göre, tarihi Kafkas Albanyası (bugünkü Arnavutluk ile hiçbir bağlantısı yoktur) modern Azerbaycan’ın sosyal, kültürel ve bölgesel bir önceli, selefi olarak sunulmakta, bu şekilde de, Karabağ hakkında Ermenilerin yaptıkları talepler çürütülmeye çalışılmaktadır.[1] Son yıllarda, Azerbaycan’da, Karabağ hakkındaki erken dönem kroniklerde bulunan birincil tarih kaynaklarının yeni baskılarında Ermenilere yapılan referanslar silindi veyahut değiştirildi.
Bu tarihyazımının kökleri bir Sovyet politikası olan ‘yerlileşme’ye (korenizatsiia) dayanır. Bu politikaya göre, Sovyet cumhuriyetlerinde ‘ulusal tarih’lerin inşası resmi devlet ‘öğreti’sinin bir parçasıydı ve buna göre ulusal kimlik ulusal cumhuriyetlerin ayrılmaz bir parçasıydı. ‘Yerlileşme’ politikası ulusal kültürleri ve yükseköğretimi teşvik suretiyle söz konusu Cumhuriyet içerisinde Komünist parti kadrolarında yerli isimlerin sayısını artırmak amacı taşıyordu. Bu politika doğrultusunda, etnik topluluklar ve onların cumhuriyetlerinin ‘resmi tarih’leri hemen hemen birbirinin yerine geçebilir bir hal aldı. Sovyet devletinin politik yaklaşımı ‘tek cumhuriyet, tek kültür’dü. Yani, “Azerbaycanlı tarihçiler, gerçekliklere dayanan tarihler üretmek yerine, günümüz Azerbaycan Cumhuriyeti’nin genetiğinin varsayımsal bir etnik-teritoryal devamlılık esasında izlerinin sürülebileceği bir Ortaçağ Azerbaycan tarihi ürettiler.”
Azerbaycanlıların etnik kökenleri akademik tartışmaların konusuyken, akademisyenlerin çoğunluğu Azerbaycan’ın milli bir kimlik olarak 1918 sonrasında oluştuğu noktasında hemfikir. [2] Azerilerin adlandırılması noktasındaki tartışma 19. yüzyılın sonlarına kadar gitmektedir. Azerbaycan nüfusu, daha önceleri ‘Türk’ veya ‘Transkafkasya Tatarı’ olarak adlandırılırken, 1937 itibariyle ‘Azerbaycanlı’ olarak tanımlanmıştı.[3] Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu, Mohammed Amin Rasulzadeh, yeni cumhuriyetin Azerbaycan olarak adlandırılmasının ‘bir hata’ olduğunu kabul etmişti.[4] 2000 yılının Haziran ayında, Nezavisimaya Gazeta gazetesinde yayınlanan bir yazıda, Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın önde gelen danışmanlarından Vafa Guluzade, “Azerbaycanlı tanımlamasının kendisi Sovyet zamanından gelen bir anakronizm. Bizim dilimiz Türkçe ve milliyet olarak Türküz.”[5]
Ortaçağ’da, bugünkü Azerbaycan coğrafyasında, Hristiyan Kafkas Albanya Krallığı da olmak üzere yerli Kafkas halkları yaşıyordu.
Ermeni-Azeri ihtilafı bağlamında, ‘Albanya bağlantısı’ siyasallaşmış bir irredentism meselesi haline geldi. Azerbaycanlı tarihçiler, bugünkü Azeriler ile Kafkas Albanya halkları arasında bir bağlantı oluşturarak ve ortak bir milli tarih sunarak, Karabağ’da etnik devamlılık iddiasını sürdürmekte, ve Karabağ Ermenilerinin bölgeye görece yeni dönemlerde gelmiş göçmenler olduğunu ‘göstermekte’ ve bu şekilde onların ‘yerli olmadıklarını’ ve tarihi Azerbaycan topraklarında yaşadıklarını ‘göstermektedir’.
