İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Münir Kilimci’ye Üstün Hizmet Ödülü

HYETERT – Hayatını toplumuna ve mensubu olduğu Süryani Kadim Cemaatine, Deyrulzafarân Manastırına ve Kilisesine hizmet etmeye adamış, İstanbul Süryani Kadim Vakfı onursal başkanı Sayın Münir Kilimci, İstanbul Süryani Kadim Metropoliti ruhani lideri ve Patrik vekili Mor Filüksinos Yusuf Çetin tarafından “Üstün Hizmet Ödülü” ile taltif edildi.

Gazeteci, siyasetçi, iş adamı sayın Münir Kilimci’yi yakından tanımanız, Mardin’den İstanbul’a uzanan hayat hikayesini, hayallerini, ideallerini ve kendinden sonraki nesile tavsiyelerini okumak için kendisi ile 2006 yılında IDEM Dergisinde yapılan röportajı dikkatinize sunuyoruz:

”Her zaman faal, her zaman aktif ve yardımsever sevgili ağabeyimiz Münir Kilimci ile uzun ve renkli bir sohbet yaptık. Sayın Kilimci, her türlü sorumuzu, yaşadığı derin tecrübelerin ışığında ayrıntılı bir biçimde cevaplandırdı.

Cemaatimizin önde gelen isimlerinden biri olan Münir Kilimci’yi tanımayan kimse yok. Ama Reyono’nun amacı, bu önemli insanın yaptıklarını, yaşadıklarını özellikle genç kuşaklara aktarmaktı. Bu amacımızı gerçekleştirdiğimizi düşünüyor, Sayın Münir Kilimci ağabeyimize, bugüne kadar yaptıkları tüm çalışmalar için teşekkür ediyoruz.

roportaj05.jpg

Uzun yıllar Süryani cemaatine büyük hizmetlerde bulundunuz. Tecrübelerinizden, geçmişte yaşadıklarınızdan yararlanmak üzere bir araya geldik. Bize öncelikle Mardin’de bir Süryani olmanın ne anlama geldiğini anlatabilir misiniz?

Mardin’de, o zamanlar civar ilçelerde yaşayanlar dâhil, 50 – 60 bin civarında Süryani vardı. Bunların çoğu köylerde ve Midyat’ ta yaşıyorlardı. Ama bizler şehirde yaşıyorduk ve şehirdeki cemaatimizin % 90’ı orta esnaf dediğimiz terzi, kunduracı, yemenici, abacı gibi mesleklerle iştigal ederdi. O günkü şartlara göre ekonomik yönden rahat sayılırlardı…

O zaman, o şartlarda bile oldukça aktif bir isimdiniz.

Ben 1946 yılında, çok partili hayata geçildiğinde henüz 17 yaşındayken partiye gidip (Demokrat Parti) üye olmak istediğimi söyledim. Fakat yaşım tutmuyordu, ne üyelik hakkım ne de oy hakkım vardı. Yaşım müsait olmamasına rağmen bir gönüllü olarak kabul ettiler beni. Rahmetli babam ve ben, 1946’dan 1950’ye kadar partide çok faal bir şekilde çalıştık. 1950 yılında beni ocak başkanı yaptılar. Belediyenin yönetim kurulu, 29 kişilik belediye meclisine cemaatten sadece 2 – 3 kişinin girebileceğini söyledi. Kimler diye sorduğumda bana farklı cemaatlerden isimler söylediler fakat ben bu isimleri kabul etmedim. Benim itirazımdan sonra parti il başkanının evinde yeniden aday listesi tespit edildi. Yeni listede benim çabalarımla, altı asil altı yedek cemaat üyesi bulunmaktaydı. Bu şekilde seçime girdik, dokuz kişiyi meclise üye seçtirdik. İsimlerini de söyleyebilirim, hala aklımda: Yusuf Devli, İbrahim Aydıner, Cemil Aras, Efrem Kalyoncu, İbrahim Gürdal, Davut Gürdal, Enis Kilimci, Mihail Mimar, Faraç Üzülmez… Genç yaşımda partide haddinden fazla tutuldum; çünkü çok samimi ve çok cesur çalışıyordum. Sözümden hiç geri kalmazdım. Hatta belediye seçimlerinden sonra Mardin’deki 14 muhtarımızdan birisinin Hıristiyan olması gerektiğini söyledim. Bu şekilde dört seneyi bitirdikten sonra bu sefer ilçe yönetim kuruluna seçildim. Yalnız bu partiden bahsederken yine cemaate dönmek istiyorum: Bizim Süryani Kilisemizde gelenek şuydu. Yönetim kurulu üyeleri ruhaniler tarafından atanır ya da seçilirdi. 1950’de hükümetimiz cemaatler için bir seçim kanunu çıkardı. Yönetim kurulu üyelerinin artık seçimle iş başına gelmeleri gerekiyordu. Rahmetli Metropolit Yuhanna Dolabani, kendi başkanlığı altında, Papaz Davut Söğüt, Abdullahat Tahincioğlu, babam Cercis Kilimci ve Abdullahat Kösnül’den oluşan beş kişilik liste yapıp seçim gününü tespit etti. Bu beş kişi, Seyidne’nin başkanlığı altında yönetim kuruluna seçildiler. 1953’te babam rahatsızlandı ve istifa etti. Seyidne, 1953 yılında genç yaşta beni babamın yerine yönetim kuruluna seçti. Bir sene sonra süremiz bitti ve yeniden seçime girmeye karar verdik.

roportaj03.jpg

Ruhanilerin Yönetim Kurulu’nu kurma yetkisinden ne zaman vazgeçildi?

