Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Ermeni soykırımı iddialarına yanıt vermek ve strateji geliştirmek için, “özerk ve sivil bir yeni yapı” oluşturulması talimatı vermişti. Bu bağlamda, Facebook’ta yazdığınız soruları ben de size yöneltmek istiyorum: Niçin ve Niye şimdi?
Cevap: iki neden var gibi gözüküyor. Birincisi, özel bir neden yok, söz konusu olan devletin rutin işleyişi. Bu da şu: 2000’li yılların başında Milli Güvenlik Kurulu bünyesinde kurulmuş, “Asılsız Soykırım İddiaları ile Mücadele Koordinasyon Kurulu (ASİMKK)” vardı. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesi ile birlikte bu kurul ortadan kalkmıştı. İki şey yapılmak zorundaydı; ya böyle bir kuruma gerek yok denecekti ve bu kapatılma onaylanacaktı ya da yerine daha iyi bir yapı kurulacaktı. İkincisi tercih edildi.
İkinci ve bana göre daha önemli neden, 2023 yılıdır. 2023, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.cü kuruluş yıldönümü hem de seçim yılı. AKP-MHP koalisyonu, her ne pahasına olursa olsun seçimi kazanmak istiyor. Bunun bir yolu da 2023 seçimlerine, Türkiye’nin temel sorunlarına yönelik “kapsamlı” projelerle girmek. Ermeni konusu, Cumhuriyetin önemli sorunlarından birisi ve AKP-MHP koalisyonu bu konu kapsamlı bir proje sunarak, muhalefetten daha iyi olduğunu göstermek istiyor. Bu nedenle bu girişimi bir “Ermeni Açılımı” olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Önemli olan husus şu: muhalefetin, bu “açılım” karşısında söyleyebileceği hiçbir şey yok; çünkü Hükümet bu “açılımı” bir ulusal dava gibi sunacaktır ve muhalefet bırakın karşı çıkamayı desteklemek zorunda kalacaktır. Bu ise iktidar için büyük bir avantajdır.
Sizce bu kurum ne yapabilir, inkâr politikasında yeni adımlar bekliyor musunuz?
“Değişiklik” kelimesinden neyi kastettiğinize bağlı. Üç hususun altını çizmek isterim. Birincisi, yeni kurumun oluşturulması kararının, 5 Üniversite tarafından hazırlanan ortak bir rapora dayandığı söyleniyor. Bu raporu bilmiyoruz. Ama en azından birçok hususun “düşünülmüş” olduğunu ve bazı “yeni girişimler” yapılacağını tahmin edebiliriz.
İkincisi, yine aynı günlerde basında, Ani Harabelerindeki meşhur İpek Yolu köprüsünün restore edileceği haberleri yer aldı. Geçmiş yıllarda, Türk-Ermeni barışmasını sağlamak isteyen birçok uluslararası kuruluş, bu köprüyü tamir etmek için Türk Hükümetlerine başvurmuşlardı ama bu öneriler ret edilmişti. Şimdi, Türkiye’nin kendi başına böyle bir girişimde bulunması çok anlamlı.
Üçüncü husus, Türkiye’nin uluslararası düzeyde içinde bulunduğu sıkışmışlık durumudur. Artık Türkiye’nin tezlerini ne akademik dünyada ne de siyasi düzeyde ciddiye alan kaldı. Bundan 5-10 yıl önce, akademik dünyada “konunun iki taraf var ve bu iki taraf farklı görüşlere sahip, o halde taraflara eşit mesafede durmalı ve görüşlerine saygı göstermeliyiz” gibi bir fikir taraftar bulabiliyordu. Ama artık böyle düşünen hemen hemen kalmadı. Akademilerde, Türk Hükümetinin tezleri sıradan inkârcı bir görüş muamelesi görüyor ve ciddiye alınmıyor. Siyasi düzeyde de benzeri bir gelişme yaşandı. Türkiye en önemli kalesini, Amerikan Kongresini kaybetti. Batı’da Ermeni soykırımını kabul etmeyen ülke kalmadı gibi. Hatta İslam ülkeleri de soykırımı kabul etmeye başladılar. Türkiye’nin, soykırım konusunda her bakımdan izole olduğunu söyleyebiliriz.