Günümüz Azerbaycan yazarları, Karabağ’da Türk akınları ve istilalarından önce yaşayan Ermenilere ait referansları silmekte, görmezden gelmektedir. Örneğin, 19. Yüzyıl vakanüvislerinden Mirza Jamal Javanshir’in Tarikh-e Qarabagh adlı eserinin yeni baskısında “ilk çağlarda [Karabağ’da] Ermeniler ve diğer gayrimüslimler yaşıyordu” ifadesi ve Ermenilerin Karabağ’daki varlığına referans veren diğer ifadeler sansürlenmişti. [6]
Nitekim, Azerbaycan ordusunun emekli bir albayı ve Azerbaycan Yedek Subaylar Derneği başkanı İsa Sadykhov, bu tarihyazımına desteğini şu sözlerle dile getirmiştir: “Son yıllarda bizim tarihçilerimiz ve siyasetçilerimiz Ermenilere verilen topraklar konusunu artan bir şekilde gündeme taşıyor olmaları güven vericidir.”[7] Akademisyen Shireen Hunter, “Azerbaycan Sovyet mirasından sürekli rahatsız olmuştur,” diye yazar, “fakat, öte yandan, mevcut siyasi lider kadrosu ve milliyetçi çevreler aynı tarihi revizyonizm yöntem ve metotlarını kullanıyorlar.” [8]
Tarihin yeniden yorumlanması, Azerilerin günümüzdeki öz algılamalarıyla iç içe geçmiş durumda. Washington D. C.’de görevli Azerbaycanlı bir diplomat olan Elin Suleymanov, bunu kısa ve öz biçimde şöyle açıklamıştır: “Azerbaycan’ın kompleks kimliği, geçmiş ve geçmişte yaşananların sonuçlarının günümüz problemlerini aydınlatmak için nasıl ve ne suretle yeniden yorumladıklarına bağlı olarak evirilmeye devam edecek.” [9]
On yıllar boyunca, Ermenistan’daki tarihçiler, Azerilerin tarihi iddialarını tarih öncesi devirlerden, ortaçağ döneminden ve modern çalışmalardan belgelerle çürütmeye çalıştılar, özellikle de Ermeni-Azeri itilafının yoğunlaşmaya başladığı 80’li yılların sonlarına doğru. Ama, Karabağ’da yaşayan Ermeniler, tarih kitaplarından ziyade, yüzlerce tarihi esere, dini binaların kalıntılarına, kiliselere, manastırlara işaret eden Karabağ’daki Ermeni varlığının ‘yaşayan tanıkları’dır. Akademik bilgiden tamamen yoksun, orta yaşlı, 13. Yüzyıl Gandzasar Manastırı yakınında yaşayan Karabağ’lı bir çiftçi, bana saha araştırmam sırasında şunu söylemişti: “Bu manastır bizim Ermeni kalmamızı sağladı. Bu duvarların üstündeki yazılar bizim kim olduğumuzu bilmemizi sağladı. Araba boyutunda bir haçkar var dağın tepesinde, atalarımız onu oraya buranın Ermeni toprağı olduğunu göstermek için yerleştirdi.” Ryszard Kapuscinski bu haçkarlar hakkında şöyle yazmıştır: “Ermeni var oluşunun sembolleri, sınır işaretleri… işaret direkleri. En erişilemez yerlerde onları bulabilirsiniz.”[10]
Bugün Karabağ olarak bilinen coğrafyada Hristiyanlığın tarihi ve Ermeni Kilisesi’nin varlığı ortaçağlardan başlayarak günümüze kadar sayısız tarihçi tarafından kayıt edilmiştir.
1600 Yıllık bir Hristiyan Mirası
4. Yüzyılda, Ermenistan’ın Hristiyanlığı kabul etmesini müteakiben, Artsakh (gelecekteki Karabağ) ve Utik vilayetlerini içeren Albanya Krallığı (Balkanlardaki Albanya/Arnavutluk ile karıştırılmaması gerektiğini yeniden hatırlatalım), Ermenistan’ın Hristiyanlaşmasını sağlayan Aydınlatıcı Aziz Krikor’un gayretleriyle Hristiyanlığı kabul etmişti. Aydınlatıcı Aziz Krikor’un torunu Krikoris, yaklaşık olarak M.S 330 yılında Albanya Kilisesi’nin liderliği makamına atanmıştı. 338 yılında ülkenin kuzeydoğu bölgesinde, Derbent (bugünkü Rusya’nın Dağıstan bölgesi) yakınlarında Hristiyanlığı yayma çalışmaları sırasında şehit olmuştu. Bedeni Artsakh’a getirildi ve Amaras’ta, Martuni yakınlarında, bir kiliseye gömüldü. 489 yılında, kral III. Vaçagan kiliseyi restore etti ve Krikoris adına özel bir şapel inşa ettirdi. Amaras Manastırı Karabağ’ın en önemli mabetlerinden biri olarak bugüne ulaşmıştır ve hacılar için kutsal bir mekân olarak kabul edilir.
