Bugün Danıştay’da tarihi bir duruşma gerçekleştirildi. 1934’te müzeye dönüştürülen Ayasofya‘nın yeniden ibadete açılıp açılmayacağı kararının verileceği duruşma sona erdi. Mahkeme heyeti kararı açıklamadı! Karar daha sonra yazılacak. Duruşmadan önce dünyanın birçok ülkesinden Ayasofya konusunda açıklamalar geldi. Peki Ayasofya neden bu kadar önemli? Ayasofya yeniden cami olarak hizmet verecek mi? Merak edilen tüm soruları tarihçi Mehmet Fatih Can’a sorduk.
AYASOFYA’NIN YERİNDE ROMA TAPINAĞI VARDI
– Hocam 86 yıllık tartışma bu sefer çok ciddi bir şekilde gündemimize geldi. Önce şunu sorayım Ayasofya’nın olduğu yerde daha önce ne vardı?
Teferruatına girmeden ifade edecek olursam; Fethedilene kadar Müslüman Türklerin “Kızılelma”sı olan Ayasofya‘nın yerinde, kabul edilen görüşe nazaran ilk olarak M.S. 360’a tarihlenen bazilika tarzı ahşap çatılı bir kilise vardı. Bu bazilika da eski bir Roma tapınağı üzerine kurulmuştu.
Yapı M.S. 404 tarihinde çıkan bir yangında harap oldu ve bir süre sonra aynı yere İmparator II. Theodosios tarafından Miladi 415 tarihinde bu sefer daha büyük ölçekte bir kilise yaptırıldı.
II. Theodosios’u fevkalade mutlu eden mabed Ocak 532 yılında Konstantinopol’ü yakıp kavuran “Nika İsyanı” nda yine küle döndü.
TÜRKLER ADINI DEĞİŞTİRMEYİ HİÇ DÜŞÜNMEDİ
-Bugünkü Ayasofya’nın temeli ne zaman atıldı?
Nihayet yine aynı yerde, varlığını bugüne kadar devam ettiren üçüncü diyebileceğimiz bugünkü Ayasofya‘nın temelleri atıldı.
İmparator I. Iustinianos’un “Nika İsyanı” belasından kurtuluşa bir şükür nişanesi olarak altı sene gibi kısa bir sürede tamamlattığı ve mimarlığını Miletos’lu Isidoros ve Tralles’li Anthemios’un yaptığı kilisenin inşaatında; yüz ustabaşı, bin usta ve on bin işçinin çalıştığı rivayet edilir.
Öncekinden daha ihtişamlı olan mabedin açılışı Miladi 537’nin sonlarında gerçekleşti ve açılışa Patrik Menas’la birlikte gelen İmparator, yapının güzelliği karşısında heyecana ve gurura kapılıp: “Ey Süleyman seni geçtim! diye haykırdı…
İlk yapıldığında “Megale Ekklesia” yani “Büyük Kilise” denilen mabede Miladi V. yy.’sa “Sophia” denilmeye başlandıysa da daha sonra bugünkü adını aldı. İlginçtir; 1453’te Cami’ye tebdil edildikten sonra da Türkler “Tanrının Hikmeti; Kutsal Bilgelik” gibi anlamları olan orijinal adını değiştirmeyi akıllarından bile geçirmediler…
Aralık 537’de “büyük kilise” olarak açılışından 1453’deki Fethe kadar 915 sene 5 ay Kilise olarak; Mayıs 1453’ten 24 Kasım 1924’e kadar “Ayasofya Camii Kebir-i” adıyla 481 yıl 5 ay 16 gün de cami olarak iki semavi dine tam 1396 sene 10 ay mabed olmuş yapı Kasım 1924’ten beri, tabirimi mazur görün, müzelik oldu.
Şükür ki İstanbul’un en güzel ve birinci tepesi , takribi 15 asır içinde Tapınak, Kilise, Cami ve Müze vasıflarını kuşanmış bu ulu abideyi taşımaya devam ediyor…
İSTANBUL’UN FETHİNDE HRİSTİYANLARA DOKUNULMADI!
-Peki, bugünlerde çok konuşulan; “kiliselerin camiye çevrilmesi İslam’ın hoşgörüsüne uygun düşer mi” gibi itirazlara ne diyorsunuz?
