İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hasan Cemal: Bu ülkenin ne iktidarından ne de muhalefetinden barışa dair tek bir kırıntı bile yok

T24 yazarı Hasan Cemal, Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’da süren çatışmalar nedeniyle Türkiye’de yaşayan Ermeniler’in tedirgin olduğunu aktardı. İki ülkenin çatışmasına Türkiye’deki iktidarın ve muhalefetin tavrını eleştiren Cemal, “Bir karamsarlık çukurunun dibinde kıvranıyoruz. Azerisi, Ermenisi, insanlar ölüyor. Daha acısı, bu ülkenin ne iktidarından ne de muhalefetinden barışa dair tek bir kırıntı bile yok. Ne kadar hazin. Milliyetçilik illeti insanlığın yakasından hiç mi düşmeyecek?..” diye sordu.

Cemal’in T24’te “Milliyetçilik illeti insanlığın yakasından hiç mi düşmeyecek?..” başlığıyla yayımlanan bugünkü yazısı şöyle:

İstanbul’da, bu topraklarda doğmuş

Ermeni dostlarla dertleşiyorum.

İçim acıyor.

Duygularını tek sözcükle ifade ediyor biri:

Tedirginiz!

Bir başkasının sesi:

Hep aynı şeyleri

yaşamak zorunda mıyız?

Gerçekten inanamıyorum.

Öteki yakın geçmişe uzanıyor:

İstanbul’da 1990’lı yılların başıydı.

Yine Azeri – Ermeni çatışması

patlamıştı.

İlkokuldaydım.

Okula gidemiyordum,

evden bırakmıyorlardı.

Korkmuştuk, bomba falan

patlar diye…

Bir başkası:

Bugün nasıl olalım?

Canımız sıkkın…

Bu memlekette

bize rahat yok.

Desen: Selçuk Demirel

Bir tweet:

Emin olduğum

bir şey varsa o da şu:

İstanbullu Ermeniler

dükkanlarını açmaya

giderken ayakları

geri geri gidecek.

Garo Paylan’ın sesi çalınıyor kulağıma:

Savaşa karşı barışı

savunmak için,

barışa inanan tüm kişi

ve kurumları

savaş politikalarına karşı

seslerini yükseltmeye

çağırıyorum.

Agos’ta bir yazı okuyorum:

İlk kez korkmaya

başladım.

İçimde bir hüzün dalgası kabarıyor:

Senelerdir Türkiye’de yaşamayı

seçmiş, yaşadığım yeri

ev olarak gören biriyim.

Yaşadığım ülkenin,

sınırda düşen çocuklara,

sokaklarda vurulan sivillere,

mahvolan hayatlara

duygusuz bakışı,

buna sevinişi korkutucu.

Kaldı ki bir Ermeni için

güvenlik konusunda

hiçbir zaman parlak bir yer

olarak görülmeyen

bu ülkede ilk kez korkmaya

başladım. Sevdiğim,

her gün selamlaştığım

komşularım, bakkaldaki abi,

sucu acaba bana selam verirken

ne düşünüyorlar,

televizyondan bangır bangır

yayılan düşmanlığı

içselleştirmişler midir,

diye düşünmeden edemiyorum.

Varduhi Balyan’ın Agos’taki yazısını okurken

içimde bir hüzün dalgası…

Acısını hissetmeye çalışıyorum.

Derin acısını anlamaya çalışıyorum.

Oysa, ne kadar umut dolu zamanlar da yaşamıştık.

Daha dün gibi…

2008 yılı Eylül ayının Erivan’ını hatırlıyorum.

Acının değil umudun, karamsarlığın değil

iyimserliğin yaşandığı zamanlardı.

İlk kez bir Türkiye Cumhurbaşkanı,

Abdullah Gül Ermenistan’ın başkentine gelmiş,

futbol diplomasisi yapıyordu.

Herkesin ağzında Türkiye – Ermenistan normalleşmesi…

Sınırların açılması…

Diplomatik ilişkilerin kurulması…

Türk – Ermeni dostluğu…

Ağızlarda umutsuz yaşanmaz sözü…

O geceyi hiç unutmam.

Gazeteci milleti kendine yine iyi bir meyhane bulmuştu:

The Real Armenian Kitchen.

Kökleri İzmir’e uzanan Artuş Babayan’la eşinin

kendi elleriyle hazırladıkları

birbirinden leziz meze ve yemekler…

Ermeni şarabı ve konyağıyla dolu kadehler

Türk-Ermeni dostluğu için kalkıyor.

Uzun masada, yakın geleceğe dönük barış beklentilerinin

fena halde ağır bastığı heyecanlı konuşmalar yapılıyor.

Ben de konuşuyorum.

Bir yıl önce kaybettiğimiz Hrant Dink’i anarken

göz yaşlarımı tutamıyorum.

2008 yılı Eylül ayında, evet,

ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı’nın,

Abdullah Gül’ün Erivan’a geldiği o zamanlarda

ne kadar da iyimserdik barış konusunda…

Bir de bugünkü halimize bakın.

Bir karamsarlık çukurunun dibinde kıvranıyoruz.

Azerisi, Ermenisi, insanlar ölüyor.

Daha acısı, bu ülkenin ne iktidarından

ne de muhalefetinden

barışa dair tek bir kırıntı bile yok.

Ne kadar hazin.

Milliyetçilik illeti insanlığın yakasından

hiç mi düşmeyecek?..


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.