Albanya Kilisesi, İberya Kilisesi gibi (608 yılına kadar), Ermeni misyonerler tarafından kurulmuştur ve Ermeni Kilisesi kuralları ve geleneklerine bağlılığını belirtmiştir. Khalkedon Konsili’nin ardından oluşan ‘diofizitizm’ konusundaki ihtilafı takiben, üç kilise birlikte 6. yüzyılda Dvin Konsili’ni toplanmış ve Khalkedon kararları reddedilmiştir. 552 yılında, Albanya Kilisesi merkezi Derbent’ten Partav’a taşınmış ve bir Albanya Katolikosluğu kurulmuştur. Albanya Kilisesi Patriği’ne ‘Aghuank [Artsakh ve Utik] Katolikosu’ ünvanı verilmiş ve Ermeni Katolikosu tarafından atanma ve kutsanması yapılmıştır. [11]
11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar, ‘Artsakh’ın Ermeni Prensleri’nin çabalarıyla kırktan fazla manastır ve dini merkezin inşası yapılmıştır. Tarihçi Psikopos Makar Parkhoutaryants’ın dediği gibi: “Zamanla bu manastırlar ‘aydınlanmanın bacaları, Hristiyanlığın sıcak bir ocağı, tütsü dolu ibadet evleri, inancın umudun ve sevginin savunucuları, dilin, edebiyatın, ulusun savunucuları ve Ermeni Kilisesi’nin eşsiz ve ortodoks doktrinlerinin tereddütsüz savunucuları olan kutsal yerler’ olmuşlardır.” [12]
Artsakh’ta kilisenin bölgede canlanmasına katkıda bulunan en ünlü ailelerden biri soylu Hassan-Jalal ailesiydi. Ünlü Gandzasar Manastırı’nın inşasının yanı sıra, ailenin üyelerinden kilisenin hizmetine birçok Katolikos ve papaz katılmıştır. Gandzasar Manastırı’nın avlusunda gömülü olan Jalal klanının son din adamı Metropolit Baghdassar’ın mezar kitabesinde şu şekilde yazılmıştır: ‘Bu mezartaşı, Artsakh’ın büyük prensi Jalal’ın ailesinden bir Ermeni-Alban olan Metropolit Baghdassar’a aittir. Tarihi: 3 Temmuz 1854.’ Prens Hassan Jalal da 1261 yılında aynı manastır avlusuna gömülmüştü.
15. yüzyıldan başlayarak, Gandzasar Manastırı, Albanya Kilisesi’nin yerli Katolikosu’nun merkezi makamı haline geldi. Karabağ’da ayrı bir Katolikosluğun var olması, kendine bağlı otonom dini enstitüleriyle, bölgenin dini bir merkez olarak önemine işaret etmektedir.
19. yüzyılda yerli Katolikosluğun statüsü büyük bir ölçüde azaltıldı. Çarlık Rusya Karabağ’ı Pers egemenliğinden kurtarınca, Karabağ Katolikos’u Sarkis, sürgünden geri döndüğünde rütbesi imparatorluk otoritelerinin 1815’te aldığı karar sonucu Metropolitlik derecesine düşürüldü. Metropolit Sarkis kutsal makamın liderliğini 1828 yılına kadar ölümüne değin sürdürdü. Ölümünün ardından, Karabağ Meliklerinin (prenslerinin) talebi üzerine, Eçmiyadzin’deki Katolikos Yeprem, 1830 yılında Sarkis’in yeğeni olan Baghdassar’ı Karabağ Piskoposluğu’na atadı. Eçmiyadzin Ana Katedrali’ndeki törenle bu göreve ataması yapılmıştı. Yani, Karabağ Katolikosluğu, önce bir Metropolitliğe düşürüldü ve ardından da Eçmiyadzin’e bağlı Ermeni Kilisesi’nin bir piskoposluk bölgesi haline dönüştürüldü.
