Çocukluk yıllarımda ben de babamla keyifle dolaştığımız, Pera’nın son demlerini yaşadığımız o günlerde Fransız Konsolosluğu’nun sokağının sonunda, Tramvay deposuna bitişik “Terzi Ragıp”ı daha dün gibi hatırlıyorum. Ragıp Bey de Terzi Blum’un yanında yetişmiş ve üstünüze kalıp gibi oturan pantolonlar dikmesi ile meşhurdu. İlkokula başladığım gün, mezuniyetimde, neredeyse her özel anımda onun diktiği pantolonlar ile o zor günlerimizde hayata meydan okumaktaydık.
Mois Gabay*
Rekor-Dekor kumaş mağazası, Galata Bonmarşesi ve daha burada yer veremediğimiz birçok marka, dileriz bu çalışmaların sonunda hak ettiği gibi bir kitabın konusu olsun. Evet, Pera ve Galata’da modaya yön vermiş Yahudi toplumunu son kez incelediğimiz bu bölümde kaldığımız yerden bir zamanların Beyoğlu’suna uzanmaya devam ediyoruz.
LION MAĞAZASI
Lion Mağazası’nın sahibi Avusturyalı Aşkenaz Heilpern ailesiymiş. Mağazanın diğer köşesinde de önceleri kundura ardından da tuhafiye satılmaya başlanan “Au Lion d’Or” mağazası bulunmaktaymış.1935 yılına ait bir haberde, Kadın Moda Albümü’nde Hulki Ekler tarafından kaleme alınan “Lion Mağazası’nın danslı çayında” başlıklı yazıda mağazanın düzenlediği etkinliğe “İstanbul’un en yüksek terzileri olan Cemal, Fegara, Olivye ,Calibe, Iren Fayn gibi moda mucitleri ile şapkacılarımızdan Bayan Emilia, Zoe ve Kunduracı Paçiakis ve beyaz çamaşırlardan Eskinazi müesseleri bu toplantıya en güzel modellerle iştirak etmişlerdi” ibaresi yer almaktaydı. Lion Mağazası’ndan Rıfat Bali’nin Portraits From A Bygone İstanbul: Georg and Simon Brod ve Giovanni Scognamillo’nun Bir Levantenin Beyoğlu Anıları kitaplarında da söz edilmektedir. 24.03.1940 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir vefat ilanında da “Senelerden beri Beyoğlu Baker Mağazaları direktörlüğü yapan bay David Bornstein muztarib olduğu hastalıktan kurtulamayarak 23 Mart 1940 tarihinde vefat etmiştir” denilmekte ve taziyeler içinde Heilpern ismi geçmektedir. Lion’dan daha ziyade kolej talebeleri gri pantolon, lacivert renkli, önden dört veya altı parlak sarı, metal düğmeli ceketleri alırlarmış. Mağaza ayrıca 1930’lu yıllarda “Yerli Malı ve Tasarruf Haftası” adı altında düzenlenen vitrin yarışmasında da sergilediği yerli malları ile dolu vitriniyle Beyoğlu bölgesinde birinci seçilecektir.
ESKİNAZİ’LERİN MAISON DE BLANC MAĞAZASI
Bu yazıyı hazırlarken yararlandığım sözlü tarih kaynaklarından Hasköylü Moris Behar ise, Lazzaro Franco bonmarşesinin hemen yanında “Eskinazi” ailesinin sahibi olduğu Maison de Blanc Mağazası’ndan söz etmiştir. “O dönemlerde Avrupa’dan kadın iç çamaşırı ithalatı yapan marka alanında liderdi.” Behar’ın aile şirketleri Bahar Ticaret ise 1952 yılından beri Taksim Talimhane Feridiye Caddesi’nde faaliyet göstermiş ve uzun yıllar iç çamaşırı satışı yapmışlardı. Eskinazi mağazasını tanıklara sorduğumuzda “Çeyizlik keten çarşaflar işlenen” notunu bulmaktaydık.
