İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Deniz Gezmiş THKO ve ASALA

Deniz Gezmiş THKO ve ASALA

Benim kuşağım, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına büyük sempati duyar, hayranlık besler ve idamlarını büyük bir yürek acısı ile hatırlar ama yine benim kuşağımın önemli bir kesimi, ASALA’yı terörist bir örgüt olarak saymakta asla tereddüt etmez.

Taner Akçam*

6 Mayıs 2020, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın ve idam edilişlerinin 48’inci yılı… Onların idamı, benim kuşağım için çok anlamlı ve önemlidir.

Hiç unutmam, Üniversiteye yeni girmiştim ve ODTÜ yurtlarında, arkadaşlarımızla yataklarımızda hüzünle ve göz yaşlarımızı gizleyerek dinlemiştik idam haberini…

Hakikat hakikattir fakat tarihçiler, aynı hakikati yıllar ilerledikçe, yeni ve farklı bir hikâyenin parçası olarak anlatırlar.

Geçmiş yıllarda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamları onların savundukları ideolojik görüşler, Kemalizm ile irtibatı vb. birçok boyutuyla konuşuldu tartışıldı. Ama artık, Deniz ve arkadaşları, giderek savundukları ideoloji ve bunun için kullandıkları araçlar vb.’den bağımsız, benim kuşağım için geçmişe yönelik bir nostaljinin, bir özlemin sembolü oldular.

Onlar benim kuşağımın hiç yaşlanmayacak üç gencecik fidanıdır.

Bir kuşağın gerçekleşmemiş ve bundan sonra da gerçekleşmeyecek gibi duran hayallerinin temsilcisidirler. Hâlâ genç, hâlâ sıcacık…

Bu yıl, Denizlerin idam edilişini bir başka hikâye ile bağlantılı olarak anlatmak, anlamlandırmak, aslında bir soru sormak isterim:

Deniz ve arkadaşları THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) adlı bir örgüt kurmuşlardı. Benzeri örgütleri, İbrahim Kaypakkaya (TİKKO) ve Mahir Çayan ve arkadaşları da (THKP-C) kurmuşlardı. Bu insanlar, aralarında bazı ideolojik farklar olmasına rağmen, inandıkları bağımsız bir Türkiye’yi kurmak için, mevcut devleti önce gerilla sonra da onun yaratacağı halk savaşı ile yıkmayı amaçlıyorlardı. Nihai hedefleri sosyalizm idi ama ondan önce demokratik devrim şarttı.

ASALA da (Ermenistan’ın Kurtuluşu Gizli Ordusu) benzeri bir örgüttü, isimdeki benzerlikler tesadüfi değildi. ASALA da benzeri bir amaç için savaşıyordu. Onların hedefi de birleşmiş bağımsız bir Ermenistan idi ve bu Ermenistan da ileride sosyalist olacaktı.

THKO (ve diğerleri) ASALA gibi, 1968 gençlik hareketinden doğmuşlardı; hepsi anti-emperyalist olduklarını söylüyor ve mücadelelerinin sömürgeci devletlere karşı mücadelenin bir parçası olduğuna inanıyorlardı. THKO ve diğer Türk örgütleri kendi devletlerine karşı silahlı mücadele yürütürlerken, ASALA’nın doğrudan savaşacağı bir devleti yoktu. Onlar, “vatan topraklarını” 1915 ile ellerinden alan Türkiye devletini mücadele edilecek devlet olarak seçtiler. Sanki hâlâ eski Osmanlı çocukları idiler ve nihai tahlilde son mücadeleyi de o topraklarda vereceklerini söylüyorlardı.

Türk örgütleri, kendi devletlerine karşı mücadele ederken, ülkelerinde sömürgeci güçleri temsil eden bazı yerli işbirlikçiler olduğuna inanırlardı. ASALA da öyle. ASALA için bu sömürgeci güçlerin işbirlikçileri Diyaspora Ermenileri idiler.

Tüm bu örgütler, dönemin Avrupa gençlik hareketlerinden, özellikle Fransa’dan oldukça etkilenmişlerdi. Vietnam Savaşı da tüm bu örgütler için büyük bir semboldü. Filistin örgütlerine ve onların İsrail’e karşı mücadelesine büyük bir sempati besliyorlardı. Hatta bu örgütlerdeki Türk ve Ermeni gençler, Filistin’de aynı örgüt kamplarında silahlı eğitim almışlardı.