1820 ile 1930 yılları arasında, Karabağ kültürel ve dini hayat anlamında çok canlı bir merkezdi. Karabağ Piskoposluğu ve İsviçre misyonerleri (Basel Evanjelik Birliği) sadece Suşi’de on okul açmıştı ve bölgedeki ilk matbaayı da 1828 yılında kurmuşlardı. Kilise ve şahıslara ait matbaalar 150’den fazla İncil, dini, felsefi, bilimsel ve edebi eserler basmışlardır. Şuşi’de etnograf Yervant Lalayan’ın Etnografik dergisi (ilk cilt) gibi bir düzineden fazla gazete ve dergi basıldı. Bu dini-kültürel rönesansın bir kalıntısı bugünkü meşhur Ghazanchetsots Kutsal Kurtarıcı Katedrali’dir (1868-1887 yılları arasında inşa edilmiştir).
Ünlü keşiş-öğretmen Hovsep Artsakhetsi’nin de içinde bulunduğu birçok ünlü öğretmen ve alim Şuşi’deki piskoposluk okulunda ders vermiştir. Hovsep Artsakhetsi Alman filozof ekolu ışığında sentetik mantık üzere çalışmalar yapan ilk Ermeni filozoftu ve mantık ve epistemoloji üzerine yazdı. İlk kitabı, Felsefenin ilk Elementi: Mantık, 1840 yılında basıldı. İlginç ve dikkat çekicidir ki, Ermeni Kilisesi’nde nadir gördüğümüz bir durum olarak, Şuşi’de kadın keşiş ve diyakozlar da bulunmaktaydı. Bu kadın keşiş ve diyakozlar, piskoposluk himayesinde sosyal ve ruhani çalışmalarda bulunuyorlardı.
Erken Sovyet Dönemi Boyunca Kilise
1923 yılında Dağlık Karabağ’da Sovyet yönetimi kurulduğunda, Sovyetlerin dini kurumlar üzerine uyguladığı baskının bir sonucu olarak, Ermeni Kilisesi büyük engellemelere maruz kalan ilk ulusal kurumların başında geliyordu. Bakü Ermeni piskoposu, Piskopos Mateos, 3 Kasım 1924’te yazdığı bir mektupta, Eçmiyadzin Yüksek Dini Kurul’a belirttiği üzere, ‘devletin inanç ve dini hizmetlerde özgürlük veren genel kararnamesi’ne rağmen, yerel komünist liderler papazlara ve kiliselere karşı şiddet içeren ve aşırı derecede katı önlemler alıyorlar. İnsanlar ve papazlar, “cahilce bunların devlet kanunu olduğunu düşünüyorlar ve yüksek makamlara şikâyet etmekten kaçınıyorlar […] Ne bir korumaları ne de baş rahipleri var, belirsizlik içinde kaldılar.” Mektubunun sonunda Piskopos Mateos Eçmiyadzin Yüksek Dini Kurul’unu Karabağ’a bir an önce baş-rahip atamaları noktasında çağrıda bulunuyor ve aynı zamanda onlara Karabağ’daki merkezi otoritelere resmi olarak yazmalarını ve onların dikkatlerini ‘yerel yetkililerin kanunsuz uygulamalarına’ çekmeye çağırıyordu.
Bakü başpiskoposu Piskopos Mateos’un önerilerine ve Karabağ Kilisesi’nde yaşanan ve gittikçe artan zulme bir yanıt olarak, Eçmiyadzin Katolikosu 1925 yılında arşimandrit (daha sonra piskopos) Vertanes’i Karabağ Kilisesi başpiskoposu olarak atadı ve kendisini kilisenin yönetimi için bölgeye gönderdi. Şuşi şehri, yakın zamanda Ermeni mahallesinin tamamen yakılması ve piskoposluğa ait merkezin kapatılması nedeniyle kullanılamaz durumdaydı. Dolayısıyla, yeni baş-rahip Gandzasar Manastırı’nı yeni piskoposluk merkezi olarak seçti. Kısa zamanda Karabağ’daki tüm kilise ve manastırları gezerek Eçmiyadzin’e gönderdiği raporlarda Kilise üzerine artan baskılara, vaziyetin gittikçe kötüleşiyor olmasına ve kendi faaliyetleri üzerinde artan baskıya değiniyordu. Dağlık Karabağ İçişleri Komiserliği onun faaliyetlerini yakından takip ediyordu.