ŞAPKACI PEPO
Galip Dede Caddesi’nden inerken sol kolda el işi erkek şapkaları yapan, satan ve restore eden şapkacı “Pepo” son zamanlara kadar varlığını sürdürmüştü. Türk Yahudileri Hahambaşısı Rav İshak Haleva’ya sohbetimizde Şapkacı Pepo’yu sorduğumda çok iyi tanıdığını belirtmiş ve anılarını paylaşmıştı: “Pepo hem şapkacı hem de temizleme işi de yapardı. Şişhane otobüs durağının orada çıkmaz sokakta otururlardı, çocukken o sokakta çok bilye oynadık. Oğlu ile de beşinci sınıfta beraberdik, dayım ona matematik dersi verirdi.” Şapkacı Pepo’ya, fötr şapkanızı götürüyorsunuz, kalıba sokuyor, üstünü ıslatıyor ve buharla da tamir ediliyordu. Sermet Muhtar Alus, “İstanbul Kazan, Ben Kepçe” adlı kitabında Yüksekkaldırım’ın yukarı kısmını şapkacılar diyarı olarak anlatır. Yokuş, sokağa şapkasız çıkmanın ayıp sayıldığı 1940’lı yıllarda yaptığı şapkalarla ünlenen Pepo’nun atölyesine de mekân olmuştur. Şapka kullanımının zaman içinde azalmasıyla dükkânlar birbiri ardı sıra kapanmıştır. Yüksekkaldırım’da Şapkacı Pepo’nun çıraklığını yapan ardından da kendi işletmesini açan Osman İbil, Cumhuriyet gazetesi 7 Temmuz 2003 sayısı dergi eki için ünlü şapkacısı Pepo’yu şu sözlerle anlatmıştır: “1937’de kurduğu atölyesiyle Türkiye’ye şapkacılığı yayan Pepo Muraben Musevi asıllıydı. Her şeyden önce sanatkâr bir insandı. Dönemin moda olan şapkası fötr ve kaskette mükemmel kalıplarıyla Avrupa’ya bile ihracat yapıyordu. Ölümünden sonra birçok şapkacı Pepo’nun adını kullanarak satış yaptı. Ama gerçek Pepo öleli 25 sene oldu. Buna rağmen şapkaları hâlâ anılıyor. Bııgün bile bize Pepo’nun yeri burası mı, diye gelen birçok insan vardır.”
YAŞAYAN BİR EFSANE: İLİYA GÜLERŞEN KUMAŞ MAĞAZASI
Giyimine önem verenlerin Beyoğlu’ndaki adresi, kumaş satıcısı İliya Roditi Gülerşen, öğleden sonra mağazaya gittiğinizde sizleri her daim bir Hollywood aktörü gibi o bembeyaz saçları ve şıklık abidesi takım elbisesi ile karşılar. Beyoğlu kültür turlarımızın mutlak adresidir İliya Abi. Misafirlerimiz hem eski bir İstanbul beyefendisi ile fotoğraf çektirir hem de eşlerine dükkandaki muhteşem kumaşları seçerler. 1958’de açtığı mağazasında eskiden olduğu gibi bugün de ünlü markaların saf ipek, saf kuzu yünü, yün kaşmir ve kaşmir ceketlik, klasik İngiliz tarzı elbiselik lüks kumaşlarını satar. Nevizade Sokağı’nın arka tarafından çıkıp, Beyoğlu’na gitmek isteyenler modern görünümlü, özenle restore edilmiş, vitrini zevkle hazırlanmış iki katlı bir binayla karşılaşır. Binanın üzerinde “İliya Gülerşen Kumaşçı 1958” yazar. Burası İstanbul’un en ünlü kumaşçısı İliya Bey’in mabedidir. Öyküsünü bize şöyle anlatır: “Ailem yıllar önce İspanya’dan gelmiş. 1932’de Şişhane’de yedi kardeşin dördüncüsü olarak doğdum. Babam Ovadia, Beyoğlu’ndaki balık pazarında balık satardı. Ben de ilkokuldan sonra çalışmaya başladım. Kitapçıda, matbaada, döşemecide çıraklık yaptım. Boş kalan zamanımda babamın balık pazarındaki tezgâhına giderdim. Babam balıkçıydı ama tezgâhta çalışırken bile ceket giyer, kravat takardı. Kıyafeti gözüksün diye iş önlüğü bile takmazdı. Çünkü müşterileri aristokratlar, zenginler ve İstanbul’daki yabancı ülkelerin temsilcileriydi. Benim de ceket giymemi isterdi. Bir gün yine babama yardım ederken, bir müşterimiz beni izlemiş. Babama ’Bu çocuğu benim yanıma ver, onu yetiştireyim’ dedi. Babam da hiç düşünmeden ’Al götür’ diye cevap verdi. Böylece kumaş ve terzilerle geçecek 62 yılın ilk günleri başlamış oldu.” İliya Gülerşen’i yanına alan kişi, dönemin ünlü esnaflarından Acımanlar’dı. Onların Avrupa Pasajı’ndaki dükkânında yetişti. 10 yıl yanlarında çalıştı. Askere gidip gelince 1958’de Beyoğlu Solakzade Sokak’ta kendi işyerini açtı. O günlerde mevcut en iyi kumaş olan Altınyıldız kumaşlarını ve bilumum terzi levazımatını satıyordu. “Prensibim sadece kaliteli mal satmaktı.” diyen İliya Gülerşen bugün halen aynı yerde kaliteli giyimin peşinde farklı olmayı arzu edenlere birbirinden özel kumaşlar sunmaya devam ediyor.