Benim kuşağım, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına büyük sempati duyar, hayranlık besler ve idamlarını büyük bir yürek acısı ile hatırlar ama yine benim kuşağımın önemli bir kesimi, ASALA’yı terörist bir örgüt olarak saymakta asla tereddüt etmez.

Ortada bir tuhaflık olduğunu kabul etmek gerekir.

Oysa, Deniz’in THKO’sunu, THKP-C, TİKKO ve ASALA’yı aynı yerden okumak daha mantıki olanıdır. Sonuçta, ideolojilerini (sosyalizm), hedeflerini (kendi bağımsız devletlerini kurmak) ve bu hedeflere ulaşmak için seçtikleri mücadele biçimlerini (silahlı mücadele), beğenebilir veya beğenmeyebiliriz. Durduğunuz yere göre, bunları “terör örgütü” veya “özgürlük savaşçıları” sayabilirsiniz. Ama görmek gerekir ki bu örgütler, 1968 gençlik hareketlerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmışlar; Avrupa ve Amerika’daki benzerlerinden farklı olarak silahlı mücadeleye yönelmişler, şiddet yöntemlerini siyasetlerinin merkezine almışlardır.

İlginç olan, benzeri bir yönelişin Almanya ve İtalya’da da olmasıdır. Acaba niçin ABD, Fransa ve İngiltere değil, fakat Almanya, İtalya ve Ortadoğu? Cevabı verilmesi gereken çok önemli bir sorudur bu…

Elbette bu örgütlerin aralarındaki önemli farklar üzerine de konuşulabiliriz ama görmek gerekir ki, bir dönemin birbirlerine çok benzer örgütlerinden söz ediyoruz burada.

Peki, niçin birilerine hayranlık, diğerlerine ise teröristlik yaftası yapıştırıyoruz?

Her iki örgüt veya örgütler için (THKO, THKP-C, ASALA) aynı kanaatlere sahip olmak daha mantıki değil mi?

Cevabı için çok konuşmak ve tartışmak gerekecek. Çünkü zannederim burada yazılanları duymak bile zor gelmiştir…

Dedim ya, tarihçinin görevi, aynı olgular hakkında süreç içinde değişen sorular sormak ve bu sorulara bağlı olarak yeni ve değişik hikayeler anlatmaktır. Yoksa tarih bilimi olmazdı.

Denizlerin idamının üzerinden 48 yıl geçti. Zannediyorum, artık özellikle yeni kuşaklar açısından bu dönem üzerine farklı düşünmek, farklı konuşmak vakti gelmiştir.

Ümit ederim, yeni kuşak Ermeni, Kürt ve Türk gençleri bu yakın geçmiş üzerine, benim kuşağımdan farklı bir ortak konuşma dili yaratabilirler.

Bölgemizde ortak bir gelecek kurabilmek biraz da bu yakın geçmişimiz üzerine değişik bir konuşma tarzı yaratmamıza bağlı. Türkiye’nin ve bölgenin geleceğinin barış ve kardeşlik temelinde yeniden inşası, yakın geçmişe ilişkin yeni bir hikâyenin anlatılmasıyla mümkün.

Bir de son bir gözlem, Deniz Gezmiş’i, 1968 Almanya gençlik hareketi önderi Rudi Dutschke ile, THKO’yu Alman RAF (Kızıl Ordu Tugayları) ile kıyaslasam muhtemel böyle bir yazıyı okuyanlar, “ne var ki bunda” der, kıyaslamamda herhangi ilginç bir taraf bulmazlardı.

Haklı da olurlardı.

Aslında burada yaptığım kıyaslamamın hiçbir ilginç tarafı yok. Tek ilginçlik ve önemli olan, bunu okuyan gözde ve anlamak isteyen beyindedir. Yani benim yazım değil, yazımı okuyan gözün gördüğü ve beynin okuduğudur asıl önemli olan. Ve bu önemdir ki bize yakın tarihimiz üzerine yeni bir hikâye anlatmamızın kaçınılmaz olduğunu söylüyor.

Not: Yukardaki satırların yazarı, siyasette şiddetin bir araç olarak kullanılmasını son derece tehlikeli ve yanlış bulur.

*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi

* Forum kategorimiz çok çeşitli türde içeriğe açıktır. Gazete Duvar’ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.