1929 yılında, (artık) Piskopos Vertanes, Eçmiyadzin Katolikos’u V. Gevorg’a (1911-1930) gönderdiği mektupta, Karabağ’da Kilise’nin içinde bulunduğu halden yakınmaktadır. “Her gün, düzinelerce kilise ve manastır kapatılıyor, din adamları hapse atılıyor ve sürgün ediliyor […] Lütfen bu korkunç durumda bize yardım edin […] elimizde kalan sadece 112 kilise, 18 manastır ve 276 rahip.” Aynı zamanda, Eçmiyadzin’in devlet otoriteleriyle Karabağ Kilisesi için yapmış oldukları görüşmelerden bir sonuç çıkmamıştı. 7 Şubat 1930 tarihinde, Piskopos Vertanes tutulandı ve hapsedildi. Yaklaşık iki yıl hapiste tutulduktan sonra 1 Ocak 1932 tarihinde, “Yüksek Mahkeme’nin herhangi bir suç tespit edememesi” üzerine serbest bırakıldı. Serbest bırakılmasından sonra Eçmiyadzin’e ‘yeniden sağlığına kavuşmak’ için döndü ve bir daha Karabağ’a dönmesine izin verilmedi. Böylelikle, faaliyetleri sonlandırıldı ve resmi olarak Ermeni Kilisesi’nin Karabağ’daki varlığı son buldu.
19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına kadar Karabağ ve çevre bölgelerinde 250-300 rahip hizmet verdi. 1996 yılında, Karabağ’da, Piskopos Barkev Martirossian da dahil olmak üzere sadece altı tane rahip vardı. Elli yıldan fazla bir süre, Karabağ’da faal kilise olmadığı gibi hizmet veren din adamı da yoktu.
Kilisenin Karabağ’da Geri Dönüşü
Mart 1988’de, Yerevan ve Stepanakert’te bir ay önce başlayan ve artarak devam eden gösteri ve ayaklanmaları yatıştırma amacıyla, Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkezi Komitesi Dağlık Karabağ’daki sosyo-ekonomik gelişmeler hakkında bir genelge yayınladı. Bu aynı zamanda kültürel ve dini anlamda da bölgede bir canlanma havası yarattı. Kilisenin resmi olarak açılmasından önce, dine ve kiliseye karşı yenilenmiş bir ilgi, Ermeni Kilisesi’nin Kilise-sever Kardeşliği vaizleri sayesinde yaratılmıştı. 1987 yılından başlayarak, bir grup insanın ilgisini çekmeyi başarmışlar ve onları yeniden ‘dine döndürmüş’ ve ‘imanlı sadık Hristiyanlar’ olmalarını sağlamışlardı. Bu aynı zamanda gizlice protesto imzalarının toplandığı ‘ulusal kurtuluş hareketi’nin başlangıcıyla da aynı zamana denk geliyordu. 1988 yılının ilk dönemlerinde, Hristiyanlığa dönen bu yeni ‘dönme’ler Karabağ’da kiliselerin yeniden açılması için gizlice imzalar topluyorlardı (bu politik ve teritoryal değişimler için toplanan büyük imza kampanyalarının yanında ayrı bir kampanyaydı). Toplanan imzalar Sovyet otoritelerine sunulduğu gibi bir kopyası da Eçmiyadzin’deki Katolikos’a verilmişti.
Karabağ’daki bu ‘inananlar’ hareketi, Katolikos Vazken I’e otoriteler karşısında uzun zamandır ölü bir durumda olan Karabağ Piskoposluğu’nu canlandırmak için ekstra bir koz oldu. Kasım 1988’de, Barkev Martirossian’ı Karabağ Piskoposluğu pozisyonuna atadı. Fakat, duyurudan önce, genç ve Karabağlı bir papaz olan Peder Vertanes Abrahamyan’ı Eçmiyadzin’den geri dönen bir delegasyonla Karabağ’a göndermişti. Peder Vertanes (adını Karabağ’ın son piskoposundan almıştır) on yıllar sonra Karabağ anklavını ziyaret eden ilk din adamıydı. İnananlarla beraber kaldı ve ‘gizlice insanları evlerinde vaftiz etti çünkü OMON kuvvetleri (Sovyet İçişleri Bakanlığı Özel Kuvvetleri) bölgeye yayılmıştı ve özellikle Karabağ Hareketi’nde aktif gençleri yakından takip edip tutukluyorlardı.’ Yetmişe yakın insan vaftiz edilmiş ve böylelikle kiliselerin daha sonraki yıllarda yeniden açılmasına katkı sağlayacak çekirdek bir çalışan kadrosu oluşturulmuştu.
