Ermeni soykırımı iddialarının daha yüksek sesle dile getirildiği 24 Nisan sonrasında, konuya dair “Ermeni Sorununu Anlamak: Malta Yargılaması 1919-1921” kitabını yayımlayan eski TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ile bu iddiaları ve iddiaların temelini konuştuk. Gürkan’ın kitabında ortaya koyduğu belgeler, konuya dair tüm soru işaretlerini ortadan kaldırır nitelikte.
– Ermeni meselesi konusuna dair çalışmalarınız nasıl başladı?
1991-2002 yılları arasında Ankara Milletvekili olarak görev yaparken, aynı zamanda Türkiye’yi Avrupa Konseyi ve AGİT parlamenter asamblelerinde de temsil ediyordum. Özellikle Ermeni soykırımı iddiaları söz konusu olduğunda bütünüyle yetersiz kalıyorduk. Her şeyi baştan çalışmaya başladım. 1990’lı yılların ikinci yarısına girdiğimizde yöneltilen suçlamaları en azından dengeleyebiliyordum. Ama karşı tarafı haklılığımıza ikna edemiyordum.
Ermeni lobisi, diğer ülkelerde olduğu gibi İngiltere üzerinde de baskı kurmuştu. İngiltere hükümeti adına Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale, 14 Nisan 1999’da bu talebi şu sözlerle reddetti:
“Osmanlı devletinin kendi yönetimi altındaki Ermenilerin yok edilmesi için özel bir karar aldığını ve eylemi gerçekleştirdiğini gösterecek tartışmasız kanıtlar bulunmadığı için İngiliz hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak kabul etmemektedir…”
‘BELGELER İNCELENDİ, SOYKIRIM YOK’
Bu açıklamaya rağmen, lobinin İngiltere üzerindeki baskıları sürünce, İngiltere Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes, 22 Ocak 2001’de Ankara’da düzenlediği basın toplantısında şu açıklamayı yaptı:
“1915 ve 1916’da meydana gelmiş olan olayların belgelerini inceledi. Bu olayların Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bu İngiliz Hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir.”
– İngiliz hükümeti hangi belgeleri incelemişti?
Biraz araştırınca, belgelere araştırmacı diplomat Bilal Şimşir’in Malta Sürgünleri kitabında ve İngiliz Ulusal Arşivi’nde ulaştım. İngiltere, Ermeni katliamı ile suçlanan yüzü aşkın Osmanlı yetkilisini yargılayıp cezalandırmak için Malta Adası’na götürüyor.
Orada İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nca iki yılı aşkın süre son derece kapsamlı bir soruşturma yürütülüyor. Sonuçta, hiçbir kanıt bulunmadığı için kovuşturmaya yer olmadığına hükmediliyor.
İngiliz Hükümeti’nin incelediği İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın Malta soruşturması ve kararıyla ilgili belgeler, Ermeni soykırımı iddialarının tarihi ve hukuki gerçeklerle uyuşmadığını ortaya koymaktaydı. İddialar bütünüyle siyasiydi ve Yeni Dünya Düzeninin kurgusuydu.
– Son yıllarda artan soykırım iddialarının temelinde de, Yeni Dünya Düzeninin kurgusu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Elbette. Ermeni soykırımı iddialarının 1990’da, Soğuk Savaş son bulunca, “uygarlıklar çatışması” temelinde biçimlenen yeni dünya düzeni ile birlikte müthiş bir ivme kazanmıştır. Geçmişe ait bir hesaplaşma olmaktan çıkıp güncel politikaya dönüşmüştür.
Üzerlerine vazife olmadığı halde, bugüne kadar yabancı ülke parlamentolarında Türkiye’yi suçlayan 60’dan fazla karar alınmış. Bu kararların sadece bir tanesi 1915 tarihili… O da savaş propagandası amacıyla… Rus, Fransız ve İngiliz parlamentoları ortaklaşa suçlamışlar bizi…
1915’ten, Türk diplomatlarının kahpece katledildiği 1970’li ve 1980’li yıllar da dahil, 1990’lı yıllara kadar yabancı ülke parlamentolarındaki Türkiye suçlamalarının sayısı da sadece altı…
“TESADÜF OLAMAZ”
Geriye kalıyor 60’a yakın suçlama… Yabancı ülke parlamentolarındaki “Ermeni Soykırımını tanıma” kararlarının yüzde 90’ını oluşturan kararlar, Soğuk Savaş’tan “Yeni Dünya Düzeni”ne geçildiği 1990’lı ve 2000’li yıllara ait. Soğuk Savaş sonrasının yeni dünya düzeninin ürünleri olarak karşımızdalar…
Soğuk Savaş sonrasındaki ilk suçlama 1993 yılında, Samuel Huntington’un Foreign Affairs dergisinde “Uygarlıklar Çatışması” tezini yayınladığı tarihte yapılıyor. Tezin kitaplaştığı 1996 yılından sonra da yabancı ülke parlamentolarında alınan suçlama kararları birbirini izlemeye başlıyor. Bu tesadüfi, rastlantısal bir gelişme sayılamaz.
Huntington, uygarlık olarak tanımladığı din ve etnik farklılıkları yeni dünya düzeninin temel çelişkisi olarak ön plana çıkarmıştı. Burada, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları düşmanın İslam olduğu uygarlıklar çatışması tezinin önemli örnekleri arasında saymış ve İslam’ın sınırlarının kanlı olduğu iddiasına kanıt diye göstermişti. Ermeni soykırım iddialarının uluslararası platformda yoğunlaşması işte bu doğrultudadır. Ötesinde, uygarlıklar çatışması tezi Ermeni soykırımı iddialarının üslubunu da etkilemiştir.
Soykırım iddiaları bağlamında suçlamalar ulus ve ülke bazında Türkiye’ye yöneliyor. Oysa böylesi bir üslup soykırımla ilgili uluslararası hukuka aykırı.
‘SERBEST BIRAKILDILAR’
– Kitabınızda bu üslup ve yetkili merci konusunun da altını çiziyorsunuz.
“Soykırım suçu”nun varlığı ya da yokluğuna karar verecek yetkili merci siyaset değil, uluslararası hukuktur. BM Soykırım Sözleşmesi, “soykırım suçunun” varlığı ya da yokluğu konusundaki yetkili mercii “yargı organları” olarak belirlemiştir. Hangi yargı organı ya da organlarının yetkili olduğu da sözleşmede açıklanmıştır.
Bu bağlamda, bize unutturulmak istenen gerçek, I. Dünya Savaşı sonrasında çok sayıda İttihat ve Terakki Partisi yöneticisinin “Ermenilerin toplu katliamı” suçlamasıyla üç yıla yakın süre Malta’da tutulmuş ve Sevr Antlaşması hükümleri uyarınca “soruşturma” kapsamına alınmış olmalarıdır.Bu soruşturmayı yürüten makam Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’dır. Atanmış herhangi bir rütbeli savcı değildir.
Son derece iddialı ve kapsamlı bir soruşturma yapılmıştır. İşgal altında el koyulan Osmanlı arşivinin yanında, İngiltere ve Amerika’da “Ermeni katliamı” konularında bilgi, belge taranmış, ancak “bir hukuk mahkemesinde “geçerli sayılabilecek” hiçbir kanıt bulamamış; “takipsizlik-kovuşturmaya yer olmadığı” hükmüne vararak üç yıla yakın süre Malta’da tutulan İttihat ve Terakki yöneticilerinin serbest bırakılmalarını sağlamıştır.
İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın bu kararının, “Ermeni soykırımı” iddialarını kökten çürüten hukuki sonuçları olduğu yadsınamaz. Malta’daki bu yargı süreci, Yahudi Soykırımı yargılamasının yapıldığı Nürnberg Mahkemesi ile benzer uluslararası hukuk kurgusunda gerçekleşmiştir.
“DÜNYADA BİR İLK, KANIT NİTELİĞİNDE YARGILAMA”
– Bu olayla ilgili görmezden gelinen yargısal süreçle ilgili ne düşünüyorsunuz?
1915 sonbaharında, savaşın en şiddetli ortamında İttihat ve Terakki Hükümeti, Ermeni kafilelere kötü muamelede bulundukları iddia edilenleri Divan-ı Harp’te yargılatmıştır. 73’ü tutuklu olmak üzere yargılanan 600’ü aşkın kamu görevlisi ile bine yakın aşiret mensubunun 67’si idam, binden fazlası da “öldürme, yaralama, görevi ihmal, soygun” gerekçesiyle hapis ve sürgün cezalarına çarptırılmıştır.
Savaş suçları hukuku alanında dünyadaki ilk örneği oluşturan bu tarihi yargılama, katil olarak yaftalanmak istenen devrin Osmanlı hükümetinin Ermeni kırımı planlaması yapmadığını, böyle bir kastının olmadığını, istenmeyen acı olaylarla karşılaşınca bunlarla yüzleşmekten de kaçınmadığını ortaya koymaktadır. Ötesinde, yaşanan acının üzerinin örtülmediği, “Ermeniler isyan etmişti” gibi gerekçelere sığınılmadığını, yaşanan acının hesabının o günün yargısında sorgulandığını kanıtlamaktadır.
Bu konuda bir de Mondros Mütarekesi’yle başlayan işgal döneminde iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf hükümetleri tarafından İngilizlerin baskısıyla kurdurulan askeri mahkemelerin yaptığı yargılamalar vardır. Bu mahkemeler hakkında İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, 1 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda “Mahkeme süreci, hem bizim hem de Türk Hükümeti’nin itibarını zedeleyen bir maskaralığa dönüşmüştür” değerlendirmesini yapmıştır.
Buna karşın, Ermeni soykırımını savunanlar her vesileyle işgal yılları maskaralığına atıf yaparken, 1915-1916 yıllarında İttihat ve Terakki Hükümeti’nin kendi iradesiyle gerçekleştirdiği örnek yargılamaları yok saymaktadır.