ŞEN ŞAPKA’DAN VAKKO’YA
Rahmetli Vitali Hakko’nun Şen Şapka ile başlayan Vakko ile taçlanan başarı hikayesini “Hayatım Vakko” kitabında bol bol okuyabilirsiniz. Bizlerse Vitali Bey’in ağzından gelin Beyoğlu’nun ne demek olduğunu dinleyelim: “Ben Yedikule’de doğdum. 9 yaşındayken Kuledibi’ne taşındık. Hele orada oturan bir çocuk için Beyoğlu, tek gidilecek yerdi. İlk filmimizi orada, Elhamra Sineması’nda gördük. İlk sesli filmi yine Elhamra’da gördük: Marie Bell ve Maurice Chevalier’nin oynadığı bir filmdi… İlk iş sahibi olduğumda, fabrikamız Kurtuluş’ta, satış mağazamız Yenicami’de olduğu halde, gidip gelirken yolu hep Beyoğlu’ndan geçirirdim: Bir şeyler öğrenebilmek, şık insanlar görebilmek için… Beyoğlu tutkumuz o yıllarda başladı. Hâlâ da sürüyor. 25 yıl önce hazır giyime başlamak istediğimde, bunu ancak Beyoğlu’nda gerçekleştirebileceğimizi düşündüm. Başka yer aklıma bile gelmedi. Ben ekmeğimi yıllardır Beyoğlu’ndan yedim. Hayatımı orada kazandım.” Bugünlerde Vakko Beyoğlu’nda bir alışveriş merkezinde ufak bir dükkân olsa da Vakko efsanesi yolculuğuna uluslararası arenada devam etmektedir.
KELEBEK KORSE
80 yıllık bir başka efsane İliya Avramoğlu’nun Kelebek Korsesi de maalesef Temmuz 2014’te yürürlüğe giren kira kanunu sonrasında verilen emeklere rağmen Aralık 2015’te Beyoğlu’ndaki faaliyetine son vermek durumunda kalmıştı. Emek Sineması, Robinson Crusoe Kitabevi, Mayer, Zahaviyedis, Harbiye’deki İnci Sineması, Beşiktaş’taki Kaymakçı Pando derken şehrin bir sembolü daha asıl mekânından gitmekteydi. Kelebek Korse, Kurtuluş’ta faaliyetlerine devam etse de bu da maalesef uzun süreli olmayacaktı.