Kısa bir süre sonra, göreve yeni tayin edilmiş Piskopos, dört rahiple birlikte Karabağ’a gitti ve Piskoposluk merkezini kurdu. Yaklaşık altı aylık bir hazırlık ve restorasyon süreci sonunda, resmi anlamda yeniden açılan ilk kilise 1 Ekim 1989 tarihinde Gandzasar Manastırı olmuştur. O gün, Piskopos verdiği vaazda şöyle demiştir: “Bugün zaferlerimizin başlangıcıdır.”
Karabağ’daki kilise önde gelenlerinin ilk görevi kiliseleri yenilemek, restore etmek ve halka ibadet yerleri tahsis etmekti. Özellikle, Amaras ve Gandzasar gibi tarihi öneme sahip manastırların bir an önce açılmasına öncelik verilmişti. 1989 ile 1991 yılları arasında, din adamları aktif bir şekilde Karabağ genelinde İncil’i öğretme ve yeniden Hristiyanlaştırma çalışmalarında bulundular. Pazar okulları kuruldu, çocuklara gerekli eğitimi verebilmeleri ve onları vaftize hazırlamak için öğretmenler yetiştirildi. Psikopos tarafından Stepanakert Enstitüsü’nde (daha sonra Artsakh Devlet Üniversitesi) ve diğer okullarda din ve Hristiyanlık üzerine yüzlerce öğrencinin katılımıyla haftalık dersler düzenlendi. 1989-1990 akademik yılında 12 öğrencinin eğitim aldığı bir ruhban okulu açılmış olsa da, savaş nedeniyle bir yıldan az bir süre zarfında kapatılmak zorunda kalındı. 17 ile 45 yaş arasındaki tüm erkeklerin askere alınması zorunlu olduğundan, bütün öğrenciler silah altına alındı. Bu durum, Piskoposluk bölgesinin artan papaz ihtiyacını karşılamak adına Kilise’nin yürüttüğü papaz yetiştirme çalışmalarını da ciddi anlamda etkiledi. Dağlık Karabağ Cumhuriyeti Savunma Bakanı tarafından Piskopos’a sadece üç genç diyakoz bulundurma izni verilmişti. Karabağ Piskoposluğu’nun bir diğer önemli projesi Yerevan’da 1990 yılında Gandzasar Teoloji Merkezi’nin kurulmasıydı. Bu merkez hem Karabağ hem de Ermenistan için toplu halde edebi ve dini yayınlar yaptı. 1995 yılına kadar en az kırktan fazla akademisyen, teolog, uzman ve personelin istihdamını sağladı ve aynı zamanda Ermenistan ve Karabağ’ın ilk teoloji dergisinin basımını da bu merkez yapmıştı.
Yeniden kuruluşundan sonra üç yıl içinde, Ermeni Kilisesi sadece dini bir kurum olarak değil aynı zamanda Karabağ halkıyla yan yana mücadele eden ulusal bir kurum olarak da meşruiyetini yeniden kazandı. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte önü açılan din ve inanç özgürlüğü, bağımsızlık mücadelesi zamanına da denk geldi. Kilisenin evanjelist çabaları, halkın ulusal hedefleri ve Karabağ’ın bağımsızlığı için yürütülen kitlesel seferberlik süreciyle aynı zamana denk gelmişti. Kilise, dini ve ulusal kimliklerinin tarihsel olarak önemli bir kaynağı olarak halk tarafından, hatta inanmayanlar tarafından bile ‘geri kazanılan’ ilk ulusal kurumlardan biriydi. ‘Dağları koruyan manastırlarının’ ve kiliselerinin işleyişi, Azerbaycan’la savaş ihtimalinin arttığı bu dönemde mücadelelerinde belirsizliklerle karşılaşan Karabağlılara umut vermekteydi.
Karabağ Hareketi’nin ilk günlerinde, 1991’deki bağımsızlık ilanına kadar, Kilise, Polonya ve Doğu Almanya’daki kiliselerin rolüne benzer şekilde, halkın ve onların haklarının savunucusu olarak bir nevi vekil bir rol oynadı. Tanınmış bir siyasi liderliğin yokluğunda, Kilise, Karabağ halkının dış dünyadaki gayrı resmî temsilcisi oldu.