İslam hukukunda bir gayrımüslim belde eman ile yani anlaşmayla ve savaşmadan teslim alınırsa anlaşma şartlarına uyma mecburiyeti vardır. Orada fatihler ne cana kıyabilir ne esir alabilirler ne de kilise ya da havra gibi mabedlere dokunurlar. Fakat tersi olursa iş değişir. Bu tatbikat o günkü dünyanın harp hukuku denilen şartlarına ve mütekabiliyet esaslarına göredir ki gayrımüslim dünyanın eman halinde bile İslam beldelerinde neler yaptıkları konumuz haricinde olduğu için o bahse girmiyorum. Osmanlı geleneğine ve hukuka uygun olarak Fatih Sultan Mehmed de ilk olarak fethettiği beldenin en büyük mabedini yani Ayasofya‘yı fethin bir nişanesi ve şiarı olarak; kılıç hakkı denilen kurala göre camiye tebdil etmiş ve akabinde hayrat olarak da vakfetmiştir. Bununla beraber Fatih, Şehr’in paganik unsurlar dışındaki Hristiyanî asarına dokundurtmamıştır. Çemberlitaş, Gotlar sütunu, Kıztaşı gibi tepesinde heykel ve haç bulunan kaideli anıtlara dahi el sürülmeyip olduğu haliyle muhafaza edilmiştir. Hatta Ayasofya mozaiklerinin sıvanmayıp öylece bırakıldığı, duvarların Abdülmecid zamanındaki restorasyon sırasında kireç badanasıyla kapatıldığı şeklinde bir rivayet dahi vardır.
1453’TEN BERİ AYASOFYA’DA NAMAZ KILINMASINI İSTEMEDİLER
-Biraz güncel tartışmaya doğru gelmek istiyorum. Osmanlı zamanlarında da Ayasofya’nın “Cami” statüsüyle ilgili herhangi bir tartışma söz konusu olmuş mudur?
Hristiyan dünyanın 1453’ten bugüne Ayasofya özlemi hiç dinmedi ki… Özellikle Osmanlı’nın zayıf düştüğü son yüzyılında Yunanistan’ın istiklalini elde etmesi sonrası ve Rusya’nın Ortodoks hamiliği rolüyle Osmanlı’nın başına bela olması sürecinde yaşanan ciddi sıkıntılar var. Ruslar biraz da Ortodoks dünyayı domine etmek için Ayasofya’nın kilise olmasını “Ayasofya Megali İdea” sloganıyla dava haline getirdiler. Bulgarlar bile “Marş marş / Çarigrad naş!” yani “Yürü yürü Ayasofya” diye marş yaptılar. Ruslarla harbe tutuştuğumuz her hengamede fırsatçı Yunanistan fokur foku kaynadı. Nümayişler, yerli Rumların organize bir şekilde kışkırtılmasıyla cereyan eden çete faaliyetleri, özel ayinler, yayınlar, hatta turist olarak Ayasofya’ya giren bazı Yunanlıların ve yerli Rumların Ayasofya sütun ve duvarlarını istavroz resimleri ve çirkin sloganlarla kirletmeleri vs…
İSTANBUL’UN İŞGAL YILLARINDA KİLİSE YAPMAK İSTEDİLER
-İstanbul’un işgali döneminde Ayasofya’ya müdahale edildi mi?
Şöyle söyleyeyim. 1909’da minaresiz, çan kuleli ve kubbesi haçlı dev Ayasofyaresimlerinin Galata köprüsü ayaklarına asılmasına kadar varan cüretkar hareketler görüldü. Meşhur romantik Dostoyevsky’nin bile Ayasofya’nın tepesine haç takma sevdasını zikretmeliyim. Fakat en fecisi Mütareke yıllarında gerçekleşti. İstanbul’un işgali hengamında diğer yerler gibi Ayasofya’ya da ağır silahlı birliklerce kuşatıldı. Maksat Cami’ye girip bir oldu bittiyle Ayasofya’yı kiliseye çevirmekti. Fakat bu arada Padişah Vahdettin’in talimatıyla daha erken davranılarak İkinci Muhafız Alayı’ndan bir tabur Ayasofya dahiline konuşlandırılmıştı. Tabur komutanı Binbaşı Tevfik Bey, İşgal kuvvetleri tarafından ağır baskı altına alınan Harbiye Nezareti’nin talimatına rağmen mevzisini terk etmedi. Fransız komutanın “Sen asker değil misin? Hükümetinizin talimatı var. Burayı boşaltıp bize teslim etmen gerekiyor” sözü üzerine; ” Evet ben askerim ama her şeyden önce ben Türküm ve Müslümanım! Burası benim mukaddes mabedimdir. En büyük amir olan vicdanımdan aldığım emirle buraya sizi sokmayacağım! Eğer cebren girmeye çalışırsanız buradaki askerlerim ve ben hepimiz ölünceye kadar çarpışacağız ve bu ihtimali de düşünerek Caminin sütunlarına yerleştirdiğim tahrip kalıplarıyla koca mabed taburumuzun üzerine çökecek ve yine buraya giremeyeceksiniz! ” demiş ve işgal kuvvetlerini çaresiz bırakmıştı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE DE BASKILAR DURMADI
-Bu baskıları Cumhuriyet devrinde de görüyor muyuz?
Tabii ki… Daha devrin başlarında 1923’de Fener Rum Patriği vekili Amorosios, Tevhid-i Efkar gazetesine beyanat vererek “Ayasofya Cami olarak kaldıkça Rumlar Türkleri telin edecek” deme cüretini gösterebilmişti. Müteveffa Prof. Halil İnalcık 1955 yılında Münih’te katıldığı Bizantologlar Kongresi’nde bir Kardinalin ayağa kalkarak “Ayasofya’nın kubbesindeki haçın ışığı hiçbir zaman sönmeyecektir” diye haykırdığını ve salondakilerce dakikalarca ayakta alkışlandığını 2003’teki Üsküdar Sempozyumu’nda, Haçlı zihniyetinin değişmediğine vurgu yaparak hayretle anlatmıştı. Yine 1967’de Türkiye’ye gelen Papa VI. Paul Ayasofya’yı da ziyaret etmiş ve ziyaret esnasında diplomatik nezaketi bir tarafa bırakarak kaşla göz arasında diz çöküp istavroz çıkarmış ve zemini öpmüştü yani kendi itikadınca ve Hristiyan alemi nezdinde Ayasofya’yı kilise olarak kutsamıştı. Avrupa Konseyi’nin yetmişli yıllardaki Ayasofya kilise olsun talep ve baskılarını da zikretmek isterim. Bunları çoğaltabiliriz.
KATOLİKLER AYASOFYA’YI YAĞMALADI
-Ayasofya’da en büyük katliamı Katolikler gerçekleştirdiğini tarihsel kaynaklardan okuyoruz. Biraz o günlere dönelim mi?
Kudüs’e yollanmışlarken, İstanbullunun evine misafir olarak kabul ettiği Haçlıların, misafir olarak ağırlandıkları evi gasp ederek 1204-1261 tarihleri arasında tam elli yedi sene boyunca Şehr’i ve şehirliyi yağma ve işkenceyle ne hale getirdikleri tarih kitaplarının en bilindik fasıllarından biridir ve izahtan varestedir. İznikli Bizans tarihçisi Niketas Akominatos’dan küçük bir pasaj aktaralım:
“Dini bütün Hristiyanların önünde ibadet ettikleri kutsal tasvirleri kırdılar, din şehitlerinin kemiklerini, adını anmaktan utanç duyduğum kötü yerlere attılar. Kurtarıcı (Hz. İsa) nın vücudu ve kanı yerlere saçıldı. Kiliselerden kutsal şarap ve ekmek konulan kapların üzerindeki değerli taşları söktükten sonra onları içki kupası olarak kullandılar. Ayasofya‘nın baştanbaşa değerli taşlardan yapılmış mihrabını kırdılar, onu da paha biçilmez diğer şeyler gibi paylaştılar. Mukaddes vazoları; mihraptan, kürsüden, kapıdan söktükleri gümüş oymaları ve altınları yüklemek için katırlarını kilisenin içine soktular. Bu hayvanların bazıları pek kaygan olan döşeme üzerine düştüklerinden, onları kılıçlarıyla delik deşik ederek mabedi kirlettiler. Gezginci zevk ve günah dükkanı bir genel kadın, patrik kürsüsüne oturtuldu; oradan açık saçık bir şarkı söyledi ve kilisenin içinde dans etti. Vahşi bir azgınlıkla bütün kadınlara ve bilhassa en faziletli ve saygı değer rahibelere tecavüz ediyorlardı…”
Neticede bu olanlar o kadar feci sonuçlar doğurmuştu İstanbullu Rumalar 1453’e gelene kadar toparlanamamıştı, hatta Ayasofya’nın kirlendiği inancıyla buraya girmeyi bile kendilerine haram kılmışlardı.
O DÖNEMİN ŞARTLARINDA YUNANİSTAN’A JEST OLSUN DİYE MÜZE YAPILIYOR
-Gelelim Müze meselesine… Neler söylersiniz?
Meselenin bu faslı hepsinden daha trajik bana göre… Ayasofya Camii’nin “Turnike zamanları” diyebileceğimiz bu süreç çok acıdır. Fossati’nin sinsi amacını yansıttığı restorasyonu, İstanbul’un Belediye Reislerinden Cemil Paşa (Topuzlu)’nın raporları, Bulgaristan’da toplanan “Bizans Asarını İhya Kongresi” kararları, Amerikalı Thomas Whittemore’un Mozaik araştırmaları, Masonların faaliyetleri, ve Cumhuriyetin Maarif Vekili Abidin Özmen’in gayretleri falan bir tarafa size Celal Bayar’ın yakın dostu gazeteci İsmet Bozdağ’ın “Camiden Müzeye Ayasofya” başlığıyla Vakit gazetesinde tefrika ettiği Bayar’ın bir ifşaatını nakledeyim:”Resmi bir ziyaret için Yunanistan’a gittiğinde Yunan Başbakanı’nın kendisini karşıladığı sırada, Balkan Paktı’na kabul edilebilmemiz için Ayasofya konusunu açtığını ve halkının Anadolu macerasını unutamadığını üzgün bir şekilde ifade ederek; ‘kamuoyumu memnun edecek bir ortam doğarsa, belki bundan yaralanıp bir şeyler yapılabilir’ şeklindeki sözlerini Ankara’ya dönüşte M. Kemal’e ‘taviz istiyorlar’ diyerek anlatınca M. Kemal şu açıklamada bulunmuştu deyip naklediyor: ‘Az önce Vakıflar Umum Müdürü buradaydı. Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bu günkü hali ile de harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik! Ayasofya’yı müze yapsak hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak, Balkan Paktı’nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım!’ Ve böylece Ayasofya Camii’nin Müze fermanı verilmiş oluyor…”
KOMİSYON MABED KISMI İBADETE AÇIK KALSIN DEMİŞTİ
-Ayasofya müze yapılırken hiç tepki gelmedi mi?
Oldu fakat bizden yani Türklerden veya diğer Müslümanlardan değil ne yazık ki… Thomas Whittemore’un etkilediği ve bu işin öncülüğünü yapan Maarif Vekil Abidin Özmen; Fatih’in kurduğu, Ali Kuşçuların hocalık yaptığı, İstanbul’un ilk üniversitesi kabul edilen 1453 tarihli Ayasofya Medresesi’ni de yıktırmış olan, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin “Bizden değil” dediği zamanın Müzeler Müdürü Aziz Ogan başkanlığında bir komisyon kurmuştu. Komisyon Ayasofya’nın müzelik sürecini başlatacak ve neticelendirecek adımlarla ilgili rapor hazırlayacaktı. Komisyon’un dokuz üyesinden biri de Alman profesör Erkhard Ungar’dı. Ungar, Rapor’daki, Caminin ibadet edilen kısmının kapatılarak Bizans Eserleri Müzesi haline getirilmesi fikrine itiraz etmiş, mabed kısmının aynen açık kalması gerektiğinde ısrarcı olarak mahut Rapor’a muhalefet şerhi koymuştu. Maalesef komisyondaki Türk üyeler Ungar’ın aksine mabedin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirmişlerdi.
İLK KEZ 1965 YILINDA TEKRAR CAMİ OLMASI GÜNDEME GELDİ
– Yakın tarihte bugünkü gibi cami tartışmaları yaşandı mı?
1965 yılı sonlarında bu dava sağ siyasilerce dillendirildi. Bu tarihte İzmir Senatörü Ömer Lütfi Bozcalı, Kastamonu Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu gibi siyasilerin mevzuyu parlamentoya, basın ve halka taşımalarıyla mevzu alevlendi. Yunanistan’ın Kıbrıs tahriklerinin de etkili olduğu bu atmosferde 1965’in Devlet bakanı Ref’et Sezgin “Ayasofya cami halline getirlmeli” diye basına beyanat verdi. Bu beyanat üzerine Kütahya Milletvekili Kemal Kaçar ve Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu Meclis Başkanlığı’na “Ayasofya Minarelerinde ezan okunsun” önergesi verdiler. Demirel 12 Mart öncesi, Partisi iktidara gelirse Ayasofya’yı cami olarak açacağını yakın arkadaşlarına açıkça seçmenlerine de imalarla ifade etmiş hatta Fatih’in vakfiyelerini tercüme ettirmişti. Aslında bütün sağ siyasiler ara dönemler hariç bu meseleyi özellikle seçim önceleri gündemlerinde tutmuşlar fakat kuvveden fiile ya geçirmemişler ya da belli bariyerlere takılmışlardı. Mesela 1973 yılındaki CHP-MSP koalisyonunda sağ kesimde merhum Erbakan’dan dolayı böyle bir umut ve beklenti oluşmuş; harekete geçen gazeteciler Başbakan Ecevit’e “Ayasofya’nın Cami kısmını ibadete açacak mısınız?” diye sorunca; “Ayasofya’da bir takım resimler vardır; Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar” cevabını vererek bu beklentiyi boşa çıkarmıştı. Yine buna benzer bir durum 1994 yılında gündeme gelince o zaman iktidarda bulunan koalisyon ortağı SHP’nin genel sekreteri Fikri Sağlar; “Ayasofya ibadete açılırsa biz de koalisyonu bozarız” diyerek o günkü beklentilere son noktayı koymuştu.
FATİH’İN AYASOFYA BEDDUASINI HERKES OKUMALI
-Ayasofya’nın cami aslına döneceğine inanıyor musunuz ve Ayasofya sizde bu haliyle neler çağrıştırıyor?
Katiyetle inanıyorum. Ayasofya, cami aslına rücu edecek. Etmesi lazım. İşin Vakıf mevzuatına dair teknik tarafı bir tarafa Mekanın sahibi Fatih Sultan Mehmed’in çok ağır bedduası var. Orijinali Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde bulunan Arapça Vakfiye’nin beddua bölümü, hassasiyet sahibi kişilerde dehşet uyandırıyor:
“… İşte bu benim Ayasofya vakfiyem. Kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse, onu iptal veya tadile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya camiinin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kasdederse; aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirse ve hatta yardım ederse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar, camilikten çıkarır ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydeder veya yalandan kendi hesaplarına geçirirse, huzurunuzda ifade ediyorum ki, en büyük haramı işlemiş ve günahları kazanmış olur.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun! Azapları hafiflemesin onların! Haşr gününde yüzlerine bakılmasın!
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır.
Allah işitendir, bilendir…”
Bu beddua bence Türkiye’nin kilididir…
Bir problem daha var. Şu an Ayasofya Cami-i Kebiri’nin etrafında yüzlerce alkollü eğlence mekanı var. Barlar, publar, hoteller, hosteller… Ayasofya bu bakımdan da bir kuşatma altında. Kanaatimce Ayasofya duvağını açacak açacak da namahrem var…
Mevcut haliyle sizde neler çağrıştırıyor dediniz. Söyleyeyim: Ayasofya’nın müzelik hali aslında bizi yansıtıyor… Yani ne cami ne kilise olma durumu… Dıştan bak cami, içinde ibadet yok…
Bir şey daha var cevabını aradığım; Ayasofya laikleşti de mi biz de laikleştik yoksa biz laikleştiğimiz için mi Ayasofya da laikleşti?..
https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/07/02/10-soruda-ayasofya-gercegi?paging=16
İlk yorum yapan siz olun