ŞASTRE VE KUZENDERALAR
İzak Baron Ağabey; Rıfat N. Bali’nin derlediği “Mazide Kalmış Bir Yaşam Tarzı ‘Yahudi Mahalleleri’ “isimli eserinde dönemin günlük yaşamını ve kıyafet alışkanlıklarını şu sözlerle belirtir: “Hazır giyimin henüz yaygınlaşmadığı zamanlardır ve önemli törenler öncesi ya da mevsim dönümlerinde evlere gündelik gelen terzileri (kuzendera) hatırlıyorsunuzdur. Evlilik çağına gelen gençlerin çöpçatanlar marifetiyle tanıştırıldığı “entrevistaları” (evlilik amacıyla tanıştırılma) oda kapılarından çocuksu bir merakla izlediniz, ailelerin mahcup tavırları ile içten içe eğlendiniz. Çeyiz hazırlıkları sırasında Bankalar Caddesi’ndeki desinatörlere götürülüp, sonradan el emeğiyle işlenen desenlerin ustalıkla kumaşlara aksettirilmesi ilginizi çekti….Özellikle hafta sonları Pera’ya “çıkılırken” semt sakinleri daha özenli giyinir. Hali vakti yerinde olup yürümekten üşenenler, Türk Hava Yolları önünden geçen dolmuşlara binip Galatasaray ya da Taksim’e gider. Yüksekkaldırım’dan Tünel’e tırmananlar ise çocukluk yıllarında çekici pulcu vitrinlerine bakarak koleksiyonculuğa heves ederler, ardından da Tünel Meydanı’ndan itibaren sıralanan bonmarşelerde moda giysilere ve ayakkabılara bakarlar. Mayer, Lion, Lazarro Franko gözde mağazalardandır.”
İzak Ağabey bu değerli bilgilerin yanında ayrıca; evdeki kadınların çoğu zaman gündelik terziler ağırladıklarını, o gün özel yemekler hazırlandığını ve gelen terziye yardımcı olacak yakın akrabaların da o gün misafir edildiklerini bahsetti. Ayrıca; her ne kadar bazılarının dindaşlarımız olsa da Beyoğlu’ndaki hazır giyim mağazalarının o bölgede yaşayan çoğu Yahudi aile için biraz lüks kaçtığını, daha çok Eminönü-Tahtakale’den kumaşlar alındığını da aktardı. Erkekler için ise, ağırlıklı olarak Beyoğlu’nda veya Tahtakale’deki hanların içindeki Yahudi terzilerde “sur commande” elbise diktirmenin de bir alışkanlık olduğunu belirtti.
Çocukluk yıllarımda ben de babamla keyifle dolaştığımız, Pera’nın son demlerini yaşadığımız o günlerde Fransız Konsolosluğu’nun sokağının sonunda, Tramvay deposuna bitişik “Terzi Ragıp”ı daha dün gibi hatırlıyorum. Ragıp Bey de Terzi Blum’un yanında yetişmiş ve üstünüze kalıp gibi oturan pantolonlar dikmesi ile meşhurdu. İlkokula başladığım gün, mezuniyetimde, neredeyse her özel anımda onun diktiği pantolonlar ile o zor günlerimizde hayata meydan okumaktaydık. Özel günlerin kumaşı İliya Gülerşen’den, günlük kumaşlar ise Eminönü’nde Sümer Bankası Mağazası’ndan alınırdı. Rahmetli babam vefatından az süre evvel belki de kendisini bekleyen sonu hissetmiş, Terzi Ragıp’ı eve davet edip, pantolonlar sipariş etmişti. Vefatı sonrası da Ragıp Bey’den o pantolonları alıp ihtiyaçlılara dağıtma görevi anneme kalmıştı. Şimdi Beyoğlu’nda geriye baktığımızda ne o terziler ne de eski dükkanlar hatırlanıyor… Beyoğlu her geçen gün birbirinin aynı mağazaları ile tek tip herhangi bir caddeye dönüşüyor. Peki ya tarihimize damga vurmuş bütün bu markalar? Hepsi mazide kalan hoş bir seda… İstanbul tükenmeden hep beraber Beyoğlu ile barışabilmek dileğiyle…
Değerli bilgi ve belgeleri ile katkıda bulunanlar:
Türk Yahudi Toplumu Hahambaşısı Rav İsak Haleva, Verjel İşman, Leon Esim, Yüksekkaldırım Aşkenaz Musevi Sinagogu Vakfı ve İzel Rozental, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Koordinatörü Ozan Torun, İzak Baron, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Yönetim Kurulu, Silviyo Ovadya, Metin Delevi, Moris Levi, Dani Altaras, Cako Taragano, Moris Behar, Edi Behar, Sami Behar.
*Gazeteci-yazar
İlk yorum yapan siz olun