(çeviren: Ari Şekeryan)
Fotoğraflar: Hratch Tchilingirian
Notlar
[1] Jahangir Zeynaloglu, A Concise History of Azerbaijan. Trans. Ferhad P. Abasov. Winthrop, Mass, 1997. I. Aliev, Mountainous Karabagh: History, Facts, and Events. Baku, 1989 (Rusça); F. Mamedova, Political History and Historical Geography of Caucasian Albania. Baku, 1986; Z. Buniyatov, Azerbaijan from the Seventh to the Ninth Centuries. Baku, 1974; K. Aliev, Caucasian Albania from the First Century BC to the First Century AD. Baku, 1974); ayrıca bkz. Arif Mansurov, Black Spaces of History and Perestroika. Baku: ‘Sharg-Garb’ Publishers, 1991.
[2] Tadeusz Swietochowski, ‘Azerbaijan: Between Ethnic Conflict and Irredentism’. Armenian Review 43, 4, 1990: 45; Touraj Atabaki, Azerbaijan: Ethnicity and Autonomy in Twentieth-century Iran. London & New York: British Academy Press, 1993: 25. Shireen T. Hunter, ‘Azerbaijan: search for industry and new partners’ in I. Bremmer and R. Taras (eds.) Nation and Politics in the Soviet Successor States. Cambridge University Press, 1993: 230; Revaz Gachechiladze, ‘Geographical and Historical Factors of State Building in Transcaucasia’. Caucasian Regional Studies, 1, 1996. Firuz Kazemzadeh, (1951). The Struggle for Transcaucasia (1917-1921). New York: Philosophical Library, Inc. 1951. Graham Smith, Vivien Law, Andrew Wilson, Annette Bohr, and Edward Allworth, Nation-building in the Post-Soviet Borderlands. The Politics of National Identity. London & New York: Cambridge University Press, 1998: 50ff.
[3] Azerbaijani historian Suleiman Aliiarov, ‘Bizim sorghu’ in Azarbaijan 7, 1988: 176.
[4] Touraj Atabaki, Azerbaijan: Ethnicity and Autonomy in Twentieth-century Iran. London & New York: British Academy Press, 1993: 25.
[5] RFE/RL Caucasus Report, Vol. 3, No. 25, June 23, 2000.
[6] Garabaghnamälär, Baku 1989.
[7] Zerkalo (Baku) May 5, 2001.
[8] Shireen T. Hunter, ‘Azerbaijan: search for industry and new partners’ in I. Bremmer and R. Taras (eds.) Nation and Politics in the Soviet Successor States. Cambridge University Press, 1993: 237. Cf. Graham Smith et al. Nation-building in the Post-Soviet Borderlands. The Politics of National Identity. London & New York: Cambridge University Press, 1998: 50f.
[9] Elin Suleymanov, ‘Azerbaijan, Azerbaijanis and the Search for Identity’. Analysis of Current Events 13, 1, February 2001. İslam başka bir konudur, örneğin, Hadjy-zadeh writes: ‘le nationalisme turc, qui est entré en conflit avec I’islam, a contribué substantiellement à modifier l’identité azérie’ (see Hikmet Hadjy-Zadeh, ‘L’Azerbaïdjan entre turcité, islam et modernité’ in T. Gordadzé and C. Mouradian (eds.) Etats et nations en Transcaucasie. Paris: Problèmes politiques et sociaux No. 827, Série Russie. La documentation Française, 17 September 1999. Ayrıca bkz. antropolog Fereydoun Safizadeh’nin Sovyet sonrası Azerilerin “kimlik dilemması” adlı sunumu ‘On dilemmas of identity in the post-Soviet Republic of Azerbaijan’ içierisinde, Caucasian Regional Studies 3, 1, 1998.
[10] Ryszard Kapuscinski, Imperium. New York: Vintage International, 1994: 43.
[11] Բագրատ Ուլուբաբյան «Դրվագներ Հայոց Արևելից կողմանց պատմության (V–VII դարեր)», Երևան, 1981, 201-4.
[12] Մակար Եպս. Բարխուդարեանց, «Պատմութիւն Աղուանից» Հատոր Ա. Վաղարշապատ, Տպարան Մայր Աթոռոյ Սուրբ Էջմիածնի, 1902: 194.
***Bu makale, Hratch Tchilingirian’ın şu eserinden alıntılanmıştır: The Struggle for Independence in the post-Soviet South Caucasus: Karabakh and Abkhazia. London: Sandringham House, 2003, pp. 20-25; 155-167. E-kitap şu adresten ücretsiz olarak indirilebilir: https://oxbridgepartners.com/hratch/index.php/publications/monograph/524-karabakh-and-abkhazia
İlk yorum yapan siz olun