Babacan Pesenkurdu ile Nazi kamplarından İzmir sokaklarına ulaşan bu hikâyeyi konuştuk.
Miryam ŞULAM
Kısa bir zaman önce, sosyal medyadan on yıldır takip ettiğim, İzmir’de tanışıp sohbetinden ve dost yüreğinden büyük keyif aldığım; dinletilerinde, sesiyle, seslenişindeki doğru vurgularla insan ruhuna dokunmayı başaran İzmirli dostum Babacan Pesenkurdu’na ait, Mayıs 2019’da, Destek Yayınları tarafından basılmış romanı ‘NOKTA Bir İzmir Hikâyesi’ geçti elime. Daha ilk sayfalarında dolanırken, Şalom okurları için bu kitabın tanıtımını yapmaya karar verdim. Ben çok etkilendim. Kitabı elinize aldığınız andan itibaren, bir solukta okuyup gerçeklerle dolu bir kurgunun içinde olacaksınız.
Babacan Pesenkurdu ile Nazi kamplarından İzmir sokaklarına ulaşan bu hikâyeyi konuştuk.
Şiir, öykü, deneme kitapların var; sonrasında roman yazmaya başladın. Seni yazmaya iten gücü nasıl açıklarsın; ilham kaynağın nedir?
Yazmak nefes almak gibi benim için. Kendimi ifade etme ve evreni anlama yolum bu sanırım. Anlama diyorum, çünkü bir cümleyi kurabilmek için çok araştırıyorum. Ve Sait Faik’in dediği gibi bir his var hep içimde, “Yazmasam, çıldıracaktım.”
Kitabın, 1942 Auschwitz I-SS Toplama Kampında, tüyler ürpertici satırlarla başlıyor; ardından bizi 2017 Agora’ya geri getiriyor. Savaş bitmiş olsa da, insanlık için savaş hâlâ devam ediyor. Bu hikâyeyi hazırlama sürecini bizimle paylaşır mısın?
Çocukluğuma gitmemiz lazım. Çünkü Basmane’de Havra Sokağında yaşayan amcama gide gele, oranın tam bir mozaik olan sokaklarında büyüdüm. Sonra okuma yazma öğrenip, tarihteki gerçeklerle yüz yüze geldim. Şunu sorguladı beynim: “Yahu boyozcu İzak Amca, neden böyle acılarla dolu bir geçmişin sahibi olmuş ki?” Bunun cevabını ararken, karşıma bir sürü vahşet dolu katliam çıktı. Çocukluğumun o güzel insanlarına, o çocuk Babacan’dan bir iz bırakmak istedim. Nazi Almanya’sı tüm insanlık için tarihinin en karanlık dönemlerinden biriydi. Çok araştırdım, okudum, izledim. “Daha vahşet dolu ne olabilir ki” dediğim her cümleden sonra daha da büyük bir vahşeti gördüm. Siz seyirci kalabilir miydiniz? Ben kalamadım.
Holokost ve Dr. Josef Mengele ile ilgili bilgiler için hangi kaynaklardan yararlandın? İzmir’deki Yahudi Cemaatinden kitabın için temasa geçtiğin kişiler oldu mu?
Rahmetli babam ve amcam çok okuyan insanlardı. Onlar sayesinde okuma alışkanlığımı edindim. Nazi Almanya’sı ve Holokost ile ilgili çok kitap okudum. Himmler, Mengele, Berenbaum gibileri karşıma geldikçe, bu daha da derinleşti. Belgeseller, filmler, kitaplar ve internet üzerinden ulaşabileceğiniz müze arşivlerini kullandım. Kendisi de bir Alman olan Eberhard Jackel çok haklıydı; “Dünyada hiçbir devlet, liderinin yetkisiyle, belli bir insan grubunun (kadın, çocuk, yaşlı, bebek ayırmaksızın) en hızlı şekilde katledilmesine karar vermemiş ve bunu kurumsal bir hafıza ile büyük bir disiplin içinde uygulamamıştı.” Bu sözleri okurken bile insan öylece kalakalıyor. İnsanın sahip olduğu tüm yetenekler bunu anlamaya yetmeyecek çünkü.
Çok Yahudi dostum var; kitabım çıktığında önce İzmirliler alıp okudular. Ancak araya COVID-19 girince, kitabımın özellikle İstanbul ve diğer şehirlerdeki Yahudi toplumlarına ulaşması gecikti. Yine de ben, her şeyin kararlaştırılmış bir zamanı olduğunu düşünürüm. Belki bu röportajdan sonra, bir yerlerde, birileri ile buluşuruz.
“Bazen, nokta koymak gerekir…” diyorsun. Kitabına NOKTA adını seçmenin ardındaki anlam nedir?
Nokta da küçüktür ama cümleyi bitirir. Bunu hayatınızın bir köşesine aldığınız vakit, sizi aşağıya çeken tüm ağırlıklardan daha erken kurtulma şansınız oluyor. Ve gökyüzü, sizi sonsuz bir mavilikle geleceğinize götürüyor. Bunun tam olarak kelime anlamı bu diye düşündüm.
NOKTA’da büyük bir kahramanlık öyküsüne tanık oluyoruz. Senin kahramanın kim?
Nokta’daki kahramanım Moşe Levi. İnsanlar, tarihin getirdiği acı ile baktılar belki romanda ona. Muazzam sevgi ve aşk dolu kişiliğini ıskaladılar mı bilmem. Eşine ve çocuklarına olan aşkı, yetinmeyi bilip, kendini ve dünyayı geliştirmeye çalışan mütevazı hayatı, en zor şartlarda bile ailesini korumaya çalışan babalığı ile bir krematoryumdan aşağıya salınan ve eşinin kalbine en yakın yere konan bir kül olarak biten hayatı… Bu sizce de, çok kahramanca değil mi?