1954 yılında babamın büyük ısrarlarıyla Süryani Yönetim Kurulu, ruhanilerin katılımı olmadan 12 kişiye çıkarıldı. Yani babam çok büyük bir reform yaptı. Bir gün değerli metropolitlerimizden biri olan Yuhanna Dolabani’nin makamına çıkarak yönetim kurulunun sadece sivillerden oluşması gerektiğini ve kendisinin sadece dini işlerle ilgilenmesinin uygun olacağını söyledim. Bunu yapmamın en önemli nedeni Türkiye’nin laik bir ülke olması yani din ve devlet işlerini birbirinden çok iyi ayırt ediyor olmasıydı. O tarihlerde zaman zaman İstanbul’a geldiğimde, o zamanki yönetim kurulu başkanı olan rahmetli Abdunnur Aydıner her toplantıya beni de davet ederdi ve Mardin’deki cemaatin durumu hakkında bilgi alırdı. O da aynı sivil sistemi burada kurdu ve 55 senedir dikkat ederseniz yönetim kurullarımızda hiçbir ruhani yok ve olmaması gerekir. Ben bu inancı taşıyorum. Benim ruhaniye saygım sonsuz. Fakat benim bütün idealim Süryani toplumunun daha çağdaş daha modern kurumlaşmaya doğru gitmesidir.

Peki, gazete işine girişmek kimin fikri, buna nasıl karar verildi?

Aslında rahmetli Seyidne Yuhanna Mardin’e matbaayı getirdiği gün babama benim matbaada çalışmamı istediğini söylemiş. Fakat ben dedemin yanında çalıştığım için kabul etmedim. Daha sonra bu görevi Hikmet Aynaz’a verdiler. Sonra da Cebrail (Kilimci) ve ben devraldık… Gazete öğleden sonra çıkıyordu. Rahmetli Cebrail Çoban zaman zaman ufak çapta yazılar yazıyordu. Diğer haberleri yabancı dergilerden ve İstanbul gazetelerinden seçip aktarıyorduk. Ben işe girince mahalli haberlere daha fazla önem vermeye başladım. Gazete 4 sayfa çıkıyordu. Makineyi elle çeviriyorduk. Yani çok zor şartlarda çalışıyorduk. Ben 1964 yılında İstanbul’a gelince, 2 – 3 sene Cebrail çalıştırdı. Daha sonra Kurtaranlar’a devrettik.

İstanbul’a geldiniz. İstanbul Mardin’e göre daha büyük bir şehir. Bir yönetim kurulu var, cemaat burada daha fazla. Burada yönetim kademesine girişiniz nasıl oldu?

roportaj07.jpg

İstanbul’a geldim. Rumların Yunanistan’a gönderildikleri dönemde İstanbul’da bir matbaa buldum. Cemaatin çoğu kuyumculuk yapıyordu ama ben başka bir şey yapmak istiyordum. Birkaç kişiye akıl danıştıktan sonra Cağaloğlu’nda bir Yahudi vatandaşın matbaasını satın aldım. Şu anda matbaamızda 100’ün üzerinde personel çalışmakta. Bence itibar, dürüstlük ve sadakatle birlikte başarı da geliyor. Bugün artık, piyasadaki sayılı matbaadan bir tanesiyiz.

Sizce cemaatimizin Mardin’de mevcut olan bağlılığı İstanbul’da da devam etti mi?

Hayır. Benim üzerinde durduğum şu, biz Mardin’de doğduk büyüdük. Bizim kendimize has çok güzel meziyetlerimiz, çok güzel geleneklerimiz, birbirimize olan sevgimiz vardı. Büyüklere özellikle saygımız örnek gösteriliyordu. Ama ben bugün İstanbul’ da bunu göremiyorum. Bir tahribat durumu var. Mesela dikkatimi çekiyor; kiliseye yaşlı bir insan geldiğinde hiç bir genç yerinden kalkıp yerini vermiyor. Bu çok güzel bir olay değildir. Mardin’de benden bir yaş büyük olan biri gelince hemen ayağa kalkar kendi yerimi verirdim. Buna üzülüyorum. Bu durum, hepimizin çabasıyla düzeltilebilir. Mesela ben Mardin’de şöyle bir uygulama yapıyordum: Herhangi bir merasim dolayısıyla diğer kardeş kiliselerden misafir geldiğinde onları en önde oturturdum. Çünkü ben de onların kilisesine gittiğim zaman bana aynı şeyi yapıyorlardı. Fakat şimdi kilise vekillerini de zaman zaman eleştiriyorum. Cemaati tanımak çok önemli. Yöneticilik yapacaksan kimin kim olduğunu, ne yaptığını bilmek lazım. Yoksa yönetim kurulunda üye olmakla iş bitmiyor. Kilise vekillerinin kendilerine has görevleri vardır. Kilise vekilliği, masanın arkasında pazardan pazara tepsi ile bağış toplayıp gitmek değildir. Düğünlerde bile kilise vekillerinin bulunması lazım.