“AĞIR VE ACİL BİR TEHDİT”
– Soykırım iddiasında bulunan kesim, bu iddialarının merkezine “tehcir”i koyuyor. Tehcirde yaşananları nasıl değerlendirmemiz lazım?
Tehcir, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin, 1977 tarihli Ek 2 Protokolü uyarınca “askeri gereklilik” kapsamında değerlendirilmeye açıktır. I. Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı Ermenilerinin silahlı isyanı ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusyası’nın yanında savaşa katılması, tehcir uygulamasının “askeri gereklilik” bağlamında değerlendirilmesini haklı kılmaktadır.
ABD’li asker kökenli tarihçi Edward J. Ericson (“The Armenians and Ottoman Military Policy 1915” War in History, 2008; ss.141-167), 1915 Ermeni ayaklanmasının Rus işgaline karşı savaşan Osmanlı ordusunun güvenliği açısından ağır ve acil bir tehdit oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Ericson, tehcir’in askeri bir soruna bulunan çözüm olduğunu belgelendirmektedir.
Ötesinde, unutulmamalıdır ki Yahudi Soykırımı gerçekliğinde Alman Yahudilerinin Almanya’ya karşı ne silahlı bir direnişi söz konudur, ne de bu Yahudilerin Almanya’nın savaş halinde olduğu ülkelerle silahlı bir işbirliği…
Dolayısıyla, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Yahudilere uygulanan soykırım ile I. Dünya Savaşı günlerinde Ermenilerin maruz kaldıkları iddia edilen olaylar arasında, “soykırım” bağlamında, herhangi bir paralellik kurulamaz…
Ünlü tarihçi Bernard Lewis’in “Ermeni Soykırımı” iddialarını yadsırken, I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşananları bir “savaş trajedisi” olarak tanımlaması bu nedenledir.
‘PAPAĞAN EZBERİ’
– Soykırım iddialarıyla ilgili konu başka ülkeler olduğunda kişiler yargılanırken, bu konuda ise doğrudan Türk ulusu suçlanıyor. Bu iki ayrı tavrın sebebi nedir?
Soykırım suçunu tanımlayan ve hukuki çerçevesini belirleyen BM Soykırım Sözleşmesi’ne göre, bu suçun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere yöneltilmesi de gereklidir.
Bu nedenle, İkinci Dünya Savaşı’nda gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı için Almanya ya da Alman halkı hiçtir zeminde suçlanmamaktadır. Suçlananlar, kişi olarak Hitler ve diğer Nazi liderleri, yönetim erki olarak da Nazilerdir.
“Soykırım” sözcüğünün üzerine kurulduğu “Yahudi katliamı” yanında, güncel Ruanda, Sudan ve Bosna-Hersek örneklerinde de görülebileceği gibi, “soykırım” olarak tanımlanabilecek eylemlerde suçlamalar ve sorumluluk gerçek kişilere yüklenmektedir.
Bu hukuki gerçekliğe karşın, “Ermeni soykırımı” iddialarına gelince bu yaklaşım değişmektedir. Hukuk dışı bir çifte standarda başvurulmaktadır.
Suçlamalar gerçek kişilere değil, ülkesi ve ulusuyla Türkiye’ye yöneltilmektedir. Doğrudan Türk ulusu suçlanmaktadır. Böylesi bir suçlama, BM Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı bir çifte standart olmasının yanında, kendisi olarak da suçtur.
Türkiye ve Türk ulusuna karşı yöneltilen “Ermeni soykırımı” suçlamaları, bir tür “nefret söylemi” suçuna dönüşmüştür. Bu, Türkiye’ye karşı düşmanlık duygularını tetikleyen bir papağan ezberidir.
‘SON İDDİA DA MALTA’DA DENİZE DÖKÜLDÜ’
– Kitabınızın genişletilmiş baskısında yeni hangi bilgiler var?
Malta yargılaması ile ilgili yeni İngiliz belgelerine ulaştım. Malta’da İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmanın 1919 Osmanlı Harp Divanı mahkemesinin “Ermeni kırımı” kararlarının temyizi olduğunu gördüm.
Malta’da, 1919 Harp Divanı’nda “Ermeni kırımı” sorumlusu oldukları gerekçesiyle ağır cezaya çarptırılmış Türkler “yeniden” yargılıyor ve haklarında “takipsizlik” kararı veriliyor.
Ermeni soykırımı lobisi, “mahkeme kurulmadı” gerekçesiyle temyizinyapılmadığını, bu nedenle 1919 Harp Divanının mahkûmiyet kararlarının geçerli olduğunu, bunun da soykırımı kanıtladığını öne sürmekteydi. Yeni bulduğumuz İngiliz belgeleri, soykırım lobisinin bu son iddiasının da Malta’da denize döküldüğünü açıkça ortaya koyuyor.
İlk yorum yapan siz olun