Bu kitapta, zaman kavramına ayrı bir yer ve mana verilmiş. Zamanı nasıl algılıyorsun?
Zamanın bizim algımızla tamamen değişen bir olgu olduğunu düşünüyorum. Bir şiir okursunuz yüzyıllar önce Sappho’nun yazdığı ve o şiirde bahsi geçen “Sahil gibi bir sahilde, sevgilinize sunduğunuz bir zeytin ve bir kadeh şarap.” İşte o an, yıllar önce okuduğunuz şiirde, şairin ne demek istediğini an’larsınız. Onunla aynı hissi yaşarsınız. Zaman farklıdır. Fakat onu an’lamışsınızdır. An’lamak. Bütün hayatımız bence, sadece bir an’dan ibaret; an’layabildiğimiz kadar.
Satır aralarında Agora’da gezindik, fırınından taze boyoz kokusunu aldık, çiçekçisinde takıldık ve kitaptaki bilge karakter ‘Hacı’ ile tanıştık. Nedir Agora’nın senin için anlamı?
Hacı ve Agora benim için, aile, özgürlük, çocukluk, aşk, sadelik, birbirine saygı, paylaşmak. Ve elbette ki bilgelik…
Kitabın, Türklerin dünyanın en eski medeniyetlerinden olduğunu anlatıyor. Türk medeniyetleri ile ilgili bir dernekte de faalsin. Biraz anlatır mısın?
TÜRKAV adlı bir derneğimiz var: Türk Kültürlerini Araştırma Derneği. Türklük benim için bir ırk gibi değil. Bir yaşam felsefesidir. Anaerkil bir toplumun ulaştığı medeniyet ve bilgelik.
Birçok kıymetli profesör, sanatçı ile unutturulmaya çalışılan Türklüğümüzü öğrenmeye, hatırlatmaya ve yaşamaya çalışıyoruz.
Kurguna, kendine ve başka şairlere ait muhteşem şiir dizeleri ile değer katmışsın. Dünya edebiyatına kıyasla, Türk edebiyatını bugün nerede görüyorsun?
Bizden önceki kuşağın büyük işler başardığını ve dünya edebiyatının önemli bir yerinde olduğunu, fakat bunu doğru bir şekilde tanıtamadığımızı düşünüyorum. Yoksa İnce Memed’in meşhur Rus klasiklerinden daha önde bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Divan edebiyatımız bence bir edebiyat bilimidir.
Günümüzdeyse maalesef popüler kültürün dayattığı zorunluluklarla, edebiyat dünyamızın, nitelikten ziyade niceliğe uzandığını görüyorum. Dünyaya ulaşmak gibi bir amacım var mesela benim. Ve bunun hayalini kurduğuma göre, gerçekleşeceğini de düşünmek, benim en doğal hakkım.
Şalom okurları NOKTA kitabını okuduktan sonra, eminim seninle tanışmak isteyeceklerdir. Yakında, İstanbul’da gerçekleştirmeyi düşündüğün dinleti veya farklı bir projen var mı?
İstanbul’da gerçekleştirdiğim şiir dinletileri oluyordu COVID’den önce. Biraz daha sağlıklı günlere kavuşursak seve seve geleceğim. Ve umarım bu röportajımızı okuyan dostlar da bize katılırlar. Sosyal medya hesaplarımdan bu duyuruları yaparız zaten. Çok da güzel olur. Sevgili dostum, önce sana ve sonra bana bu imkânı veren tüm emekçilere ve de kıymetli okurlarımıza sevgilerimi gönderiyorum.
İzmir, 2016
BABACAN PESENKURDU
Yeni neslin Shakespeare’i olarak da bilinen İzmirli şair ve yazar Babacan Pesenkurdu 45 yaşında, evli ve bir çocuk babası. Özellikle şiir onun vazgeçilmez tutkusu. ‘Ben Seni Sevdim’ adlı şiiri, Muhittin Bilgin ve Memed Zeki Gündüz’ün yaklaşık 15 yılda hazırladıkları, 1200 sayfalık ve Homeros’tan günümüze uzanan, ‘İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar’ adlı antoloji kitabında, İzmirli şairlerin ya da İzmir’e yazılmış şiirlerin arasına alınan on şiirden biri olmuş. ‘Aşk Fasikülü’ adlı ilk şiir kitabı 2011’de çıktı. ’Şiir Yağdırıyoruz’ projesinde, birkaç çalgı aleti ile a’capella tarzında geceler düzenledi. TRT İzmir radyosu, EGE TV, TV35 kanallarında radyo ve televizyon programları yaptı. Behçet Uz Çocuk Vakfı yararına birçok etkinlik gerçekleştirdi. Sırasıyla ‘Aşeka’ (öykü), ‘Ayık Ol Sebastian’ (deneme), ‘Agora’da Bir Delikanlı’ (roman) ve son olarak da ‘Nokta’(roman) adlı kitapları okurlarıyla buluştu. Edebiyat aşığı Babacan Peşenkurdu, bugün halen birçok radyo kanalında sanat programları, Medya EGE ve Magazin İZMİR’de köşe yazarlığı yapmaya devam ediyor. Tüm bu sanatsal faaliyetlerinin dışında, 21 yıldır bir şirkette satış pazarlama direktörlüğü yapıyor.
https://www.salom.com.tr/haber-115597-nokta__bir_Izmir_hikyesi.html
İlk yorum yapan siz olun