Tüm bunlar Türkiye için büyük bir sıkışmışlık anlamına geliyor ve bu yeni girişim bir anlamda bu durumdan kurtulmak için atılacak adımların bir parçası olarak görülüyor. İnkâr siyasetinin özünü değiştirmeden yeni dil seçimlerine vb. gidebilirler. Bana göre, bir nevi yeni bir “psikolojik savaşın” öncesinde gibiyiz.
Diasporada Ermeni gazeteler haberi “Erdoğan Ermeni Soykırımı’nın tanınması için mücadele eden komiteleri tehdit etmeye çalışıyor” başlığı ile verdiler. (Mesela, Avrupa Ermeni Davası Komitesi diyor, ki Erdoğan Ermeni Davası aktivistlerini hedef alıyor). Siz nasıl yorumlarsınız?
Erdoğan’ın, uluslararası düzeyde kimseyi tehdit edebileceğini zannetmiyorum. Kimse bu tür tehditleri ciddiye almaz zaten. Bence Türkiye’nin asıl problemi, yeniden nasıl ciddiye alınabileceğidir. Tezlerinin ciddiye alınmasını sağlayacak yol ve yöntemler arayacaklardır.
Yeni bir strateji çerçevesinde, Türkiye’nin “ortak acı” politikasından vazgeçmesinden bahsedebilir miyiz, böyle bir değişiklik olasılığı görüyor musunuz?
İnkâr siyasetinde tutarlı olmak diye bir kural olmaz. İnkarın bir türünden bir türünden diğerine atlayabilirsiniz. Şu sıralar yaptığım bir çalışma nedeniyle, Talat Paşa’nın İttihat ve Terakki’nin son parti kongresinde, 1 Kasım 1918’de yaptığı konuşmayı yeniden okudum. Çok ilginç, neredeyse özür diliyor Talat; “cinayetleri engellemek için elimden geleni yaptım, cezalandırma yoluna gitmemiz gerekirdi, tam yapamadık, yapsak iyi olurdu”, gibi şeyler söylüyor. Şimdi bu temelde bazı şeyler söylenmeye başlanabilir. Veya tam tersi, “hiçbir şey olmadı, olan bir şey varsa da zaten Ermeniler sorumludur”, gibi klasik inkâr tezlerine dönüş de yapılabilir. Görülmesi gereken, birincisi psikolojik bir karşı atağa geçme hazırlığı yaptıkları, ikincisi buna karşı çıkacak bir iç muhalefetin olmaması… Yani oyun kurucu olan Hükümet…
Gazete Duvar’da yayımlanan yazınızda Erdoğan’ın Cumhuriyetin 100’üncü yılı hazırlığı ve “kurucu misyon” meselelerini tartışıyorsunuz. Sizce, “yeni Türkiye” projesinde Ermenistan’la ilişkiler yer alıyor mu?
Türkiye’nin, Ermenistan ile ilişkilerinde psikolojik üstünlüğü ele geçirebilmek amacıyla, “biz açılımdan, iyi ilişkilerden yanayız” gibi bir söylem geliştirmesi mümkün. Ama Azerbaycan orada oldukça ve Karabağ konusunda herhangi bir değişiklik yaşanmazsa, ben Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde bir değişiklik olacağını zannetmiyorum. Orası çıkmaz bir sokak ve Türkiye kendisini tamamıyla Azerbaycan’a endekslemiş durumda. Azeri politikalarında değişiklik olmazsa Türkiye kımıldamaz, gibi görülüyor.
İlk yorum yapan siz olun