İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Galata’da Cenevizlilerin izini süren Mimarlık Tarihçisi Luca Orlandi

Luca Orlandi, Cenevizli bir mimar ve mimarlık tarihçisi. Araştırmacı kişiliği onu Mimar Sinan’ı ve Trakya topraklarını tanımaya yöneltmiş, Sinan hakkında İtalyanca bir kitap yazmasına vesile olmuş

Luca Orlandi, Cenevizli bir mimar ve mimarlık tarihçisi. Araştırmacı kişiliği onu Mimar Sinan’ı ve Trakya topraklarını tanımaya yöneltmiş, Sinan hakkında İtalyanca bir kitap yazmasına vesile olmuş.

Galata’da Cenevizlilerin izini süren Mimarlık Tarihçisi Luca Orlandi

Luca Orlandi, Cenevizli bir mimar ve mimarlık tarihçisi. Araştırmacı kişiliği onu Mimar Sinan’ı ve Trakya topraklarını tanımaya yöneltmiş, Sinan hakkında İtalyanca bir kitap yazmasına vesile olmuş. 14 yıl İstanbul Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan Orlandi, halen Özyeğin Üniversitesinde eğitim vermeye devam ediyor. Kendisi aynı zamanda Cenova ile kardeş şehir olan Galata hakkında bir uzman. Lingua Franca (Ceneviz Dili) ile Türkçe – Arapça kökenli sözcükler arasındaki bağlantı ile ilgili araştırmaları bulunuyor. Gelin Mimar Luca Orlandi’yi daha yakından tanıyalım.

Luca Orlandi, uluslararası birçok konferans ve seminer verip, İtalya ile Türkiye arasında mekik dokumaya devam ediyor. Bu topraklarda doğmamasına rağmen birçok Türkiyeli vatandaştan daha çok buraları tanımaya gönül vermiş, tüm bilgi birikimini Türk öğrencilere adamış bir bilim adamı…

Bir Cenevizli olarak İstanbul’da yaşamak nasıl bir duygu?

Başlangıçta İstanbul gibi büyük bir metropolde yaşamak ve burayı deneyimlemek çok heyecanlıydı… Ortamın enerjisi ve çok yönlülüğü beni bu şehre itti. Kendimi rahat hissettim. Galata’da yaşamaya başladım. Burası bir Cenevizli için yabancı bir yer değildi. Demek istediğim, etrafı deniz olan bir şehir, engebeli manzaralar… Galata sokaklarındaki dağınık canlılık bana Cenova’yı hatırlattı. Bu şehirde kendimi buldum. Kendimi evde hissettim bile diyebilirim. Şimdiyse hâlâ İstanbul’u kıtalar arasında inşa edilmiş muhteşem bir şehir olarak seviyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki, 10 – 15 yıl önce ile aynı coşkuyu artık hissedemiyorum. 2007’de İstanbul’un dünyanın en havalı şehri olarak tanımlandığını hatırlıyorum. Uluslararası dergi ve gazetelerde buna ‘Istancool’ diyorlardı! Şimdi maalesef aynı şeyi söyleyemem… Şehir aynı şehir, ama çok fazla değişim yaşandı.

İstanbul’a sizi getiren ne oldu? Ne kadar zamandır burada yaşıyorsunuz?

Yaklaşık 18 yıldır İstanbul’da yaşıyorum ve zamanın bu kadar hızlı nasıl geçtiğini merak ediyorum. Beni buraya getiren neden oldukça basit: Türkiye’ye gelmeden önce Torino’da doktora programım başlamak üzereydi ve bulunduğum Cenova Üniversitesinden birkaç ay yurtdışında araştırma yapmak için izin aldım. 2000 yılında mezun olduktan sonra mimarlık tarihi dersi için gönüllü olarak öğretim görevliliği yapıyordum. Okulumda bir Türk Yahudi’si olan Profesör Maurice Münir Cerasi ve Türk-Osmanlı dünyasına ilgi duyan diğer İtalyan akademisyenler vardı. Bu süreçte Mimar Sinan’ın İtalya’da çok az tanındığını fark ettim. Ben bile mimarlık tarihine yaptığı inanılmaz katkının farkında değildim. Bunun üzerine beni Mimar Sinan hakkında bir araştırma yapmaya yönelttiler. Buraya 2001 yılında bir aylığına geldim, Sinan’ın İstanbul ve Edirne çevresindeki binalarını aradım ve ertesi yaz üç ay boyunca Osmanlı mimarisini keşfetmek üzere Türkiye’yi gezdim. Osmanlı zamanında ‘Rumeli’ olarak adlandırılan bu topraklar hakkında bir fikir sahibi olmak için Balkan Yarımadasının tamamını dolaştım. Bu arada ‘Politecnico di Torino’’da doktora programına başvurdum ve mimarlık tarihi bursu kazandım. Böylece doktora araştırmamı Sinan ve Osmanlı medeniyetine olan ilgim ile birleştirmenin bir yolunu bulmuş oldum. Bu şekilde İstanbul’a yerleşme kararı aldım.

Osmanlı mimarisi ve Mimar Sinan eserlerine bu ilginizin nedeni nedir? Mimar Sinan hakkında bir de kitabınız var…

2005 yılında, Mimar Sinan‘ın ‘Osmanlılaştırılmış’ topraklarla ilişkisi hakkında doktora tezimi yazmaya başladım. 16. yüzyıl boyunca imparatorluğun her yerinde, mimari ve sanatsal açıdan Sinan’ın eserlerinin Osmanlı kültürünü nasıl etkilediğini anlatmaya çalıştım. Batı kültüründe sadece son zamanlarda Sinan’ın Rönesans ile ilgili çalışmaları takdir edilmeye başlandı. Batı, yüzyıllar boyunca Osmanlı Mimari Ustası Sinan’ı sadece Türkiye’de Müslüman bir mimar olarak kabul etti. Batının bu düşüncesi Sinan’ın güçlü varlığını ve 16. yüzyılda tüm mimari kültüre yaptığı katkıyı baltaladı diyebiliriz. Sinan üzerindeki araştırmamı yoğunlukla Eski Trakya bölgesi üzerinde gerçekleştirdim çünkü bu bölgede bıraktığı eserler çok güçlü. Sinan’ın bu bölgede bıraktığı eserleri, ‘Bugünün Osmanlı’dan geriye kalan manzarası’ olarak tanımlıyorum. 2017 yılında Sinan hakkında İtalyanca bir kitap yazdım:  ‘Il Paesaggio Delle Architetture Di Sınan’. Bu kitabın Türkçe çevirisi henüz gerçekleşmedi ancak gelecek projelerim arasında ilk sırada yer alıyor.

İstanbul’da hâlâ 14. yüzyıldan kalma Ceneviz topluluğunun varlığı mevcut mu?

Bildiğim kadarıyla böyle bir topluluk artık kalmadı. İstanbul’daki İtalyan toplumu hakkında bir tür yanlış anlaşılma var. İtalyan varlığı bu topraklarda özellikle 19. ve 20. yüzyıllar arasında çok güçlüydü. 1850’lerdeki Kırım Savaşından sonra göç eden İtalyan toplumunun, 14. yüzyıl Cenevizli atalarının torunları ile doğrudan bir alakası yok. Elbette, Levanten dünyası olarak adlandırdığımız şey, Tanzimat reformlarından sonra Osmanlı İmparatorluğunun batılılaşmasının etkisinden kaynaklanıyor. İstanbul’daki İtalyan mirasını daha iyi anlamak için Feriköy’deki Katolik mezarlığından ilginç bilgiler edinilebilir. Geçmişi okumak için mükemmel bir yer…  1950’li yıllarından sonra birçok aile ülkeyi terk etti ve Türkiye maddi olmayan inanılmaz bir miras kaybetti. Maalesef milliyetçilik, Osmanlı toplumunun kozmopolitizmini değiştirmeye başladığında, göçler de kaçınılmaz oldu. 

Lingua Franca ve Türk-Arap dilleri arasındaki bağlantı hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Bir Cenevizli olarak Türkiye’ye ilk geldiğimde, İtalyanca diliyle hiçbir alakası olmayan birçok tanıdık kelime kullanıldığını gördüğümde şaşırmıştım. Mesela ‘mendil’ kelimesinin Lingua Franca dilindeki ‘mandillu’ ile aynı anlama geldiğini öğrendiğimde şok oldum. Ya da yine Frank dilinde bir şeyin kontrolünü ele geçiren birini belirtmek için kullanılan ‘bacan’ kelimesi günümüzde bakanlık anlamına geliyordu.

2016 yılında, Levantine Heritage Foundation Uluslararası Konferansı için bu ilginç konuyu incelemeye karar verdim. Akdeniz havzasında yüzyıllardır kullanılan ‘Lingua Franca’ üzerinde yapılan çeşitli çalışmalar var ve belki de Cenevizliler ile Türkler arasında ortak bazı kelimeler göz önüne alındığında benzer bir şey bulabileceğimi düşündüm. Cenevizliler çoğunlukla denizcilikle uğraştıkları, Akdeniz, Ege ve Karadeniz kıyılarında birçok koloni inşa ettikleri için dilin de taşınması gayet doğaldı.

Lingua Franca dilinin sesi Portekizceye çok yakındır. Birçok kelime Fransızcaya çok benzer. Dilbilgisi daha karmaşıktır. Modern İtalyancadan ziyade Latin kökleri ile daha fazla ilişkisi vardır. 1984 yılında Cenevizli meşhur bestekâr / ses sanatçısı Fabrizio de André,tüm Akdeniz kültürlerinde, onlara özgü enstrümanlarla, dilsel bir yolculuk yapmamızı sağlayan muhteşem albümü ‘Creuza de Ma’yı biz Akdenizlilere armağan etti. Sanatçı albümünde, Lingua Franca’yı bir çeşit ‘birleştirici-ortak’ dil olarak kullandı.

KUTU

Kuzguncuk Mahallesi ve çok kültürlülüğü hakkında ne söylemek istersiniz? Kuzguncuk’taki Yahudi yaşamından biraz bahseder misiniz?

Kuzguncuk’ta birkaç yıl yaşadım… Bildiğiniz gibi, Osmanlı döneminde farklı etnik grupların ve dinlerin bir kombinasyonu vardı: Yunanlılar, Ermeniler, Yahudiler ve İtalyan Levanten Cemaati gibi, genel olarak Hıristiyanlar diyebiliriz. Bu mahalle Osmanlı Müslümanları için hiçbir zaman popüler bir yer olmadı. Burası Yahudilerin balıkçılık ve sebze yetiştiriciliği yaptığı, Rumların kahve, berber ve manav dükkânlarının olduğu, Ermenilerin ise yoğun olarak mücevher ve zanaatkârlık işleriyle uğraştığı bir mahalle idi.

Kuzguncuk muhtemelen İstanbul’un Asya yakasındaki ilk ve en büyük Yahudi yerleşim bölgesiydi. 17. yüzyıldaki kaynaklara göre burası çoğunlukla Yahudi köyü olarak adlandırıldı ve kutsal topraklara varmadan önceki ‘son durak’ olarak kabul edilirdi. Herhangi bir nedenle ‘vaat edilen topraklara’ gidemeyen Avrupalı Yahudiler yerleşmeye, yaşamaya, ölmeye ve Kuzguncuk’ta gömülmeye istekliydi. Kuzguncuk sırtlarındaki Yahudi mezarlıklarının büyüklüğü bir tesadüf değil.

Önümüzdeki projeleriniz hakkında biraz ipucu verir misiniz?

Galata’da Cenevizlilerden kalan izleri korumak ve değerlendirmek için kültürel bir projeyi sonuçlandırmayı umuyorum. Çalıştığım proje Cenevizlilerden kalan ‘miras’ın etrafında bir yürüyüş rotası ile beraber binaların önlerine bilgi panelleri kurmak. 2013 yılında bu proje için Beyoğlu Belediyesi, İtalyan Konsolosluğu ve Cenova Belediyesine başvurdum. Başvurumdan sonra Cenova ve Beyoğlu, kardeş şehir olarak konumlandılar. Bu sayede birçok kültürel etkinlik bu kardeş şehirler arasında gerçekleşti. Bu süreçte Türk makamları Haliç’in geçtiği metro için bir köprü yapmaya karar verdi. Kazı çalışmaları sırasında Galata ile ilgili birçok değerli mimari eser yok edildi. Kısacası olanı korumak adına bu projeye çok önem verdim. Başlangıçta her şey doğru yönde gelişiyordu; yerel yetkililer bu projeden memnun kaldı, İtalya da bu konuda halkın bilinçlendirilmesi için Galata’ya birkaç İtalyan gazeteci yolladı. Onları bizzat ben dolaştırdım. Cenova’da da iki şehir arasındaki ortak kökleri anlatmak adına konferanslar düzenledim.

Düşünün ki, Cenova Belediye Başkanı meşhur Doria ailesinin soyundan geliyordu. Bu aile 14. yüzyılda Galata’da çok önemli bir aile idi. Bu projeden kendilerine bahsettiğimde çok heveslendiler. Ancak iki ülkeden de bu proje için bir aksiyon planı çıkmadı. Kısa bir süre önce Beyoğlu Belediyesi benimle iletişime geçip Cenova-Galata kardeş şehirleri için bir röportaj vermemi istedi ve hâlihazırda Galata için bir projenin varlığını öğrendiğinde çok şaşırdı. Bu proje birinci önceliğim. Kısa zamanda sonuçlanacağını düşünüyorum. 

Lingua Franca’nın Galata’da kullanımı hakkında çok ilginç bir anekdot var. İtalyan yazar Edmondo De Amicis tarafından 1877’de yayınlanan ‘Costantinopoli’ adlı kitap, kuşkusuz İstanbul hakkında bugüne kadar yazılan en iyi kitaplardan biri. Ünlü yazar kitabında, 1870 yıllarında,  İstanbul gibi bir Doğu metropolünde kendi yerel dilini duyduğunda çok şaşırdığını dile getiriyor. 

Luca Orlandi, Cenevizli bir mimar ve mimarlık tarihçisi. Araştırmacı kişiliği onu Mimar Sinan’ı ve Trakya topraklarını tanımaya yöneltmiş, Sinan hakkında İtalyanca bir kitap yazmasına vesile olmuş

http://www.salom.com.tr/haber-114958-galatada_cenevizlilerin_izini_suren_mimarlik_tarihcisi_luca_orlandi.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın