İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Ragıp Duran – Totem, Tabu ve Catharsis!

Bağımsız/özgür yurttaşın Cumhuriyet’in kurucusu ile ilişkisi nasıl olmalı? Bugün Sırbistan’da Tito’yu bilmeyenler var. Pekin’de Mao, Moskova’da Lenin karşıtları iktidarda. Bizde?

Son 19 Mayıs kutlamaları, Türkiye toplumunun önemli bir kesiminin Mustafa Kemal Atatürk’ü ne kadar çok sevdiğini, saydığını ve ona ne kadar sadık olduğunu gösterdi. Gerçi dağa taşa kocaman Atatürk imzası atmak, saat tam 19.19’da pencerelere, balkonlara çıkıp İstiklal Marşı söylemek gibi etkinlikler, bence pek matah tutumlar değil ama, bu aşırılıkları daha çok Erdoğan karşıtlığı ile açıklamak herhalde mümkün. Yılmaz Özdil’in Atatürk konulu lüks baskılı/ciltli kitabını 1881 TL’ye sattığı bir ülke burası. Alıcısı varsa…

Atatürk, Erdoğan açısından hem bir aşil topuğu hem de “iki ayyaş”tan biri. Şimdiki Cumhurbaşkanı, onun kadar popüler olmak, onun kadar sevilmek, desteklenmek istiyor ama çok fazla şansı yok. Oysa ki o da Tek Adam. Ben kişisel düzlemdeki bu Erdoğan-Atatürk kıyaslaması/benzetmesi yapanları pek benimsemiyorum. Asker Mustafa Kemal’in süvari konumundaki fotoğrafını koyup yanına Tayyip Erdoğan’ın attan düşerken resmini yerleştirmek çocukça.

AKP Başkanı, Türkiye’de Atatürk hayranlığını kışkırtan lider aslında. Mustafa Kemal, bugün, anakronik bir şekilde de olsa, ana muhalefet lideri konumunda algılanıyor.

Ece Ayhan’ın, Yılmaz Güney/Mehmet Ali Ağca ikilisini nasıl değerlendirdiğini bilir misiniz?

“Yeşil Kemalizm” ibaresi boş bir tanımlama değil aslında. İki cenahın amigo ve taraftarlarında bence gereğinden fazla ortak nokta var. Tutumları, duruşları çok benziyor birbirine, söylemleri farklı. Hatta söylemlerinde geçen bir kaç kavram ve özel isimler değişik. O kadar. Üstelik başta Kürt ve Ermeni meseleleri olmak üzere birçok konuda da gayet iyi anlaşıyorlar. Tevhid-i Devlet.

Atatürk’e hayranlık duyanlar, nostalji tesellisinin yanı sıra tarihi bir çok gerçeği ya görmezden geliyor ya da tahrif ediyor. Çok azı ise sıkı bir şekilde sahip çıkıyor bütün kötülüklere. Gerekçeleri de hazır.

Değme resmi tarihçi yazmaya konuşmaya cesaret edemez:

Hitler’in, Mustafa Kemal hayranlığı nasıl açıklanabilir? Bu konuda yabancı dilde yayınlanmış kitaplar, akademik çalışmalar var.

Keza, 1915’de başka bir Cephe’de görevli olmasına rağmen, Ermeni meselesi hakkında bilahare ne düşünmüştür? Bu konuda da kayıtlara geçmiş söyleşiler, akademik çalışmalar var. Yabancı dilde.

1923’den sonra, Çankaya Köşkünde iken, 1925 Şeyh Sait hadisesi olsun, askeri planlamasını yaptığı 1938 Dersim Tertelesi olsun, bu katliamlarda hakikaten hiçbir sorumluluğu yok muydu? Mümkün mü?

Ayrıca, İstiklal Mahkemeleri rezaleti de onun döneminde gerçekleşti, değil mi? İstiklal Mahkemelerine muhalefet edilemediği için bugün Saray’ın yargısı karşısında boynu bükük Kemalistler çok.

Bu arada kimi liberal gazetecilere de yasak getirdiğini biliyoruz.

Fransızların “Dictateur Eclairé” (Aydınlanmacı Diktatör) olarak tanımladığı Atatürk, jakoben ulus-devletin baş mimarı idi.

Bizdeki büyük sorun Atatürk meselesinin, devletin resmi ideolojisinin en billurlaştırılmış somut simgesi olması. Bu tepe gücün baskısının yanı sıra mahalle baskısı da başka bir olumsuzluk. Hepimiz ilkokuldan itibaren Kemalist olarak yetiştirildik. 1982 TC Anayasa’sının en az 6 maddesinde (2., 42., 58., 81., 103. ve 134.) “Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri”, “Atatürk milliyetçiliği” diye iki ibare geçer. Uygar dünyada, demokrasilerde başka hangi Anayasa’da lider adı zikredilir?

Siyasi Partiler Kanununun 4. Maddesi de diyor ki:

“Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar.”

Bu yetmezmiş gibi 31 Temmuz 1951’de kabul edilen “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” veya 5816 sayılı kanunla da Atatürk’ün manevi şahsiyetine karşı işlenebilecek suçlar kayda geçirildi. Hukukun temel ilkelerinden biri, şahsa mahsus yasa yapılamayacağıdır. Hele bizde kutsal kavramı yaygın iken ve özellikle bu aralar neredeyse her eleştiri suç olarak addedilirken… Bir de çelişki var: Atatürk madem bu kadar çok seviliyor, e o zaman onu özel bir kanunla korumaya ihtiyaç var mı? Burada galiba Atatürk değil başka bir şey korunmaya çalışılıyor.

Bir sıkıntı daha var: Kemalist diye karşımıza çıkarılanlara bir bakın hele: Kenan Evren! Doğu Perinçek! Yok mersi, ben almayayım.

İdeolojiden histeriye yaklaşan bir yanı da var Kemalizmin. Bu daha çok son 18 senede ortaya çıktı.

Ayrıca, Türkiye’de sağcılar da kendini solcu sananlar da Atatürkçü olduklarını söyler. Burada ciddi bir sorun var. Mustafa Suphi’nin TKP’sinden başlayarak Türk solunun Kemalizmle sınavı son derece başarısız. Kürtlere ve İbrahim Kaypakkaya’ya müteşekkir olması gerek solcuların.

Şimdi bugüne bakalım: TRT ekranında bir ihtimal kasıtlı olarak 19 Mayıs’ı Cumhuriyet Bayramı olarak niteleyen ekrana, ya da sicili bozuk bir futbolcunun yine resmi bayram isimlerini karıştırmasına gösterilen tepkinin onda biri, görevden alınıp yerine kayyım atanan Kürt Belediye Başkanları hadisesinde gösterilmedi. Toplumun Atatürk hayranı kesiminin eski lidere yönelik bu sevgi ve saygısı, yapay, plastik ve törensel. Demokratik hiçbir muhtevası yok. Kişiye tapma, putlaştırma derecesine yükseltilmiş durumda.

Kemalizm, önce devletin talebi sonra da toplumun onayı ile tartışılmaz bir ideoloji (Çok muğlak ve iktidar sahiplerine göre değişiklikler arz etse de…) haline getirildi. Tartışmak yasak, eleştirmek yasak. Yani totem, yani tabu, yani mecburen bir fanatizm ürünü. Biat edeceksin yoksa kanun var, kanundan önce de mahalle zaten tepeler seni.

Bu konsantre yasakçı anlayış Kemalizm gibi bir iktidar ideolojisiyle sınırlı değil. İranlı işsiz turist balkona İngiliz bayraklı havlu asıyor, Alllaah… Emniyet hemen çocuğu gözaltına alıyor.

İzmir’de cami hoparlöründen Ciao Bella yayını yapılıyor. CHPli diye bir kadını tutukladılar hemen. İktidardan önce, pardon ama hak ettiler, CHP’nin hıyar yöneticileri, sicili karanlık gazeteciler filan AKP’den daha dindar kesiliveriyor. Kiliseler yakılıp yıkılırken suspustu bunlar. Bu devlet, bir havludan, bir şarkıdan rahatsız oluyorsa, rahatsızlık devlette, desem teşhis doğru mudur? Tedavi önerecek olan var mı?

Tahammülsüzlük, dogmatizm işte tam da Atatürk’ü, havluyu, cami hoparlöründen yayılan şarkıyı, totem gibi, tabu gibi algılamaktan kaynaklanıyor. Anlamaya çalışmak sıfır, hoşgörü sıfır, işin esasını kavrayamadığı için sembollerle uğraşmak on üzerinden on. Ama tabi bu arada vicdan sıfır, baskı yine on, hem de yıldızlı.

Bu memlekette, vicdansızlığın, kutuplaşmanın önemli nedenlerinden biri rasyonalite eksikliği. Atatürk’ü eleştirince sana hemen “İslamcı” damgası yapıştırıyorlar. İslamcıları kınayınca da hemen Kemalist oluyorsun. İslamcıların trajedisi de şu ki, onlar izlerini silmeye çalıştıkları Kemalizmden hem siyasi hem ideolojik hem de kültürel açılardan çok daha geriler. Üstelik de anakronik bir konumdalar.

Bizim ne 1789’umuz oldu ne de gerçek anlamda bir 68’imiz. Yine Ece Ayhan’a başvuracağım: O, Atatürk’e “5. Mustafa” derdi. 1923’deki Cumhuriyet, cumhursuz ve demokrasisiz kurulmuştu. Zaten 1930’ların sonuna kadar Anadolu’nun ücra köylerinde, o zaman doğru dürüst ne ulaşım ne de iletişim var, gelişmelerden bihaber köylüler, “Artık çok iyi bir Padişahımız var. Sarı Paşa diyorlar adına” dermiş. Bugünkü hacılı hocalı, dindar kılıklı adamlara baktığımızda daha iyi görüyoruz, Saltanat filan yıkılmadı. Şeyhülislam yerine de Diyanet İşleri Başkanı var zaten. Saray Istanbul’dan Ankara’ya taşındı. “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyen lider, evet belki rasyonel ama çoğu zaman aceleci, tekçi, daha vahimi tepeden inmeci karar ve uygulamaları ile irtica ve şekaveti (İslamcılarla Kürtleri) nötralize edeceğim derken, işte daha yüz seneye kalmadan bu iki iktidar adayı da yeniden sahneye çıktı. Kürtler mücadele ederek, İslamcılar rakiplerinin aymazlığı ve alavere dalavere sayesinde.

Talihsiz tesadüf deyip işin altından çıkabilir miyiz bilmem ama, 22 Nisan’da Ermeni Soykırımının başlangıcının ertesi gün Ulusal Egemenlik Bayramını kutlatır bu devlet. 19 Mayıs günü de Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramıdır resmi günün adı oysa ki Rumlar, Pontos Soykırımı olarak anar aynı günü. Şizofren olmamak çok zor bu memlekette.

Sorun, Rıza Nurvâri bir şekilde Atatürk’ün şahsiyeti ile uğraşmak, onun kişiliğini değerlendirmek değil. Kemalizm adı verilen, her Türk’ün eğitim, popülist kültür ve resmi ideolojik cendere ile üzerine giydirilmek istenen fikriyatı tartışmak, eleştirmek. Hiçbir olgu, hiçbir tarihi şahsiyet topyekûn olumlu ya da topyekûn olumsuz değildir, olamaz. Ama bunun ortaya çıkabilmesi için özgür tartışma ortamı lazım. O da yok. Zaten bu konuda hiç olmadı. Bugün iktidardalar diye, sağcı, dinci kesime Atatürk’e küfür özgürlüğü var. Ama hem sağcı/dinci ideolojiye karşıysan hem de Atatürk’ü eleştirmek istersen, buna izin yok. Eskiden de Atatürk hakkında ağzını açamazdın. Çünkü 1923’den 2002’ye kadar da Kemalizm hem devlet hem hükümetti.

Büyük ölçüde 1938’den sonra oluşturulup biçimlendirilen Kemalizm’in Mustafa Kemal’in fikriyatı ile mutlaka birçok bağlantısı var, ama bu ideolojinin bazı boyutları da tamamen sonradan imal edilen eklemelerle su yüzüne çıktı.

Ölümünden 82 yıl sonra yerli ya da yabancı bir uzman, Atatürk’ün kritik biyografisini henüz ve hâlâ kaleme alamadı. Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ı zengin içeriğine rağmen, eleştirel perspektiften nasibini hiç almamıştır. Yabancılardan, benim okuyabildiklerim arasında eskilerden Benoist-Méchin’in “Mustafa Kemal, Bir İmparatorluğun Ölümü” (1954) önemsiz bir eser. Nutuk’un dip notlu, açıklamalı bir çevirisi sayılabilir Gazeteci-tarihçi olarak tanıtılan yazar, Hitler hayranı, Fransa’da Nazi İşgali sırasında Alman işbirlikçisi, 1947’de idama mahkûm edilip sonra affedilmiş.

Yenilerden, Andrew Mango’nun Türkçeye çevrilen iki kitabı da eleştirel biyografi kategorisinde değil.

Halide Edip Adıvar’ın İngilizce olarak yazdığı kitap (Turkish Ordeal, 1928, New York), haksızlığa uğrayıp mağdur olmuş bir kadın yazarın tanıklığı olması açısından önemli. Mustafa Kemal’e ve resmi söyleme yönelik, liberal perspektifli ciddi, derin eleştirilerin belki de ilki. Hem de içeriden bir bakışla. Ne var ki bu kitap Türkçeye tahrifatlı ve sansürlü olarak tercüme edildi. (Ateşten Gömlek) Adıvar zaten ancak Atatürk’ün ölümünden sonra sürgünden Türkiye’ye dönebildi.

“Catharsis”, temizlenme/arınma demek. Aristo’dan Freud’e kadar birçok felsefeci, birçok sosyal bilimci konuya eğilmiş. Kişisel hatta toplumsal kimlik alanında, bütün olumsuzluklardan kurtulup, silkinmek ardından yepyeni bir giysi ve ruhla tekrar hayata dönmek için lazım catharsis.

Memleket artık reformla filan düzelme aşamasını çoktan geçti. Tabi ki darbeden söz etmiyorum. Çünkü 1923’den bu yana çok darbe oldu. Hiçbirinin olumlu yankısı, etkisi, sonucu olmadı, üstelik bu darbelerden en çok da solcular, Kürtler, demokratlar, liberaller zarar gördü. Memleket her seferinde en az 10 yıl geriye gitti. Ölenler, sakat kalanlar, işini gücünü kaybedenler, sürgüne çıkmak zorunda kalanlar…

Bundan sonra bireyin de toplumun da kendine gelebilmesi, kendisiyle ve geçmişiyle yüzleşebilmesi için büyük bir kopuş, büyük bir altüst oluş gerekiyor artık. COVID-19 ya da büyük bir doğal felaket bu süreci tetikleyebilecek adaylardı. Deprem deneyimlerinden ve salgın sürecinden, bu iki olağanüstü girişimden de olumlu bir dönüşüm beklememek gerektiğini anladık. Mesele, maalesef tek başına Atatürk fanatizminden ya da diğer fanatizmlerden kurtulmak değil. Çok daha derin. Çok daha ayrıntılı, köklü ve çok boyutlu bir sorun.

Bir ucundan başlasak mesela, ama… Herhalde bugün bile, bir siyaset bilimci, bir tarihçi ya da bir sosyolog, oturup demokrasi perspektifli, ciddi ve etraflı bir Mustafa Kemal/Kemalizm eleştirisi kaleme alamaz. Alsa da yayımlayamaz. Önce linç eder müritleri sonra da Erdoğan’ın devleti bile yazarı Silivri’ye gönderir.

E bu koşullarda Atatürk sevgisinin, saygısının bir değeri, bir anlamı var mı hâlâ?


Artı Gerçek

Yorumlar kapatıldı.