İstanbul’da kilisenin yönetim kuruluna ilk olarak ne zaman katıldınız?

Ben 1964’te geldim ve katıldım. 1965’te Abdunnur Bey’in ısrarıyla Med Kültür Derneği’nde ikinci başkan oldum. 1982 yılında 6 kişilik bir grup ile Yönetim Kurulu Başkanlığı’na aday oldum. Kiliseye gittiğimde 13 köyden 13 aday vardı. Maalesef o 13 adayın hepsi işçi sınıfındandı ve bir müddet sonra Avrupa’ya gideceklerdi. Onların adaylıktan geri çekilmeleri için çok uğraştıysak da vazgeçmediler. Ben de bunun üzerine 6 kişilik grubumla birlikte çekildim. Böylece seçim 1 sene ertelendi. Daha sonra demokratik şartlarda seçim oldu ve seçildik. Ben ekibimi kurarken özellikle Diyarbakır, Mardin, Midyat ayırt etmeden her kesimi temsil eden üyeler seçmeye özen gösteriyordum… Benim dönemime kadar cemaatin kiliseye devamı fazla değildi. Bayram hariç Moda Kilisesi’nde ancak 35 – 40 kişi toplanabiliyorduk. Ben başkan olduğum dönemde rahmetli İbrahim Tahincioğlu bana yapmayı planladıklarımı sordu. İlk hedefimin cemaati toplamak olduğunu, ikinci olarak da İstanbul’a bir metropolit kazandırmak istediğimi söyledim. Moda, Tarlabaşı, Yeşilköy, Bakırköy yani tüm kiliselerde hem gençlik kollarını hem kadın kollarını kurduk. Bu ekipler çok güzel çalışmalar yaptılar. Bu sayede cemaat yavaş yavaş kiliseye gelmeye başladı.

roportaj02.jpg

Münir Kilimci Kadasetli Patriğimiz ve merhum Halep Metropoliti Mor Kuryakos Cercis El Kas Behnam ile birlikte Şam Patriklik Merkezi’nde

Bundan sonraki kuşaklara neler önerirsiniz?

Benim oğlum Amerika’da üniversitede okurken orada kalıp iş kurmak istedi. Fakat ben burada kalıp matbaada benim işlerime devam etmesi gerektiğini söyledim. Onun için benim tavsiyem her ailenin çocuklarını mutlaka okutması gerektiğidir. Lisan önemli, kültür önemli… Bir de demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Pasif kalmayacaksın bulunduğun yerde, siyasete gireceksin. Bu sene olmadı ikinci dönemde meclise gireceksin. Gerekirse milletvekili olacaksın. Bu insanın kabiliyetine bağlı olan bir şeydir. Eğer çevre edinmesini biliyorsan, kendini kabul ettirebiliyorsan seçilebilirsin. Engel yok! Benim bütün düşüncem bu! Aynen diğer vatandaşlar gibi sen de hakkını arayacaksın. Siyasete gireceksin, cemiyete gireceksin. Bence ne Amerika, ne Avrupa, ne de Kanada cemaatimize buradaki imkânları sunamaz.

Size göre İstanbul’da toplum olarak en büyük eksiğimiz nedir?

Benim en büyük idealim İstanbul Abraşiyesi’nin tam anlamıyla kurumlaşmasıdır. Kurumlaşmadan kastım da şudur: Yarın öbür gün, Tarlabaşı Kilisemiz bittikten sonra güzel bir kütüphanemiz de olmalıdır. Dergimiz Reyono’nun da daha ağır ve etkili olmasını temenni ediyorum sizden. Şöyle ki, bizi temsil eden tek yayın sizin hazırlamakta olduğunuz dergidir. Bizde de, tıpkı ülkemizin genelinde olduğu gibi kitap ve gazete okuma oranı çok düşüktür. Ben elimden geldiği kadar kitap okuyorum. Özellikle açık oturumları ne kadar uzun sürerse sürsün mutlaka takip ederim. Bilgimi artırıyorum, görgümü artırıyorum. Mesela ben cemaatimizdeki doktorlarımın listesini cebimde taşımak istiyorum. Doktorlarımızın hangi hastanelerde çalıştığını bilmek istiyorum. Çünkü bana acil şefkat gösterecek olan doktor, beni bilen, tanıyan, seven doktordur.

Kaynak: https://www.facebook.com/suryanikadimistanbul/ 

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın